Komet de göçtü. Seksen bir yıllık ömrünün ardında sayısız resim, birkaç kitap dolusu şiir bırakarak…
Komet de göçtü. Seksen bir yıllık ömrünün
ardında sayısız resim, birkaç kitap
dolusu şiir bırakarak… Uğrunda türlü
cefa yüklenerek sürdürdüğü resim sanatına
unutulmaz bir imza nakşederek gitti.
Büyülenircesine tutulduğu çocukluk hevesine
sadık kalmıştı, ilkokul kitaplarında görüp de
tutulduğu resim hevesine. Ama resmin yanında
şiire olan tutkusunu yakın arkadaşlarından başka
bilen yoktu. Şairliğini ispatlayana kadar şiir
yazıyorum demek her dönemde zordur. Komet
de yazmayı gizli gizli sürdürmüş, geç yaşta da
olsa, “ısrar üzerine” yayımlamıştı nihayet (İlk
kitabı “Olabilir, Olabilir” 2007’de çıktı).
Tanıyanlar bilir, en sık kullandığı
sözcüklerden biriydi: “acayip!” Bir şiiri şöyle
başlar: “(hay! Acayip iş.)/ İçini dışına çıkarmış
bir meselede/ Akıyordum derelerden derelere/
Organlarım dolaştırıyordu beni”…) Hem
resimde hem şiirde “acayiplik” ne demekse
onun peşinde bir ressam-şair oldu. “Komik
unsur önemli benim için. Her şey komik aslında,
acayip yani. Benim için bir ontoloji bu.” diyordu.
Bir konuşmasında söylediği gibi “bu uğurda
bir soytarı gibi yaşadım” diyebilecek kadar da
içtendi. Acayip içten!
Ressamlığı tartışılmazdı ama şairliği uzun
süre usta şairlerin sofra şakasıydı. Anılarını hiç
sakınmadan anlatacak kadar da açıktır. Gençlik
yıllarında yaşadığı bir olayı anar Komet: Sahne,
Çiçek Pasajı’nda sanatçılar masası: Komet bir
ara masanın üstüne çıkmış şiir okuyor. “Kimi
‘üstad’ ‘indirin şunu şurdan’ derken, kimileri
de onları kızdırmak için ‘oku Komet oku’ diye
bana destek verirlerdi. (…) Edip Cansever hiç
beğenmez kızardı; Ece Ayhan, uzun şiirlerimi
kasap gibi kese kese çizer, sonunda geriye hiçbir
şey kalmazdı.” Komet bu itirafın ardından şunu
ekleyecektir: “Ama bırakmadım işte!”
Neydi Komet’te arkadaşlarının tanık olduğu
bu “acayip” şiir tutkusu? Neydi seksen bir yıl
boyu terk etmediği ontolojik macera? Çocuklarda
gördüğü o büyülü güce ulaşabilmek için diyordu,
sorulunca kendisine. Nietzsche’nin Zerdüşt’ünde
betimlediği “deve-aslan-çocuk” meselini
sahiplenmişti. Şöyle anlatır: “Nietzsche’nin
Zerdüşt’ünde insanın üç hâli diye bir bölüm
vardır. İlk hâli “deve” hâlidir. Devenin her
santimetrekaresinde “sen yapmalısın” diye yazar
ve deve sonsuz çölde yola koyulur. Sonunda deve
isyan eder, ikinci hâli “aslan”a dönüşür. Aslan
hâli uzun sürmez, “çocuğa” dönüşür. Çocuk,
ilk kendinden harekettir, her şeyi sorar ilk defa
görüyormuş gibi. İşte tam da böyleydi Komet:
Çocuklaşmış bilge.
Kendisi de güçlü bir ressam ve şair olan Necmi
Zeka, arkadaşı Komet’in şiirinde gördüğü,
bulduğu şeyler hakkında şunu yazar: “Matrak,
neşeli, keyifli görünen şiirleri birdenbire
irkiltici, düşündürücü, kışkırtıcı bulabilir, bunu
bir provokasyon olarak değerlendirebilirsiniz.
(…) Düşünce ile hasbihâl edilebileceğini;
düşüncenin hep bir ‘öteki’ni gerektirdiğini
öğrenebilirsiniz.(…) Şaşırmak öğrenilmez ama
en azından şaşırmanın özgürleştirici gücünü
hissedebilirsiniz. Çocuklara, akıl hastalarına
atfedilen içten şaşırma yetisinin ya da zıpırlık,
zevzeklik, maskaralık etmenin, yüksek bilgi ile
derin içgörü ile güçlü duygulanımlar ile çelişmesi
gerekmediğini görebilirsiniz.”
Çocuklarda ve delilerde görülen o saf
duygu nedir? Bir şeyi ilk defa görüyormuş
gibi şaşırarak yaşamak. Gerçekten
şaşırıyorsa çocuk o şeyi başka bir gözle ilk
defa görüyordur. Zor şeydir bu başka gözü
sürekli barındırmak. En başta, her şeyden
önce bin bir yükle gidip gelen bir deve
olacaksın. Bu demek, Çorum-İstanbulParis arasında mekik dokuyacaksın. Resim
atölyelerinde ustalar ne diyorsa acayip bir
merakla duyacak dinleyeceksin; bu yetmez,
uygulayacaksın. Kuşağın 68’liler sokakta
cıvıl cıvıl. İstanbul’da, resmin başkenti
diye gittiğin Paris’te, o gençlere coşkuyla
katılacaksın. Onlarla birlikte sonsuza doğru
acayip bir heves ve denetimsiz bir heyecanla
koşacaksın. Her teorinin hem de eylemin
birlikte yarattığı heyecanla. “Çağdaş bir ŞEY
olmak” isteyeceksin, diyordu, kendi kendine.
Peki nedir bu? Mesela sanatında iyi olmak için
kendine karşı “zalim olmak” isteyeceksin.
Ama nasıl? Alışkanlıklarına, kalıplaşmış
yanıtlarına, kökleşmiş yargılarına karşı hasım
bir bilinçle yaşayacaksın. Ama peki bunların
yerine neyi koyabilirsin? Bildiğinden öte
bilmediğine merakı koyabilir, onu daima diri
tutabilirsin (Arkadaşı Orhan Koçak, onun
kadar çok kitap okuyan bir ressam daha
görmedim diyordu).
Bir gün şu duyguyla yola düşeceksin.
“Ağzımda hain karıncaların reçelli bacakları/
Düşünüyordum acayip fanilerin halini.” Var
olmak ya da yok olmak; ama nasıl? “Kendini
acuna acayip bir cevap” olarak tasarlayacaksın.
“Sürüngenlerin en içlisi” bir ressam, bir şair
olmak tutkunu asla yitirmeyeceksin. Peki
kendisinden başka kimler gibi? Resimlerinde
büyük ustaları hatırlatan etkilerden
kaçınmadan ama kendisi olmanın bir yolunu
mutlaka bularak ve sonuçta kendine benzeyen
bir Komet olacaksın. (Asıl adın Mehmet Gürkan
Coşkun’dur). Daima o belirsiz korkuyu, her an
insanlığın başına gelebilecek bir felaketi, bu
içleşmiş endişeyi ve tabii dinmez bir heyecanı
da içeren “acayip” bir neşeyi de es geçmeden
yaşayacaksın. Şiirlerinden derlemiştir bu sözler.
Komet’in “asla bırakmadım” diyecek kadar
tutkuyla şiir yazdığını hep merak etmiştim.
Onca kuvvetli resimleri varken neden çocuksu,
dalgacı, hınzır, şakacı, ironik şiirler? Resimlerine
bakarken buldum yanıtımı: Komet, resmin
sessizliği içinde yarattığı görünümü, ne yapmak
istediğini şiirin dilsel tadıyla da vurgulamak
istemiş olmalı. Resimlerinde tasvir ettiği,
anlarda yoğunlaşmış acayip görüngüleri
(fenomenleri) dilde de canlandırmak istemiş
olmalı. Hangi resmindeydi, var mıydı öyle
bir resmi görmedim ama işte şöyle resimsel
bir sahneyi betimliyor: “Hopa’da 1969’da bir
gün/ Yanlışlıkla buldum kendimi/ Bir derenin
2,5 metre sağında./ Çıkardım kilotumu
utanmadan/ Bir tablonun ortasında/ İçimdeki
tenekeyle/ O hendekten bu hendeğe.”
Komet de göçtü. Ardında yüzlerce ölümsüz
resim ve bir avuç neşeli şiir…
Komet de göçtü. Seksen bir yıllık ömrünün ardında sayısız resim, birkaç kitap dolusu şiir bırakarak...
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku