Semih’in kıpır kıpır hareketleri çoğalınca ineceğimiz durağa yaklaştığımızı anladım.
Semih’in kıpır kıpır hareketleri çoğalınca
ineceğimiz durağa yaklaştığımızı
anladım. Eve erken gittiği için annesinin
nasıl da sevineceğini anlatıp duruyordu.
Mutluyken hep böyle çok konuşurdu.
Öğretmenimizin hastalanmasına üzüldük,
ama müdür beyin servis aracını çağırıp
öğrencileri bir saat erken göndermesi iyi
oldu. Semih beni de ders çalışmaya çağırdı.
Normalde okul çıkışında dedeme gidiyordum,
annem işten dönerken beni oradan alıyordu.
O gün bir saat erken çıktığımız için, dedem
evde değilmiş. Müdür beyle telefonda
konuştular. “Tamam.” dedi dedem,
telefondaki sesini duydum, “Semihlerden
alırım ben Yeşim’i, bir iki saat sonra.”
Yaşasın, okulda beklememe gerek kalmadı!
Semih, annesine bir an önce kavuşmak
istiyordu. Her zamankinden erken kapıyı çalıp
sürpriz yapacağı için de sabırsızlanıyordu.
Servisten inince eve kadar koştuk. Burası
şehrin bizim eve biraz uzak tarafıydı. Evler
genellikle müstakildi. Küçük bahçeden de
koşarak geçtik ve Semih kapıyı hemen çaldı.
Annesinin boynuna sarılmayı beklerken
yerinde duramıyordu. Peş peşe çaldığı halde
kapı açılmayınca da neşesini bozmadı. Annesi
biraz sonra gelirdi, müdür bey onu da arayıp
bilgi vermişti. Şu anda evde olmayışı belki
daha iyiydi. Bu arada sokağın başındaki
tarlaya gidip çiçek toplayabilirdi. Bunu
düşününce iyice sevinçle doldu. Bana, “Hadi!”
diyerek, bu sefer de o tarafa koşmaya başladı.
Semih’in annesi normalde evinden
çalışıyormuş. Bilgisayarda yapıyormuş
işlerini. Ama bazen, toplantı falan olunca,
işyerine gidiyormuş. Müdür bey onu arayınca
hemen yola çıkmıştır diye anlatıyordu Semih,
“Sevinçle geliyordur.”
Tarlada koşuştukça Semih’in elindeki çiçek
demeti büyüyordu. Nefes nefese kaldığı için
durdu. Ben de yardım etmek için topladığım
birkaç papatyayı ona verdim. Annesinin
gelmiş olabileceğini söyledi. “Hadi!” Tekrar
eve doğru koşmaya başladık.
Tam yola çıkınca, tarlanın bir köşesini
sulayan amcaya gözü takıldı. O tarafta
annesinin en sevdiği çiçeklerden vardı. Öyle
dedi Semih. Gidip iki tane koparsa, çiçekçi
amca kızar mıydı? O çiçeklerden birkaçını
elindeki demete katsa ne güzel olurdu.
Annesi çok sevinirdi. Bir de dün gece oğlunu
üzdüğü için pişman olurdu. İşte böyle sarılırdı.
Kollarıyla kendini sararak bana gösteriyordu
Semih. Neşeli neşeli anlatıyordu.
Bana “Sen burada bekle.” diyerek o tarafa
yöneldi, aceleyle iki çiçek kopardı. “Bırak
onları, çiçekler benim!” Bağırarak Semih’in
üzerine su sıkan amcanın şaka yaptığını
hemen anladım. Semih önce geri koşmaya
başlamıştı, ama sonra o da gülerek tekrar
döndü, bir tane daha kopardı. Kıkır kıkır
gülerek kaçtı. Amca başka tarafa bakarken
Semih tekrar çiçeklere yöneldi. Yine su,
gülüşmeler… Çok güzel bir oyundu bu. Ben de
onlara doğru ilerliyordum ama Semih oyunu
bıraktı, bir an önce eve gitmek istediğini
söyledi. “Annem gelmiştir.” Onun için eve
gitmek, orada oynamaktan daha güzeldi.
Amcaya el sallayarak eve doğru hızlı hızlı
yürümeye başladık. Yürürken çiçeklerini
çantasına sakladı. Annesine sürpriz yapacaktı
ya, çiçekleri eve girdikten sonra çıkaracaktı.
Fakat kapıyı açan annesinin yüzünde birden
öfke belirdi. Ayakkabıları çamurlu, üzeri ıslak
olduğu için ona kızdı annesi. Semih, sanırım
konuyu değiştirmek için benden söz etti:
“Yeşim bize geldi biraz. Ders çalışmaya.”
Ama annesi, “Bak, arkadaşının
ayakkabılarında çamur yok.” diye
söylenmeye devam etti. “Aynı yolda
yürümediniz mi siz?”
Sonra bilgisayarının başına geçti annesi.
Acele bitirmesi gereken bir işi varmış.
Biz Semih’in odasına yöneldik. Okuldan
çıktığımızdan beri hiç susmayan Semih,
bir süre konuşmadı. Sonra, ödevlerimizi
yaparken tekrar normale döndü.
Daha ödevlerimizi bitirmemiştik, kapının
çalındığını duyduk. Gelen dedemdi. Semih’in
annesiyle kapıda biraz konuştular. Annesi,
“Keşke biraz daha geç gelseydiniz, şimdi
çocuklara yemek yedirecektim.” dedi. “İşim
yeni bitti.” İşlerin yoğunluğundan söz ettiler.
Bizler için çalışıyorlarmış sonuçta, öyle dedi
Semih’in annesi.
Dedem bana seslenince, kalktım, çantamı
topladım. Semih de kendi çantasından
çiçek demetini çıkardı, bana verdi. Anneme
götürmemi söyledi. Güzel bir sürpriz
yapmamı önerdi.
Arkadaşımın yüzüne bakmadan aldım
çiçekleri. Dışarı çıkınca, evin önündeki
çöp kutusuna attım. Mahsus attım oraya,
arkamızdan el sallayan annesi görsün diye.
İçimizde yeni bir umut gibidir, yılbaşını kutlama saadeti. Henüz büyümemiş olan en güzel çocuğun, henüz girmediğimiz en güzel denizin, henüz yaşamadığımız en güzel günlerin varlığını bilmenin bahtiyarlığıdır. Nazım okuru olmanın bilincidir. Yüzyıl gibi veya saat gibi zaman ifade eden terimleri, tabii ki insanlar uydurdu. Üretim ilişkilerinin gelişmesi ve hayat mücadelesinin karmaşıklaşması nedeniyle ihtiyaç duyuldu bunlara. […]
Devamını OkuAsaf, on bir gündür babasının gözlerini üzerinde hissediyordu. Aslında daha önce de bazen böyle olurdu. Okulda bir matematik problemini çabucak çözdüğünde, bunu gören babasının gurur duyduğunu hayal ederdi. Hele bu dönem okullar açıldığından beri, okulda babasının takdir edeceği başarılar elde etmeyi daha çok önemsiyordu. E, sekizinci sınıfın dersleri hiç kolay değildi. Futbol oynarken de kenardaki […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku