Nurten Geroğlu
Tüm Yazıları
Aydınlığım Deliyim Rüzgarlıyım!
Ana Sayfa Tüm Yazılar Aydınlığım Deliyim Rüzgarlıyım!

“Öğretmenliğimi de avukatlığımı da öğretmek ve yol göstermek için değil; öğrenmek ve yol sormak için kullandım.”

Birkaç haftadır içimde büyük bir heyecan
ve endişe vardı. İki duygu ruhumu sırayla
çalkaladı. Hani anı anını tutmuyor deyimi
vardır ya, dakikalar arası anım anımı tutmadı.
Bir heyecanım yükseliyor beraberinde hayaller
kuruyorum, akabinde endişeleniyorum
hayalleri silip, ‘ya olumsuz bir şey olursa’nın
endişesiyle hüzünleniyorum.. Yaptığım her
şeyi defalarca, saatlerce, aylarca yorulmadan
yapabilirim fakat bu çalkalanma çok yorucu.
İnsan bir yerden sonra ne olacaksa olsun
neticeye kavuşsun diyor. Nihayetinde beni
heyecanlandıran ve hayaller kurduran tarafla
neticelendi ömrümün bu en uzun iki haftası.
Tabii biraz dinlenmem gerektiğini söylediler.
Ameliyatımdan birkaç gün sonra her ne kadar
ayaklandıysam da zihnimi yoracak eylemlerden
kaçınmam gerektiği de söylendi. Yaşadığımız
coğrafyada böyle bir şey kötü bir şaka gibi ☺
Biraz dinlenmek için odama doğru yürürken
pikaptan gelen bir müzik sesiyle şaşkınlıkla
duraksadım. Küçük adımlarla salona doğru
ilerledim. İlham Perisi salonda plaklarımı
karıştırıyordu. “Sana güzel bir geçmiş olsun
şarkısı seçmeye çalışıyorum.” dedi. Kaç gündür
ortalıklarda yoktu. Biraz kırgınım kendisine,
en azından ameliyata girmeden önce gelir diye
beklemiştim oysa. “Dinlenmem lazım Peri.”
diyerek koltuğa doğru yürüdüm ve kafamı
hafifçe pencereye doğru çevirerek gözlerimi
İlham Peri’mden kaçırdım. İlham Perisi “Hiç trip
yapma. Sen görmedin ama ben hep oradaydım.
Tam yanındaydım.” dedi. Hemen kafamı ona
doğru çevirip “Olsun ama seni görmedim.”
dedim. Aslında hep hissettim. Kurduğum
hayallerde, taşıdığım heyecanda ve gözlerimi
açtığım ilk anda bile ama insan ne olursa olsun
görmek istiyor işte. Sonunda bir plak seçip
yanıma oturdu ve şarkı çalmaya başladı.
“Bir kıyıdan baktım dünyaya
Ellerimde tuz avucumda sedef”
Şarkı bittikten sonra İlham Perisi’yle
sohbet ederken saate baktım ve televizyonun
kumandasını alıp haberleri açtım. Tüm
yasaklara ve zorbalığa rağmen sızan
görüntüler, İran’da devam eden eylemlerde
saçlarını kesen kadınları gösteriyordu.
Haberden sonra yavaşça yerimden kalkıp
kütüphaneye doğru yürüdüm. İlham Perisi “Ne
yapıyorsun?” diye sordu. Elime aldığım kitabı
açtım ve “Şunu dinler misin?” diyerek okumaya
başladım.
“…Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi
Bir şeycik olmadı – Deneyin lütfen –
Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın
Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi
Bir yaşantı ile karşılayanlara
Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum”
Şiiri bitirdikten sonra Gülten Akın’ın
“Kestim Kara Saçlarımı” kitabını göğsüme
bastırarak yürüdüm ve tekrar İlham Perisi’nin
yanına oturdum. “Bir yerlerde geç kalınmış
bir şeyler oluyor Peri, başka yerde çok erken
olmasına rağmen kıymeti bilinmiyor. İnsan
minnet duyacağı şeylerin değerini bir yerde
bilmiyor, başka yerde o minnet için can veriyor.
Baksana Peri kadınlar saçlarını göndere çekiyor,
gönderdeki saçlar özgürleşsin diye can veriyor
bir yerlerde. Ve Gülten Akın yazmış bunu
seneler önce. Ne değişiyor bu mücadelede?”
dedim. İlham Perisi uzun uzun gözlerimin içine
baktı. Sonra hızlıca yerinden kalkıp “Seni bir
yere götürmek istiyorum. Biliyorum hastasın
ama sana iyi geleceğine inanıyorum.” dedi.
“Bilemiyorum Peri, sonra mı yapsak, sürpriz
kaldıracak durumda değilim. Üstelik sorsam
nereye gideceğiz diye, belli ki söylemeyeceksin.”
İlham Perisi büyük bir kahkaha patlattı ve
“Yooo söyleyeyim, Gülten Akın’ı görmek ister
misin?” O an ne hastalık kaldı aklımda ne de
halsizliğim. “Evet.” diyerek cevap verdim…
Dimdik bir yokuş… Karşı tepeye kadar
tırmanan dik bir toprak yol burası. Sessiz,
alabildiğine boşluk ardı. Tepenin zirvesinden
hemen sonra yokuş aşağı devam eden yolun
sonunda görülen kasabanın tek umudu bu
toprak yol. Çevresi sarılı tabiatla. Hasta içinde,
memur içinde, büyük şehir içinde gözler hep
bu tepenin ardında. Kendimizi yokuş aşağı
henüz bırakmıştık ki “Peri, burası neresi?”
diye sordum. Peri “Gevaş” dedi. “Peki neden
buradayız?” Peri adımlarını hızlandırarak “Biliyorum hâlin yok ama biraz daha hızlı
gitmeliyiz. Ha geldi ha gelecek. O geldiğinde
kasabada olmalıyız.” dedi. Yürüdükçe
kasaba büyüyor, kasaba büyüdükçe sırlarını
paylaşıyordu. Yolun bitimine birkaç adım
kaldı ki tepenin üstünde bir araç tozu dumana
katarak yaklaşmaya başladı. İlham Perisi
“Geliyor.” diyerek kasaba meydanına doğru
yürümeye başladı. Aracı kalabalık bir ahali
karşılıyordu. Araçtan ilk inen dik duruşu,
buğulu bakışları, dudağının köşesine konmuş
tebessümüyle Gülten Akın oldu. Fakat ahalinin
ilgisi Gülten’in eşi sosyalist Kaymakam Yaşar
Cankoçak’a yöneldi. Bu kaçıncı sürgündü?
Bu kaçıncı menzil? Ne kadar dik dursalar
da omuzlarında yarı göçebeliğin eğikliği
görülmekteydi. Ahali arasından takım elbiseli,
her haliyle kasabanın ileri gelenlerinden biri
olduğu belli olan bir adam öne çıkarak Gülten’i
ve eşini Gevaş’ın en güzel evi olan Kaymakam
Konağı’na götürmek istedi. O sırada Gülten
Akın öne çıkarak “Hayır, ben kasabanın
hanelerini gezmek istiyorum.” diyerek bu
teklife karşı çıktı. Ahali şaşkınlıkla kaymakam
beyin ne diyeceğine bakıyordu. Yaşar Bey
“Olur.” dedi. Kaymakamın etrafını sarmış
kişiler karşı çıksalar da Gülten kararlıydı. Yeni
geldiği kasabayı tanımak, şatafatın ardına
bakmak, insanını görmek istiyordu. Tek tek
haneleri ziyaret etmeye başladılar. Biz de
onlarla birlikte… Birkaç hane gezdikten sonra
Gülten eşi Yaşar Bey’e “Her hanede hasta var.
Her hanenin damında delik. Her hanede mısır
yarması ve pancar kaynıyor öğüne.” dedi.
Gülten Akın hem
tanışıyordu hem şiire
birikiyordu. Gülten Akın’a
bakınca muhtemelen henüz
yazmadığı bir şiir paylaşmak
istesem Peri’m buna izin vermezdi. Ben
de Peri’mle paylaşmaya karar verdim. “Görsem
ellerini oğlumun /Ardında bağlı durmasa/
Kalmasa Alucra sisler içinde/ Gevaş’a kurtlar
inmese/ Cano kızak yap oğluma/ Uçar gider
göle doğru/ Çığ düşer, Artos’a salma.” İlham
Perisi ansızın dile gelen şiiri tebessümle dinledi
ve “Seni bir yere daha götürmek istiyorum.”
diyerek elimden tuttu…
Güneş şehri terk edeli çok olmuş. Tanrı’m
yıldızlar, yıldızlar uzansam tutulacaklar. O
kadar çoklar, o kadar parlak ve konuşkanlar.
Yine bir kasabadayız fakat Gevaş’ın sert
havasına göre daha narin, daha yumuşak,
daha ferah. Çam kokuyor hava, havada
deniz kokusu var. İlham Perisi’ne “Karadeniz
burası” diyerek heyecanla döndüm. Peri
işaret parmağını dudaklarına götürerek sessiz
olmamı istedi. Biraz sonra solumuzdan elinde
feneriyle geceyi yara yara ilerleyen başı önde
bir kızcağız bize doğru yaklaşmaya başladı.
Etrafıma bakınmaya başladığımda hemen
arkamızdaki hanenin kapısı açıldı ve daha
orta yaşlı başka bir kadın yine elinde feneriyle
yola düştü. Birkaç dakika sonra genci yaşlısı
kadınlar, ellerinde fenerlerle birlikte toplanıp
yürümeye başladılar. Başka başka hanelerden
tek tük kadınlar da birer ikişer yürüyorlardı.
İlham Perisi’ne “Kim bu kadınlar? Gecenin bu
vakti nereye yürüyorlar?” diye sordum. İlham
Perisi tek kelimeyle “Okula.” diye cevap verdi
ve kadınların peşinden yürümeye başladı.
Kadınların hepsi okula girince biraz uzaktan
tek bir fenerin ışığı görüldü. Ben kadınların
peşinden gitmek istesem de Peri kolumdan
tutup dışarıda kalan son kadını işaret ederek
“Bekleyelim.” dedi. Fenerin ışığı büyüdükçe
bize doğru yaklaşan heyecanlı adımlar daha
çok hızlandı. Gelen Gülten Akın’dı. Sanki
tek nefesle yürümüştü yolu. Nabız sesini
duyuyordum. Onu takip ettik. Okula girdi,
hemen girişteki ilk sınıfa doğru yürüdü. O içeri
girince bütün kadınlar ayağa kalktı. Üstünü
çıkardı, masanın üstüne koydu. Çantasından
yaza yaza ufalttığı tebeşiri çıkartıp kara
tahtanın önüne bıraktı. Ve bir sevinç, büyük bir
gurur ve engellenemez heyecanıyla kadınlarla
konuşmaya başladı. İlham Perisi “Kadınlara
okuma-yazma öğretiyor. Bir sınıf dolusu
kadın onun çağrısına, açtığı kursa
her gece koşarak geliyor.”
dedi. Gülten Akın’ı dersi
bitene kadar izledim.
Öğretmendi, öğrenmek
için öğretmenlik
yaptığını söylerdi.
Öğreniyordu…
Her çocuktan,
her kadından,
her hayattan
öğreniyordu.
Öğrendiklerinden
sağıyordu şiirini. İlham
Peri’me “Biliyor musun
Peri burada evine bomba
atacaklar. Kadınlarımıza okumayazma öğrettiği için onu öldürmeye
kalkacaklar. Burada belki ilk defa öfkenin,
şiddetin yüzüne bakacak. Gidelim Peri, fenerler
sönmeden gidelim, aklımda göz kırpan fenerler
kalsın.” dedim…
Döndüğümde Peri’m yoktu. Oldukça da
yormuştum kendimi. İlk aklıma gelen sevgili
doktorum oldu. Kızacak bana eminim. Ama bu
fırsatı kaçırsaydım da kızardı. Sonuçta sağlık
mucizelere tanık olmak için değil mi? Edebiyat
da sağlıklı bir ruh için değil mi?
Gülten Akın her ne yaptıysa, hayatın içinde
nasıl var olduysa hep tutkuyla, mücadeleyle
oldu. Onu yaşarken şiirin en büyüğü yapan
da bu tutkuydu. Sürgün sürgün Anadolu’yu
gezerken de heyecanlandıran aynı tutku…
Biraz soluklandıktan sonra kalktım ve
odama gitmek istedim. Sonra hâlâ açık
olduğunu fark ettiğim pikaba doğru yürüdüm
ve geceye bir şarkı bırakmak istedim. Hayata
karşı tutkusuyla benim ve tüm hastalarının
heyecanla fenerleri yanmaya devam etsin
isteyen sevgili doktorum Prof. Dr. İsmet
Aslan’a, bundan sonra tanığı olacağım kendi
mucizelerim için sonsuz teşekkürlerle armağan
etmek isterim.
“Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey…”

Yazarın Diğer Yazıları
Kardelenler Hep Uçar

Yağmur başladı. Şehrin bu mevsimdeki yalancı renkleri birden soluklaştı. Yağmur düşmeye başladığında İstanbul’da eğer evde değilsen, sıcak bitki çayı, bitmesini istemediğiniz bir kitabınızı okumuyor, omuzlarınıza aldığınız şalla pencereye vuran damlaları duymuyorsanız bir yandan , dışarıda trafikte kalmışsanız şehrin acımasız yüzüne maruz kalmışsınız demektir. Kaç saat oldu bilmiyorum trafik artık zulme dönüştü. Kendimi arabanın dışına atıp […]

Devamını Oku
Güneşi Tutmak

Ekimin son günleri yaklaştığında hemen hepimizin bildiği, muhakkak bir yerde gördüğü “Biz Cumhuriyeti Böyle Kazandık” yazan o meşhur fotoğraf aklıma gelir. O fotoğraf biz olmanın ne demek olduğunu anlatan eşsiz bir anın ölümsüzleşmesidir. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi fotoğrafın her karesinde görüyorsun. Kucağında top mermisiyle ve tuttuğu sancağı ile kadınlar, savaş sırasında kamyonla yarışan kağnılar, pantolonu […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku