Dilek Neşe AÇIKER
Tüm Yazıları
Kum Koktu

Epikür paradoksunun göbeğinde çırpınıp duruyordu kedi.

Epikür paradoksunun göbeğinde çırpınıp
duruyordu kedi. Sonsuz bir fraktaldan
çıkabilmek için umutsuzca çabalamaktaydı. Çoğalıyor, azalıyor, büyüyor, küçülüyor, duvarlarını aşamıyordu.
Bütün o hengâmede “Kötülükten kaçış
mümkün mü?” diye sorup duruyordu kendi
kendine. Nereden çıkmıştı hayatı çekilmez
yapan bunca kemlik?
Alışkanlıklarından ziyade alıştıklarına
bağlıydı ve onlarla ilişkisini sorunsuzca
sürdürebilmek yegâne dileğiydi. Sımsıkı
tutunduğu rutini olmazsa yaşayamayacağını
inanmıştı. Kişiliksiz görünme tasasına kapılıp
inandırıldıklarını vardan sayamıyordu.
Kendini sonsuz kez yinelediği şekilden
şekle giren feleğinde amaçsızca devinirken
kötülüğün ayakları yere basan bir tanımını dahi yapamıyor ama onu her hücresinde
hissediyordu.
Suskunluk yasalarının yumruğunu sertçe
vurduğu bir anda sözcükler icat edilmeden
öncesini düşünürken buldu kendini. Tarihin
de kötülükler tarihi olduğunu fark ettiğinde, kimselerin duymayacağı kadar alçak
sesli mırıltılarla kitaplarının üstüne uzandı.
Dilinin ucuna gelen kelimeleri yalayıp yuttu.
Hangi günde başlamıştı kötülük? Gecenin
zifiri karanlığında mı yoksa güneşin ışıkları
altında mı işlenmişti ilk cinayet? Önce fikir
mi ölmüştü? Ne çok soru vardı.
Sorgulamalarla geçen günlerinde cevapları bir türlü bulamıyor, çelişkiler yumağının
peşinde koşturup duruyordu. Bir de git gide
büyüyen yalnızlığı vardı. Bunu bir türlü anlamlandıramıyordu.
Derin düşünmeye ara verdiği küçük molalarından birinde, kendi sonsuz kopyalarından
yarattığı arkadaşlarıyla birlikte mümkün
olan en iyi dünyaları Schopenhauer’a ve en
kötü dünyaları Leibniz’e hediye etmeyi kararlaştırdılar. Bu ucube deneyden eğlenmek
dışında beklentileri yoktu. Hayatın hangi
yarısının mutlulukla geçeceğini bilmeden
yaşamak zordu. Uzun sürmeyen, orta şekerli
bir keyif hâlinin ardından müzminleşmiş can
sıkıntısı geri geldi kedinin, çünkü ne yaparsa
yapsın kötülük yanı başında duruyor, dikkatini çekmek için türlü türlü araçlar icat
ediyordu.
Gel zaman git zaman aynı şeyleri tekrar
tekrar tecrübe etmenin faydasız olduğuna
ikna etti aklını ve ruhunu. Durduramayacağı
rüzgârları arkasına alacak kadar fırıldak değildi belki ama karşısında durmaya da niyeti
yoktu.
Diline daha önce hiç duymadığı bir şarkı
takılıverdi.
“İki dünya bir araya gelse yol bulur kaçarım ortadan
Kaybolmak lazım şimdi iz bırakmadan”
Şarkıyı hiç anlamamıştı kedi ya da daha
doğrusu anlamak istedikleri şarkının anlattıklarıyla akla kara kadar alakasızdı.
Nihayetinde doğru oturup eğri kalktı ve en
iyi bildiğini düşündüğü şeyi yapmaya karar
verdi. Konformizmin sıcak, güvenli yatağına
uzanacaktı. Netice itibariyle görece kısa ya
da görece uzun bir zaman aralığında dünyayı
değiştirmek için elinden geleni yapmış, yan
gelip yatmayı, hayattan kaçmayı, görmezden
gelmeyi ve gelinmeyi hak etmişti. Görülmek
istediği yerler de değişmişti ama bunu henüz
kendine itiraf edecek irtifaya ulaşmamıştı.
“Tamam.” dedi uykuya dalmadan önce.
“Kumumu eledim, çıkıntılardan, keskin
kenarlı taşlardan, sert deniz kabuklarından,
rengârenk camlardan kurtuldum. Şimdi ne
istersem yapabilirim.”
Ertesi sabah bir öncekinin aynı bir güne
uyandı. Dünya yine değişmişti ama o farkına
bile varmadı. Yuvarlak gözlerini açıp kısa
menzilde etrafa baktı. Erindi, gerindi, eşindi.
Akabinde görüp duyduğu, kaçınıp sakındığı
ilk kötülükte kafasını önceden elediği o kuma
gömdü. Tertemizdi kumu kedinin; grinin matlaşmış, kimliksiz bir tonunun güven veren
ruhsuzluğuna da sahipti, çoraklığın hayatı
anlamsızlaştıran kahverengiliğine de.
Bütün devinimini kaybetti kedi. Böylece
ikinci kötülüğü tamamıyla görmezden gelebildi.
Üçüncüyü ne gördü ne duydu ne bildi.
Görmemeye çabucak alışmıştı. Kumla dolu
kulakları seslere dikilmeyi unutmuştu.
Bilmemekten mustarip oluşunu idrak dahi
edemedi.
O kadar uzun süre kaldı ki başı kumda, en
nihayet bir gün kum koktu.

Yazarın Diğer Yazıları
Sonbahar Sayıklamaları

Orion’a inat su üstünde yürüyorum. Yeknesak, alabildiğine mavi bir kütle benimle savaşmaya can atıyor. Kaçıyorum. Ortak olmadığım suçların cezasını çekmeyeceğim. Kuşların kanatlarına, balıkların yüzgeçlerine, kelebeklerin hafifliğine içim gidiyor. Huyumdur, kalbim hep bende olmayanın peşine takılır durur. Bir boynu büküklük taşıyorum eskiden kalma. İşte bu yüzden müsamahakârım kendime. Susuyorum. Sonbahar geldi, geçiyor. Kibirli, bir o kadar […]

Devamını Oku
Yarım Kalmış Bir Hayal

Başlığı en sevdiğim yazarlardan olan Alessandro Baricco’nun bir kitabının adından aldım. Orijinal ismi Questa Storia olan eser Birinci Dünya Savaşı ve 1917 Devrimi’nin tesirini arkasına alarak insanın hayatında yarım kalmış, hep yarım kalması muhtemel anılara, maceralara, duygulara ve ilişkilere odaklanır. Kitaba verilen Türkçe ismi çok severim. Kişisel yaşamımdan ziyade ülkemle ilgili hüzünlendirenbir yanı vardır benim […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku