Mustafa Kemal Atatürk. Gençliğe çok önem veriyordu. Onlar için her şeyi yapmaya çalıştı. Çok güzel bir gençlik bıraktı. Peki Türk gençliği, Ata’mızın bıraktığı gibi mi şu an?
n Genç olmak, nasıl bir duygu?
Güzel… Yani güzelmiş… Annem babam,
öyle anlatıyor. Sırtındaki sorumluluğun
yükünün ağır olmadığı apayrı bir dünya
yaratıyormuş insan kendine. Bazen çevrende
olup bitenlerden soyutluyormuşsun kendini,
bulutların üstünde gibi hissediyormuşsun.
Daha sağlam arkadaşlıklar, bütün çılgınlıklar,
cesaretin zirveye ulaştığı, her şeyi yapabileceğin
düşüncesinin zihninin merkezine işlediği bir
şeymiş gençlik…
n Hep, “-miş” ile bitti cümlelerinin sonu ve
hep annenin ve babanın sana söylediklerini
anlattın. Peki senin için ne demek “gençlik”?
Benim için? Bilmem, düşünmedim. Aslında
fırsatım olmadı.
n Neden fırsatın olmadı?
Omzumda o kadar büyük sorumluluklar
var ki… Bir sınava hazırlanıyorum, üniversite
sınavına. Herkes, bu sınavın hayatımı
belirleyecek önemli etkenlerden biri olacağını
söylüyor. Ama birkaç saatlik bir sınav için
hayatımın en güzel zamanlarından ödün
verdiğimi göremiyorlar, anlamıyorlar…
Her gün verilen onca ödev, her dersten her
konuya yetişme durumu, üstüne bir de her
dönem olduğumuz sınav stresi eklenince…
Yıpranıyoruz, gerçekten… Üstelik “hayatımızı
büyük ölçüde etkileyeceğini” söyledikleri sınava
hazırlanabilmek için neredeyse eve kapanıp;
uyumak, tuvalete gitmek ve yemek yeme gibi
temel ihtiyaçlar dışında sadece ders çalışmamız,
test çözmemiz isteniyor. Tabii çözdüğümüz bu
testlerde veya yapılan deneme sınavlarında
yanlış yanıtların olması da “olağanüstü” bir şey
olduğu için birçok kişiden tavsiyelerini alıyoruz.
n “Eve kapanmamız ve ders çalışmamız,
test çözmemiz bekleniyor.” dedin. Bu cümle
ile ne söylemek istedin?
Yani “sadece ve sadece” bir şeylere saatlerce
çalışmamız bekleniyor. Bizi motive edecek
şeyler yapılmıyor. Şu çok büyük bir gerçek
ki: Biz, herkesin defalarca söylediği laflarla
motive olmuyoruz, olamıyoruz. Zaten derslerde
dakikalarca dinliyoruz ve anlamaya çalışıyoruz.
Göze hitap eden şeyler gerekli… Bir öğrenciyi,
okulda düzenli olarak düzenlenen birkaç küçük
festival veya kutlama bile o kadar motive eder,
o kadar mutlu eder ki… Bunun farkına varılana
kadar bizim, hatta onlarca neslin “gençliği
elinden gitmiş olacak.”
n Gençlere verilen destek hakkında ne
düşünüyorsun?
Destek, gençlere verilen destek…
Düşünüyorum, düşünüyorum… Yok, hiç tanıdık
bir kavram değil.
n Herkesten: “Gençler bizim geleceğimiz.
Onların düşünceleri, görüşleri; onlar çok
önemli.” sesleri yükseliyor ama.
İnsanın en sevdiği şey: Konuşmaktır.
Konuşulanlar gerçekleşsin veya gerçekleşmesin,
bir önemi yok. Mühim olan, söylenmiş olsun.
İnsan; gençliğinin ilk zamanlarında bu sözlere
kanıyor, bu sözlerin getirdiği öyle bir mutluluk
oluyor ki… Bana destek olacak birileri var,
diyorsun. Bir ricada bulunana kadar… Ricana
yanıtları ya “Kendisine ileteyim./Sorayım.” ya
da uzun bir sessizlik. Hiç şaşmaz! Bu arada,
bir yanıt verilirse genellikle sonrasında da bir
sessizlik olur. Yani karşı taraf olumlu bir dönüş
yaptı mı veya dönüş yaptı mı, bilemezsin.
Çoğu ricanın mahkûm olduğu şey: Derin bir
sessizlik… Ama sözde destek oluyorlar canım,
hepsi destek oluyor. “Ülkemizin geleceğisiniz.
Siz, çok önemlisiniz.” diye diye geziniyorlar,
“sözde verdikleri değer” ile birbirlerine karşı
böbürlenmeleri yok mu bir de!
n Tam tersi insanlar da var, diyeceğin
birilerini tanıyor musun?
Elbette! Yazdıklarıma olumlu ya da olumsuz
yanıt veren, sessizliğin kişiye daha da önem
kazandırmadığını bilen birçok, çok değerli
büyüğüm var. Özellikle de topluma yakın
olduğunu sadece sözde bırakmayan sanatçılara
ayrı bir hayranlığım var. Toplum ile iç içe
olmaları, sanatlarını o yönde şekillendirmeleri
çok özel… Ellerinden geldiğince araya birilerini
koymadan, bizzat iletişim kuruyorlar. Bu
hayatta, sana destek verenlerin olması; çok yüce
bir duygu bence…
n Ülkemizin başına çok güzel, özel bir şey
geldi yıllar önce: Mustafa Kemal Atatürk.
Gençliğe çok önem veriyordu. Onlar için her
şeyi yapmaya çalıştı. Çok güzel bir gençlik
bıraktı. Peki Türk gençliği, Ata’mızın bıraktığı
gibi mi şu an?
Ata’mız, Türk gençliğinin bu hâlini görmedi
iyi ki… Görse çok üzülürdü çünkü biliyorum…
Büyük bir savaşa katıl, büyük bir orduya
başkomutanlık yap, savaş bittikten sonra da
durma ve yenilikler yap. Çocuklara ve gençlere
çok değer ver ve bunu da onlara göster. Onlar
için harika bir gelecek inşa et, onları üzecek
bir şey olmaması için çabala… Şimdi… İlkokul
çocuklarının bile her gün “Dolar kaç TL olmuş?”
diye sorduğu ve yaşıtlarının da kuruşuna kadar
yanıtladığı, gençlerin sırf sayısal alanda daha
fazla iş imkânı var diye sevmediği bir işi yapmayı
kabullendiği, en göz önünde olan meslekleri
seçenlerin bile çalışacak yer bulamadığı bir
ülkede yaşıyoruz. “Bütün ümidim gençliktedir.”
demiştin, bu cennet vatanı biz Türk gençlerine
emanet etmiştin. Özür dileriz Ata’m; ne sana
layık olabildik, ne gençliğimize…
Elinde, kenarları iyice yıpranmış küçük bir not kağıdıyla etrafına şaşkın şaşkın bakarak ağır adımlarla yürüyordu. Çevresindeki evlerin hepsi birbirine benziyordu. Hepsi kırmızı boyalıydı, penceresi rengârenk çiçeklerle süslenmişti. Gerçek olamayacak kadar samimi ve güzel bir yerdi. Herkes burada bir aile gibi olmalı, diye düşündü. Her evin önünde küçük bir bahçesi vardı. Kimi en sevdiği çiçekleri dikmişti […]
Devamını OkuAnnesi kıyafetlerini düzeltirken Ata durmadan şikâyet ediyordu, “Hadi ama anne, törenin başlamasına çok az kaldı!” Annesi son olarak kırmızı papyonunu düzeltirken onu ikna etmek istercesine, “Tamam oğlum, bitti işte. Pek bir yakışıklı oldun!” dedi. Ata, karşısındaki aynada kendini süzdü, “Çok yakışıklı oldum, değil mi anne? Tıpkı Gazi Paşa’mız gibi…” Annesi gülümseyerek onayladı onu. O da […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku