Deniz ÖZEN
Tüm Yazıları
Es Rüzgâr Es!
Ana Sayfa Tüm Yazılar Es Rüzgâr Es!

İçeriye dolan rüzgâra elindeki rüzgârgülünü tutan küçük kız çocuğu bağırdı. “Es rüzgâr es!”

Saatin alarmı çaldığında odanın
karanlığında ayaklarını yataktan çıkarıp
aşağıya indirdi. Kalkıp cebinin alarmını
kapattı. Açtığı yarım gözlerle banyoya doğru
ayaklarını sürüdü. Avucuna doldurduğu suyu
yüzüne çarpar çarpmaz rahatladı. Sabahları
seviyordu. Yeni bir güne tazelenmeyi, umutla
güne başlamayı, pamuk anneannesinin
yanaklarını öpmeyi, pencereden el sallamasını
seviyordu. Koşa koşa vapura yetişmeyi, İnci’yle
çay simit sırasına girmeyi, sonra da gülüşerek
kaynatmayı seviyordu. Hızlıca saçlarını tepede
topuz yapıp makyajını yaptı. Anneannesi
içerde kahvaltı hazırlıyordu. Tıkır tıkır seslerini
duyunca gülümsedi. Tıfıl ayaklarına dolanıyor,
gözlerini kocaman açıp baktı. Eğilip başını
okşayıp öptü. Anne-babasını çok küçükken
kaybetmişti trafik kazasında. Minicik bir köpek
yavrusuyla anneannesi çıkıp gelmiş, yerleşmişti
eve. “Tıfıl bu.” demişti. O gün bugündür
birlikteydiler. Ödü kopuyordu onlara bir şey
olacak diye.
-Betüül hadi kızım, kahvaltı hazır!
-Anneanne yeleğini giy, hava soğuk bugün.
Sıcacık evlerindeydiler ama içi ürpermişti
soğuktan. İnce kazaklarından birini giydi. Ama
ısınamadı bir türlü. Ta ki çaydan bir yudum
alıncaya kadar.
Kızarmış ekmekten de bir ısırık alınca
tamamdı. Isınmıştı. Gün mis gibi başlamıştı,
soğuğa rağmen.
Merdivenleri üçer beşer atlarken montunun
düğmesinin sallandığını fark etti. Daha yeniydi
hâlbuki. Yirminci yaş gününde alınmıştı geçen
ay. İşe gidince Emine Abla’ya iğnesi var mı diye
bir sorup, dikeyim bunu diyerek asıldı, koparıp
cebine koydu.
Sitenin önünde dönüp anneannesine
el salladı. Neşe içinde iskeleye doğru hızla
yürümeye başladı. Köşeyi dönünce bankanın
kepenklerinin önünde biriken kalabalığı fark
etti. Ne olduğunu anlamak için kalabalıktan
başını uzatınca yerde yatan bir adam gördü.
Başında üç sokak köpeğiyle öylece yerde
uzanıyordu. Simsiyah beresiyle birlikte üzerinde
battaniyemsi bir örtü vardı. Bembeyazdı yüzü.
Köpekler hem sırtından hem de göğsünden
sarılmışlardı. Ayağına kıvrılan ise inleyerek
ağlıyordu. Kalabalığın önüne geçip eğildi,
yüzüne yakından bakıp yaşayıp yaşamadığını
anlamaya çalışıyordu ki, adamın göğsündeki
köpek kalkınca adamın sağ kolu kayıp
ayaklarının önüne düştü. Kirli avucu göğe açık
öylece duruyordu. Ölmüştü adam. Yanındaki
delikanlı; “Burada yatıyormuş her akşam. Kimi
kimsesi yokmuş. Köpeklerle birlikte sarılıp
uyuyormuş. Dediklerine göre şu sokakta evi
varmış aslında. Ne geldiyse başına sokakta
yatar olmuş. Havalar soğuyunca da, e beton
soğuk tabii. Dün gece ölmüş.” dedi. “Şimdi polis
çağırdılar, bekliyoruz.”
Dönüp yanındaki adama “Çok yazık.”
diyebildi. Adamın ona açık avucunu ve
köpeklerin ağlayan gözlerini bırakıp koşar adım
uzaklaşmaya başladı.
Vapur kalkmak üzereydi. Son yolcu olarak
atlayıp uzun süre kalabalığa baktı. Polis
ışıklarını görünce dönüp uzaklaşan vapurun
üst katına çıktı. İnci her zamanki yerlerinde
oturuyordu. Masada iki çay iki de simit vardı.
“Boş bir vazo gibiyim sanki.” diyerek oturdu
İnci’nin karşısına. İnci anlamaya çalışan gözlerle
ona bakıyordu. “Her sabah tozu alınıp parlatılan
ve büfenin üstüne bırakılan kristal bir vazo
gibiyim. Hiç kırılmam sandığım. Oysa bu sabah
gördüm, bir rüzgâra baktığını her şeyin.”
Tam o sırada güvertedeki kapı açıldı. İçeriye
dolan rüzgâra elindeki rüzgârgülünü tutan
küçük kız çocuğu bağırdı. “Es rüzgâr es!”
Hayat hepsini kapsıyordu işte. Siyahıyla,
beyazıyla, eksiğiyle, fazlasıyla… Ve belki de
kontrolsüzlüğüyle güzel olan.
Vapurun ardında köpük köpük dalgalar
akıyordu zaman gibi.

Yazarın Diğer Yazıları
Sultan

İliklerine kadar üşümüş bir şekilde girdi dolmuştan içeri. Mesaiye kalmak değil de şu eve gitme meselesi hakikaten canını sıkıyordu. Bir vesait ayarlasalar ölürler sanki, ama çalışmaya gelince “Sultan Hanım, bu akşam dosyayı bitirip öyle çıkalım.” diyorlar. Adamlara anlatamazsın da yahu ben şehrin en uç bölgesindeyim. Sizler gibi şıkır şıkır aydınlık sokaklarda yürümüyorum diye. Al işte […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku