Çünkü içine doğduğumuz kültür bizi biz yapar. Davranış ve düşünce sistemimizi oluşturur. Sonradan, biz bunları reddedip yenilerini ediniriz. Bir çeşit oluşma- yıkma-yeniden yapma sürecidir bu.
n Şair Ayten Mutlu’yu okuyucularımız için
nasıl anlatabilirsiniz?
Bu çok zor bir soru. Çünkü insanın kendini
anlatması zor. Ya ben sandığım kişi değilsem
korkusu ve kuşkusu hep içimizdedir. Bir gün
gelir hiç yapmayacağınız bir işin, bir eylemin
içinde bulursunuz kendinizi, ya da aklınızdan
hiç geçmemiş bir tümce ağzınızdan çıkıverir.
Ama kendimi bana soranlara şu yanıtı vermek
isterim. Beni bana değil, şiirlerime sorun. Çünkü
pek çok şiirim hayatımdan, duygularımdan,
sevdalarımdan ve duyarlıklarımdan izler taşır.
Yine de çocukluğumdan yola çıkıp anılarımı
da kurcalayıp bir şeyler söyleyeceksem, şöyle
başlamalıyım: Kalabalık bir aile odağında,
masalların, menkıbelerin, destansı anlatıların
uçkun kanatlarıyla cinlerin cirit attığı avlularda,
derin kuyularında zaman zaman çocukluk
düşlerinin boğulduğu, yine de paylaşımın,
yardımlaşmanın, insanca sevgilerin her an sarıp
sarmaladığı büyülü bir kıyı kasabasının poyrazlarda
salınan dalgalarında geçti çocukluğum. Ailemde
okuma alışkanlığı yoktu. O nedenle bırakın
kitap bulundurmayı, eve gazete bile alınmazdı.
Ama anımsıyorum, çocukluğumun ilk yıllarında
bile annem Yunus Emre’den, Dede Korkut’tan,
Karacaoğlan’dan konuşurdu, dizeler okurdu,
isimlerini anmadan ve belki de bilmeden… Çok
sonraları onun dilinden düşenleri kitaplarda
bulunca pek şaşırmıştım. Burada ilk kadın
kahramanımın annem olduğunu söylemeliyim. O
zamanlar okuma-yazma bile bilmeyen altı çocuklu
bu yiğit kadının benim okumam, ilkokuldan
sonra gönderildiğim kur’an kursunda, hafız
olmamı bekleyen çevrenin aksine, ortaokula
devam edebilmem için verdiği mücadele benim
hep yol göstericim olmuştur. İleriki yaşlarımda
mücadelelerine hayranlık duyduğum kadınlar
da oldu. Örneğin Clara Zetkin, Rosa Luxemburg,
Anna Ahmatova gibi… Ancak başat kahramanım
hep annem oldu. Ben ancak ortaokul yıllarında
keşfettiğim şehir kütüphanesinde okuma açlığımı
yanıtlayacak kitaplarla buluşabildim. Yunus’un,
gizliden elden ele dolaşan Nâzım şiirlerinin,
Mevlânâ’nın, Fuzûlî’nin ve daha nicelerinin sararmış
kitaplarda benimle konuşan dizeleriyle karşılaştım.
Gelişkin bir kültürel ortamın hep eksikliğini
hissettiğim yıllardı. Yol gösterici olmaksızın, elime
ne geçerse, körlemesine okumaya çalışıyordum.
Seçici bir okur olma şansını ancak üniversite
yıllarında bulabildim. Henüz bir lise öğrencisiyken
Bandırma Ufuk gazetesinde her gün bana ait
olan yarım gazete sayfalık bir köşem vardı. Bana
hep güvenen, gazetesinde yıllar boyunca yarım
sayfa yer ayıran Sevgili Ahmet Abi’yi (Ahmet
Özbek) anıyorum. Bu arada tesadüfi bir şekilde
şiire başlamama neden olan Haşim Nezihi
Okay’ı da saygı ve rahmetle anıyorum. Sanırım
bugünkü Ayten Mutlu’yu biraz da, sevgi dolu
ve asi o çocukluğa, değerli öğretmenlerime, bir
anlamda da Bandırma’ya borçluyum ben. Çünkü
içine doğduğumuz kültür bizi biz yapar. Davranış
ve düşünce sistemimizi oluşturur. Sonradan,
biz bunları reddedip yenilerini ediniriz. Bir çeşit
oluşma- yıkma- yeniden yapma sürecidir
bu. Ama bu arayış sürecini başlatan,
sonra da güdüleyen yine de
sizin hangi donanımları
edindiğinizle ilgilidir. Şair
bunların ayrımındaysa
ki ayrımında olmazsa
yıkma ve yeniden yapma
sürecini de yaşayamaz,
bu yolculuğu, bu yıkıp
kurma sürecinde şiirle
gerçekleştirir. İşte şairin
geldiği ve gideceği yer de,
bu alanda oluşur. Konumuza
dönersek; ben tanınmış bir şair
olmayı hiç önemsemedim. Ama iyi şiir
yazmam gerektiği sancısını hep içimde taşıdım. Bu
duygu da beni hep şiire dair bir arayışa sürükledi.
İlk dönemlerde ders çalışır gibi şiir çalıştığımı
anımsıyorum. Örneğin, usta şairlerin şiirlerindeki
kurguyu, kırılmaları, uyakları nasıl oluşturduklarını,
bütünlüğü nasıl sağladıklarını anlamaya çalışırdım.
Daha sonra bütün etkilerden sıyrılıp kendi sesimi
bulma çabasına girdim. Bunu da iyi kötü becerdim
sanıyorum. Şimdi biliyorum ki okurlarım benim
şiirimi tanıyor, çok fazla da olmasa her kitabımın
peşine düşen sadık bir okur kitlemle gurur
duyduğumu belirtmeliyim.
n Siz genç yaşlarınızdan itibaren politik
aktivitelerin içinde olmuş bir şairsiniz. PEN’de,
Edebiyatçılar Derneği’nde birlikte çalıştık. Kadın
şairler üzerine çalışmalar yaptınız.
Şairlerin toplumsal muhalefet…
Ya da şöyle sorayım; bir
sanatçı yaşadığı toplumda
sorumluluklarını nasıl ifade
etmelidir?
Vatandaş Ayten Mutlu,
yaşamın içinde olup
bitenlere bir karşı duruşu
içeren her türlü aktivitenin
içinde yer almaktan hiç
kaçınmadı. Çünkü insana
dayatılanların yanlışlıkları ve
doğrularını sorgulayarak, gereken
tavrı ve karşı duruşu göstermenin
insan olmakla eş anlamlı olduğunun çok
küçük yaşlardan beri ayrımındadır ve bu duruştan
da ödün vermeye hiç niyeti yoktur. Bu duruşu insan
olmanın gerekliliği olarak algılar. Bedeli ne olursa
olsun. Şiir yazan Ayten Mutlu’nun ise bu anlamdaki
özgürlüğü şiirin siyaseti nasıl algıladığı ve kendi
bünyesinde nelere ne kadar olur verdiğiyle ilgili olarak sınırlar taşır. Siyaset, ya da ideoloji günlük
olanın peşindedir çünkü şiir ise kalıcı olanın. Bu
bağlamda politika benim şiirime bir tema olarak ve
gerektiğinde, şiirin şiirliğini zedelemeyecek biçim ve
ölçüde yer alabilir ancak.
Şair, bana göre zaten bir dünya görüşüne
sahiptir. Yoksa niye şiir yazsın ki. Ama dünya
görüşünü ideolojilerden, siyasetten, politikadan
daha başka bir şey olduğunu, evrensel bir kavrayışı
gerektirdiğini bilerek. Sanat insani bir üretimdir ve
insan için yapılır canlı bir organizmadır.
n Siz aynı zamanda şiir çevirileri
yapıyorsunuz. Çevirinin yeniden çevrildiği dilde
zenginleştirildiğine inananlardanım ben. Bu
konuda neler söylersiniz?
Çevirinin kaynak şiiri öldürdüğünü iddia edenler
bile var. Ben öyle düşünmüyorum. En kötü çeviri
bile kaynak şiir hakkında bir fikir verebilir okura. Öte
yandan öyle çeviriler vardır ki, çevrildiği dilde yazılmış
sanırsınız. Örneğin Melih Cevdet Anday’ın çevirdiği
Amerikalı şair Edgar Allan Poe’nun “Anabel Lee” ve
aynı şairden Ülkü Tamer›in çevirdiği “Kuzgun” şiiri…
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Can Yücel, Orhan
Veli gibi ve daha pek çok şairin mükemmel denilecek
çevirileri… Bu da bize gösteriyor ki, edebi ürünlerin
çevirisi ve hep en zor çeviri olduğu ifade edilen şiir
çevirileri de, bir o kadar da gerekli.
n Teknoloji ve şiir dersem, neler söylersiniz?
Çağımız inanılmaz bir hızla ilerliyor. Durup soluk
almak bile mümkün değil, yoksa hızın ardında
kalıveriyorsunuz. Teknolojinin sağladığı olanakların
yanında sakıncaları da var tabii. Önemli olan
onu amaçlarımız doğrultusunda ne kadar yararlı
kılabildiğimiz.
n Bir yerde okumuştum. “Şairlerin şiirlerini
sevmeye devam etmek istiyorsanız kendilerini
tanımaktan kaçının.” gibi bir sözdü. Ne dersiniz?
Kısmen doğrudur. Benim de bazı şairleri
tanıdıkça, keşke tanımasaydım diye hayıflandığım
olmuştur. Lakin şair de insan işte. Normalden
biraz daha egosantrik, kimi zaman dedikoducu,
kimi zaman oportünist. Ama bu durumun olağan
olduğunu, çünkü şairin de toplumun her türlü
etkisine açık bir insan olduğunu biliyoruz. Ancak,
insanlar bazı davranışları sevilmek için yapıyorlarsa,
orada bir yanlışlık var demektir
n Düzenli yazdığınızı bildiğim için okurlar
adına sormak istiyorum: Bugünlerde yazı
masanızda neler var?
Bir şiir dosyası hazır sayılır, gözden geçirilip
sayfa yerleşimlerinin yapılması gerekiyor sadece.
Üç ayrı şiir dosyası tamamlanmayı bekliyor. Kimi
şair ve yazarlar hakkında yazdığım inceleme yazıları
ve benim şiirlerim hakkında yazılmış yazıların
bulunduğu dosya toparlandı sayılır. Üzerinde biraz
daha çalışmam gerekiyor. Bunlar bekleyenler.
Üstelik daha yazılmayı bekleyen sayısız şiir var
dünyada.
Ah Tanrım, şairlerin ömürleri neden bu kadar
kısa?
-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuGüneş, karşıdaki ormanlık tepedeki ağaçların arasından kaybolmak üzereydi. Karanlık yavaş yavaş köyün üstüne çökmeye başlamıştı. Daha kalkıp lambanın gazını doldurup camını temizlemeliydim. Geceye hazırlık yapmalı, sonra masama oturup yarınki ders programını ve ders kitaplarını hazırlamalıydım. Geceler uzun sürüyordu dağ köyünde. 1979 yılıydı, kışın ortasında elektriği, yolu, suyu olmayan köye öğretmen olarak atanmamın üzerinde henüz üç […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku