Oyunculuğunun yanı sıra Ahu’nun en sevdiğim yanlarından biri aile kavramına, insan haklarına olan inancı ve bu konudaki fikirlerini korkusuzca dile getirmesi.
Ahu Sungur’u on yılı aşkın süredir
tanıyorum. Bana göre Türkiye’nin
aydınlık, gülümseyen yüzlerinden biri o.
Oyunculuğunun yanı sıra Ahu’nun en sevdiğim
yanlarından biri aile kavramına, insan haklarına
olan inancı ve bu konudaki fikirlerini korkusuzca
dile getirmesi. Evet, Ahu’nun hayatındaki en
kıymetli kişi, benim de olduğu gibi, biricik oğlu
Ege… Ege basketbolcu, 17 yaşında genç bir
adam. Ahu’nun Ege’ye olan düşkünlüğünün
elbette tüm annelere örnek olması gerektiğini
düşünüyorum. Çünkü annelik kavramı, ülkenin
geleceği açısından çok kıymetli. Kadına şiddet
uygulayan erkekleri de biz anneler yetiştiriyoruz
sonuçta…
Ahu Sungur’un, Mustafa Kemal Atatürk’e,
Cumhuriyet’e, laikliğe, eşitliğe, dayanışmaya,
hakka, hukuka, adalete karşı gösterdiği
duyarlılığı, aslında örnek alınası. Keşke herkes
aynı duyarlılığı gösterse ve bu değerlere asla el
sürülemeyecek olduğunun farkına varsa…
Ekim ayı, benim sevdiğim ay. Benim
doğduğum, oğlumun doğduğu ay ve sonbahar.
En sevdiğim mevsim. Ahu ile trende vagon
yolculuğumuzu yaparken bize yine biraz yağmur,
biraz rüzgâr, biraz kırmızı mor yapraklar, biraz
hüzün, biraz sevinç, biraz oyun, biraz filmler ve
elbette hayat eşlik ediyor.
n Hayat senin için ne ifade ediyor Ahu?
O kadar derin bir soru ki bu… Cevabı
aslında hiç kolay değil. Hayatın ne anlam
ifade ettiğini yaşamın boyunca arayabilirsin.
Şöyle ifade etmeye çalışayım. Hayat; yaşam
demektir. Doğum ile ölüm arasındaki o
zaman dilimi. Yaşam ise; o zaman dilimini
nasıl değerlendirdiğin… İşte hayatın, kişiye
bir anlam ifade ettiği nokta orada başlıyor
bence. Yani yaşam biçimin. İnsan, öldüğünde,
o kişi için ‘hayatını kaybetti’ diyoruz. Çünkü
insan hayatını kaybedebilir. Fakat yaşamını
kaybetmez. Yaptığımız seçimler sonucunda,
dokunduğumuz hayatlar da, yaptığımız
iyilikler de, sevdiklerimiz de, bizi sevenlerin
hatıraları da, gösterdiğimiz özen ve yarattığımız
farkındalık boyunca yaşamaya devam ederiz.
Bizi sadece bir organizmadan ayıran şey; yani
sadece canlı bir varlığı oluşturan organlar
bütünü olmaktan ve herhangi bir canlı
olmamızın ötesindeki şey; (varsa) bilincimiz,
(yetiyorsa) aklımız, (en kıymetlisi) vicdanımız,
yaptıklarımız, yapamadıklarımız, seçimlerimiz,
sevgimiz, acılarımız, hayal kırıklıklarımız,
varlık gösterdiğimiz disiplinlerdeki yarattığımız
farklardır. Picasso ‘sanat’ , Dostoyevski
‘cehennem’, Nietzsche ‘güç’, Sokrates ‘ıstırap’
diyor hayata… Belki hepsi, belki hiçbiri… Benim
şu ana kadar bulabildiğim anlam; ‘sevgi’… Ve
benim için sevgi; en başta oğlumu ifade ediyor.
Kurduğum ailemi… Ve anneliğimi… Bedeninin
içinde oluşan ve bedeninden çıkan fakat aslında
kendi uzantın olmayan, karşılık beklemeden
seveceğin, asla sahibi olmadığın fakat duygu
olarak en derin ve en güçlü duyguya seni sahip
yapan ‘Evlat’. Yani Ege… Lütfen evladımla
sınanmayayım diye dua ettiğin fakat bence;
kişinin hayatı boyunca eğer başarabilirse
özellikle en büyük en güçlü duvarlarını yıkacağı,
bencilliğinden kurtulacağı, en büyük öz eleştiriyi
vereceği, en sert, en farkındalıklı ve en büyük
sınavı ebeveyn olmak.
n Her şeyden vazgeçsen neden vazgeçmek
istemezdin?
Her şeyden vazgeçemezsiniz, bu mümkün
değil… Bu, bence yaşamın sonu olur. Büyük bir
umutsuzluk bu. Dostoyevski, “Suç ve Ceza”da
umutsuz insanlara; “Bir iple intihar da edebilirsin,
salıncak da kurabilirsin. Hayatın ipleri senin
elinde.” diyor. Düşünsenize; ‘vaz’ ve ‘geçmek’. Bu
iki kelime anlamlarını yitirdikleri için bir araya
geliyor ve anlamca kaynaşıyorlar. Biz insanlar
kelimelerin çok ötesindeyiz. Bir şeyler bizim için
anlamını yitirdiği noktada dahi hayatla kaynaşıp
bir şekilde devam etmeliyiz. Rahmetli babamın
bana hep öğrettiği gibi; yarın yeni bir gün.
n Günümüzde ülkemizde ya da dünyada
düzeltmek istediğin neler var? Fırsatın olsa,
bir alanda bir yönetici olsan, neler yapmak
istersin, neleri öncelik olarak düzeltmek
istersin?
Ahhhh ahhh… Önce çocuklar… Çocukları
koruyabilmeyi o kadar isterim ki. Kıllarına zarar
gelmeyecek hale getirmek isterim tüm düzeni…
Çocukları istismar eden insanların yok olmalarını
istiyorum bu dünyadan. Deli ve kötü kavramı
çok karıştı birbirine günümüzde. Çocukları
istismar edenlerin ruh hallerine gerçekten empati
yapacak durumda değilim ben. Toplumdan tecrit
edilmeliler bence. Sonra, şiddet gören kadınlar…
Hemcinslerim… Kız kardeşlerim… Onlar için
ne yapabiliyorsam gücüm yettiğince yapmak
isterdim. Ve hayvan dostlarımız için… Mesela, biri
geliyor ve kediler köpekler için hazırlanmış bir su
kabını, mama kabını deviriyor, parçalıyor. Nasıl
yaparsın? Hiç mi vicdanın yok? Hayvanlardan
korkuyor olabilirsin fakat onların hayatlarını
idame ettirmek için hazırlanan alanı nasıl talan
edersin? İnsan mısın? Değilsin! Sadece nefes alıp
veren bir organizmasın benim gözümde o kadar.
Çocuklar, kadınlar, hayvanlar… Yasalar var fakat
yaptırımlarda problem var. Sen bir kadını sadece
artık seninle olmak istemediği için katlediyorsun
ve sonra takım elbise giyip iyi halli mi oluyorsun?
Bir çocuğu istismar edip, “şehvet uyandırdı”
diyorsun! Sen yaratıksın, insan değilsin! Çok
doluyum çok… LGBT bireyler mesela… Biz
hangi hakla kişinin yönelimlerinden dolayı onu
yargılıyoruz? Sayısız eşcinsel arkadaşım var.
Dünyanın en tatlı, en yetenekli insanları. Kimin
haddine onları incitmek, ailelerinin izzetinefsiyle
oynamak. Mühim olan cinsel kimliklerimiz değil,
ne kadar insan olabildiğimiz. Stephen King’in
romanından uyarlanan “Yeşil Yol” filminden bir
alıntıyla bitireyim cevabımı: “Hangi çiçek, diğerini
‘sarı açtı’ diye ayıplar? Hangi kuş ‘farklı ötünce’
diğerine yasak koyar? Derisinden, dilinden ötürü
ölüyor insanlar. Ah insanlar! Her şeyi bulan,
kendini bulamayan insanlar!”
n İran’daki kadın hareketinin, bütün
dünyada ses bombası etkisi bırakan
gücünü nasıl değerlendiriyorsun?
Kadının saçıyla uğraşacaklarına, kadının
konumlandırılmasıyla ilgili çalışmalar
yapsalar diye düşünüyorum ben. Senin bu
konudaki düşüncelerini merak ediyorum.
Bizi konumlandırmasınlar. Biz kendi
konumumuzu buluruz. Bizim saçımızdan,
örtümüzden, eteğimizden, şortumuzdan,
kahkahamızdan, rujumuzdan, seçimlerimizden
çekiştirmeyi bıraksınlar artık. Bizimle, kadınlarla
ilgili her mevzuyu erkekler kendi aralarında
konuşup karar veriyorlar. Hangi hakla? Mahsa
Amini’yi kıyafet kurallarına uymadığı için
öldürdüler! 22 yaşındaki bir kadını öldürdüler!
Daha yeni, 16 yaşındaki Nika Shakarami’yi
kafatasını ezip öldürdüler! Ailesi Tahran’da bir
morgda teşhis etmiş kızlarını! Bundan büyük bir
acı var mı? Toplumları insanlar oluşturur evet. Her
toplumun kendi değer yargıları inançları vardır
evet. Fakat hiç kimse hiç kimsenin inancına ya
da inançsızlığına karışamaz! Kimse kimseyi kendi
inancı üzerinden öldürme hakkına sahip değil!
İşte bu yüzden laiklik var. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü
minnetle, saygıyla anıyorum.
n Reality show programı sunuyorsun. Ve
Türkiye’nin gerçeklerini ekrana taşıyorsun.
Neler hissediyorsun bu programı sunarken,
bu olaylara şahit olurken?
Benim için çok kıymetli bu program. İnsan
hayatına dokunuyoruz. Çok emek veriyoruz. Ve
gerçekten çok dikkatli olmaya çalışıyoruz. Ekrana
taşıdığımız her hikâye, gerçek hayat hikâyeleri.
Ve maalesef çoğu acı gerçeklerle dolu. Bazen
içim çok acıyor. Orada kendimim. Yarattığım,
bir karakter değil. Ahu olarak orada olmak hem
çok kıymetli hem de zor. Verdiğim tepkiler birer
kurgu değil. Seyirci o gerçek hikâyeyi izlerken ne hissediyorsa ben de aynı şeyi hissediyorum.
Etkilendiğim zamanlar oluyor, üstüne çok
düşündüğüm, sorguladığım anlar. Evet herkesin
hayatı bir hikâye. Fakat ortada bir acı varsa
aslında hikâye orada başlıyor.
n Annelikten söz etsen bize biraz. Oğlun
Ege’ye çok düşkün olduğunu biliyorum. Nasıl
bir anne olduğunun yakından şahidiyim.
Sence Ahu Sungur anne olmadan önce
nasıldı, anne olduktan sonra nasıl? Ne gibi
değişimler yaşattı annelik sana?
Benim hayatım Ege’den önce ve Ege’den sonra
diye ikiye ayrılıyor. Doğduğu gün kucağıma
aldığımda dünya durdu sanki. İnanamadım…
Küçücüktü ve dünyaya yeni açtığı gözleriyle bana
bakıyordu. Savunmasız, masum… Emzirmeye
başladım… Benden ona hayat gidiyordu. Ve
aslında Ege bana bir hayat vermişti doğarak…
O kadar çok seviyorum ki Ege’yi. Herhangi bir
sözcükle tam olarak anlatabilmem mümkün
değil. Çok istemiştim anne olmayı hep. Ege
çok istenerek dünyaya gelmiş bir bebek. Bence;
anne babayı sadece anne ve baban olduğu için
değil sahip oldukları özellikleri, karakterleriyle
de sevebilmek çok kıymetli. Ben oğluma
yıllar önce “Beni sadece annen olduğum için
değil umarım Ahu olduğum için de seversin.”
demiştim. Şimdi bana hep, “Seni annem olarak
çok seviyorum, Ahu’yu da çok seviyorum.” diyor.
Ben de sadece anne olduğum için değil, Ege’yi
hem yavrum olduğu için hem de Ege olduğu
için çok seviyorum. Çok iyi kalpli bir çocuk Ege.
İyilikten ve sevgiden beslenen bir çocuk. Ben de
Suat’ta çok seviyoruz oğlumuzu. Karşılıksız,
sonsuz, beklentisiz bir sevgi bu. Ege’nin özgür
ve mutlu bir hayatı olmasını istiyoruz. Hayat
yeterince zor. Bizimle olan hayatında bizden
kaynaklı üzüntüsü, yükü olsun istemiyoruz ileride
taşıması gereken. Gençleri severek, destekleyerek
hayata kazandırmalıyız. Anne-baba olarak kendi
öz irademizle onlara sunduğumuz imkânları,
büyük fedakârlık kisveleri altında onların
önüne çıkarmamalıyız. Büyüdüklerinde, kendi
hayatlarını kurduklarında bizim yanımıza gelirken
zoraki ve iç sıkıntısı yaşamamalılar. Kendilerini
bize karşı borçlu hissetmemeliler. İçlerinden
gelmeli bizi sevmek. Doğurduğumuz dünyaya
getirdiğimiz hiçbir çocuk bizim uzantımız ya
da bize ait bir organımız değil. Öğretilerimizle
ya da sadece kendi mutsuzluklarımızla onlara
sevgi adı altında hapishaneler kurmamalı ve
tutsaklıklar yaratmamalıyız. Evlat çok kıymetli.
Kendimizi törpülemeli, öz eleştirimizi vermeli,
bizim yaptıklarımız ya da yapamadıklarımızın
yüklenebileceği birer varlık olmadıklarını
anlamalıyız. Senin bana öğrettiğin çok kıymetli
bir şey var Bircan ablacım; “İnsana ihanet
etmeyen yegâne şey emeğidir.” Bence en büyük ve
en samimi emeği hak ediyor evlatlarımız. Çünkü
onları dünyaya biz karar verip getiriyoruz.
n Suat Sungur ile uzun yıllardır bitmeyen
bir aşkla berabersiniz. İkiniz de çok başarılı
oyuncularsınız. Birbirinize olan desteğinizden
söz eder misin?
Suat benim canım. Hayat arkadaşım, yol
arkadaşım, limanım, emektaşım, sevgilim, eşim,
çocuğumun babası… Onu çok seviyorum. Onun
da beni çok sevdiğini biliyorum. Birbirimize hiç
benzemiyoruz ama biz tam birbirimize göreyiz
galiba. Birlikte çok şeye göğüs gerdik. Üzüldük,
sevindik, ağladık, güldük, kavga ettik, seviştik,
didiştik, özleştik… Ama en önemlisi biz hep
birlikte ayakta ve hayatta kaldık. Ve tam 20
yılı devirdik. Zamanlar, mekânlar, olaylar bizi
deviremedi biz birlikte 20 yılı devirdik. Bir daha
dünyaya gelsem yine Suat’la evlenirim ve yine
Ege’yi doğururum. İşte bu duygu benim en büyük
gücüm ve ailem benim en büyük şansım.
Ahu’nun bence en önemli özelliklerinden
biri de çok çalışkan olması. Çalışkanlık aslında
hepimize en lazım olan şey ama maalesef pek
çoğumuzda en az olan şey… Ahu’yu çalışmak
değil, sette olmak değil, hayatın içinde olmak
değil; hayatın içinde olmamak, setten ayrı
kalmak yoruyor… Diliyorum ki hayatı tatlı
koşuşturmalar, tatlı telaşlarla ve setlerde
geçer…
Kışa mı girdik, sonbahar mı devam ediyor, bilemiyorum. Fakat şu anda doğanın en sevdiğim hali var; Ağaçlar bütün yalınlığıyla çırılçıplak. Kırmızı, kahverengi sararmış yapraklar… Doğanın bu halini seviyorum; insana benzetiyorum, insanın orta yaşlılıktan yaşlılık dönemine geçişine benzetiyorum nedense. Bu güzel yolculukta bu kez konuğum Berna Laçin. Sevgili Berna’yı gazetecilik günlerimden tanıyorum, onunla defalarca röportaj yapmışlığım, […]
Devamını OkuBir varmış, hep varmış… Türkiye Cumhuriyeti denen bir ülke varmış. Zaman içinde tüm masallarda kahramanlar, ülkeler hep değişmiş ama değişmeyen tek şey bu ülke imiş. Hep varmış, hep varmış… Ne küresel ısınma ne otokrasi, ne oligarşi ne faşizm ne de kapitalizm, bu ülkenin sonunu getirebilirmiş. Amerika, Rusya, Çin, Avrupa Birliği’nin bütün üyeleri, tüm dünyanın öteki […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku