Yunus Emre’nin “Yaradılanı hoş gör, yaradandan ötürü.” veya Mevlana’nın “Gel, gel, yine gel, ne olursan ol, yine gel.” sözleri bu coğrafyada doğan, büyüyen, yaşayan herkesin aradan geçen neredeyse 750-800 yıla rağmen zihin haritalarına, paradigmalarına bir daha hiç çıkmamacasına işlenmiştir
Hoşgörü kavramı Anadolu kültürünün en büyük erdemlerinden
biridir. Yunus Emre’nin “Yaradılanı hoş gör, yaradandan ötürü.”
veya Mevlana’nın “Gel, gel, yine gel, ne olursan ol, yine gel.”
sözleri bu coğrafyada doğan, büyüyen, yaşayan herkesin aradan geçen
neredeyse 750-800 yıla rağmen zihin haritalarına, paradigmalarına
bir daha hiç çıkmamacasına işlenmiştir. Bizler de doğal olarak hayat
görüşümüzü inşa ettiğimiz temellerden birini hoşgörü olarak kabul
etmişiz. Karşılıklı olduğu ve toplumun tüm katmanları tarafından
paylaşıldığı sürece büyük bir üstünlük olan bu vizyonun, toplum içerisinde
barış, anlayış, huzur, denge ve refah, güvenlik gibi kazanımları olduğu
ulusal tarihimizde kayıtlıdır. Tarih boyunca Türkleri; yaşadıkları coğrafyada
ezilen, baskı altında kalan halkların kaçıp sığındığı güvenli, huzurlu bir
liman gibi kabul etmelerini sağlayan temel unsur; gücümüz, kendimize
güvenimiz ve kendimize saygımızdan kaynaklanan, Batılı toplumlarda
bizim anlayışımız ölçüsünde bulunmayan bu hoşgörüdür.
Hoşgörü zihinsel ve psiko-sosyal alanda etkilidir; yaradılıştan kaynaklanan
her türlü farklılığı doğal kabul eden ve bu yönüyle bu farklılıkları hor
görmeye, kınamaya, yargılamaya yer vermeyen ahlaki, barışçıl, uzlaşmacı
bir olgudur.
Türklerin hoşgörü, Avrupalıların ise tolerans dedikleri kelimelerin
anlamları ve ifade ettikleri kavramlar arasında önemli farklar var. Hoşgörü;
sıcakkanlılığı, sevgiyi, empatiyi ve toleransı da içeriyor. Ama tolerans’ın
içerisinde bunların yerine sadece demokratik bir müsaade etme var.
Batı’nın hoşgörü anlayışı daha ziyade akılla ilişkilidir, bizdeki ise gönülle.
Bizim hoşgörümüzde gönülden bir kabulleniş varken, batı kültürünün
güçlü demokrat değerlerinden kaynaklanan adil, eşitlikçi, hakkaniyetçi ve
bunlarla sınırlı bir müsaade etme anlayışı hâkimdir. Bu noktada Batı’daki
bu müsaade etme anlayışının da özellikle kendi benzerleri arasında
tam anlamıyla uygulandığını, diğer toplumlara karşı bu kadarını bile
göstermediklerini de hatırlamak gerekir.
Hoşgörüsüzlük güvensizlerin ve zalimlerin tutumudur. Biz tarih boyunca
imparatorluk kuran az sayıdaki milletten biriyiz, güçlü, güvenli ve adaletli
devletler kurmuş ve bunu da hoşgörü ile desteklemiş bir toplumuz. Bizden
olmayanı hiçbir ayrımcılıkla değerlendirmemiş ve kültürlerini yaşama
ve yaşatma hakkına her zaman saygı duymuşken; Batılıların ırk, dil, din,
kültür konularındaki geçmiş sömürgeci yaklaşımlarını da akılda tutmak
gerektiğini düşünüyorum.
Bugün 1.4 milyarı aşmış koca Hindistan’da bile trafik soldan işler. Fas’ta,
Cezayir’de kendi kültürlerine son derece aykırı olarak herkesin Fransızca
düşünmesi ve konuşması, Batılı kültürlerin hoşgörü anlayışının ne kadar
kendilerine dönük olduğunu göstermektedir
“Cumhurbaşkanı olmasaydım, Millî Eğitim Bakanı olmak isterdim.” sözü, Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermesi bakımından çok anlamlıdır. Kendi eğitimine ve kişisel gelişimine küçük yaşlardan itibaren büyük önem veren ve, “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyen Atatürk’ün, kendi gibi milletinin eğitimine de özel […]
Devamını OkuBirinci vazifemiz olan, Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyet’ini, değil ilelebet 100. yılına kadar bile tam manasıyla koruyamamış ve savunamamış olmanın derin acısını hissediyorum. Bunun hepimiz için çok ağır bedelleri olacağının kaygısını taşıyorum. Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarının, imkansız şartlar altında büyük fedakârlıklarla bize armağan ettiği, güzeller güzeli biricik vatanımıza ve biricik Cumhuriyet’imize hedefleri doğrultusunda sahip […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku