Ağzımdan çıkan sadece dört kelimeden ibaretti, söylenecek çok şey varken: “Ne işin var burada?”
Yüzümde tatlı bir gülümseme olduğunu
hissediyorum. O kadar rahat bir
uykudayım ki… Bunu fark edebiliyorum.
Sanki bir yatağın değil, devasa bir kuş tüyünün
üstünde, gökyüzünde süzülüyorum sakin
sakin… Gözlerimin açılmaması için yeterli
bir neden olan karanlık, kapalı gözlerimi
rahatsız eden oldukça kuvvetli bir ışıkla açıldı.
Saçı toplu, siyah bir kalem etek ve beyaz bir
gömlek giymiş bir kadın; ciddi bir ifade ile
“Zaman geldi efendim, hazırlanmalısınız.”
dedi. Gözlerimi kısarak, yeni uyanmış…
Uyandırılmış biri olarak üstümdeki gerginlikle:
“Neye hazırlanacağım?” diye soracakken
sözüm yarıda kesildi. Kapıyı hızlıca tıklatıp
oldukça gösterişli bir elbise; fön makinesi,
tarak gibi gereçlerle içeri birçok kişi girdi.
Yatağımın başucunda duran kadın, yüzündeki
ciddi ve durgun ifadeyi bozmadan yanımdaki
sabahlığı eline aldı ve bana giydirebilmek için
hazırlandı. Sanırım artık kalkmam gerektiği
anlamına geliyordu bu. Yavaşça doğruldum.
Sabahlığı, onun yardımıyla giydikten sonra
işaret ettiği yere doğru ilerlemeye başladım.
İhtişamlı bir oda… Hayır; burası bir oda değil,
bir banyo. Küçük altın detaylarıyla ihtişamına
ihtişam katmış. İhtişamlı olduğu kadar sade
de… Şaşkınlıkla etrafımı incelerken kapının
ardından gelen: “Efendim, acele etmelisiniz.”
sözü ile irkildim ve lavaboda yüzümü yıkadım.
Az sonra yanımda, elinde beyaz bir havluyla
belirdi kadın. Elindeki havluyla kuruladım
yüzümü. İçeriye geçtim. Büyük bir hazırlık vardı.
Elbisenin son dokunuşları yapılıyordu. Birçok
saç modelinin olduğu kağıtların başında üç kişi,
hararetli bir tartışma içindeydi… Geldiğimi fark
eden ela gözlü kadın, yanındakileri de uyardı
ve oturmam gereken yeri gösterdi. Bir an önce
işe koyuldular. Bukleli saçlarımı, pek de uzun
sürmeyen bir uğraş sonucunda düzleştirdiler.
Birkaç elmaslı toka ile kattıkları ışığa elbisenin
zarafeti de eklenince… Zarif taşlarla işlenmiş
bir tacı yavaşça yerleştirirlerken başıma,
karşıma getirilen aynada baktım kendime…
Tıpkı bir prenses gibiydim! “Efendim, kendisi
sizi bekliyor.” dedi Bayan Margrethe. Evet, adı
“Margrethe” imiş. Onun ardından içeri gelenleri
organize eden bir kadın ona seslendiğinde
öğrendim ciddi duran o kadının adını. Ama…
Kim bekliyor beni? Bu soruyu Bayan Margrethe’e
ilettim. Bu soruyu sormamı yadırgamış gibi
bakıyordu bana. Yanıt beklediğimi belirtmek için
uzun uzun baktım gözünün içine. “Geç kalıyoruz
efendim.” dedi, sorumu yanıtsız bırakarak.
Kısa topuklu ayakkabılarının çıkardığı seslerin
dikkatimi dağıtmasını engellemeye çalışarak
onu takip etmeye başladım. Arada bir arkasını
dönüp beni kontrol ediyordu: “Biraz daha dik
yürümelisiniz efendim.” dediğinde başımı hızla
kaldırdım. Başımdaki ağırlık, yani taç, yürümemi
zorlaştırıyordu. Hem dik durmalıyım hem
tacı düşürmemeliyim hem de yürümeliyim…
Çok zor! “Bir ihtiyacınız olursa buradayım
efendim. Kendisi sizi içeride bekliyor.” dedi
Bayan Margrethe. “Teşekkür ederim.” deyip
sessiz adımlarla girdim içeri. Arkası dönük, şık
bir takım elbise giymiş biri beni bekliyordu…
Kapıdaki görevlilerin altın işlemeli devasa
kapıyı kapatması ile beni bekleyen o kişi
döndü arkasını… Heyecanla yüzünü görmeyi
beklediğim o yabancı kim, nasıl biri? Yüzünü
gördüğüm an içimde değişik bir hareketlilik ve
sıcaklık hissettim. Ağzımdan çıkan sadece dört
kelimeden ibaretti, söylenecek çok şey varken:
“Ne işin var burada?”
Elinde, kenarları iyice yıpranmış küçük bir not kağıdıyla etrafına şaşkın şaşkın bakarak ağır adımlarla yürüyordu. Çevresindeki evlerin hepsi birbirine benziyordu. Hepsi kırmızı boyalıydı, penceresi rengârenk çiçeklerle süslenmişti. Gerçek olamayacak kadar samimi ve güzel bir yerdi. Herkes burada bir aile gibi olmalı, diye düşündü. Her evin önünde küçük bir bahçesi vardı. Kimi en sevdiği çiçekleri dikmişti […]
Devamını OkuAnnesi kıyafetlerini düzeltirken Ata durmadan şikâyet ediyordu, “Hadi ama anne, törenin başlamasına çok az kaldı!” Annesi son olarak kırmızı papyonunu düzeltirken onu ikna etmek istercesine, “Tamam oğlum, bitti işte. Pek bir yakışıklı oldun!” dedi. Ata, karşısındaki aynada kendini süzdü, “Çok yakışıklı oldum, değil mi anne? Tıpkı Gazi Paşa’mız gibi…” Annesi gülümseyerek onayladı onu. O da […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku