Şükrü ERBAŞ
Tüm Yazıları
Pandemi ve Edebiyat -2
Ana Sayfa Tüm Yazılar Pandemi ve Edebiyat -2

Pandemi ve Edebiyat -2

Kitapçılar, özellikle merkezden uzak,
küçük kentlerdeki kitapçılar, edebiyatın
ve yayıncılığın kılcal damarları gibidir.
Okurun kitapla buluştuğu, o kentin kitapla ilgisi
olan insanlarının birbiriyle görüştüğü, söyleştiği,
okuduğu kitapları paylaştığı küçük ölçekli
birer kültür merkezleridir. Abartı sayılmazsa,
kendi ölçüleri içinde edebiyatın-kitabın yeniden
yazıldığı yerlerdir. Bunların kapanması, sadece
o kent için değil, ülkenin bütünü ve geleceği
için öngörülemeyecek bir kültürel yoksulluğa
dönüşecektir. Her şeyin internet üzerinden
döndüğü bir gelecek, kolay, cazip görünse de
sözünü ettiğimiz teması, iletişimi buralarda da
ortadan kaldıracağı için, insanı hayata katacak olan
kitap, insanı tam bir yalnızlığa gömecektir.
Edebiyatın, yazar / kitap / okur üçlüsüyle, geniş
ölçeklerde soluk aldığı yerlerden birisi de kitap
fuarlarıdır. Fuarlar, yılda 5 ile 10 gün arasında
faaliyet gösterse de çok önemli edebiyat, kültürsanat merkezleridir. Sadece kitabın satıldığı yer
olarak düşünmek çok yanlış olacaktır. Bir anlamda
edebiyatın okura taşındığı, okurun kitapla ve
yazarla temas ettiği, bir dizi söyleşi, panel, dinleti
izlediği, deyim yerindeyse kitabın, hayatın içinde
varlık bulduğu yerlerdir. İnsanların binlerce
kitaba aynı anda dokunduğu birer şölendir. Kitap
üzerinden kurulan çok özel bir aidiyet duygusudur.
Kitap almadaki hiçbir indirim, hiçbir kolaylık,
bir fuarın bir haftada verdiği o büyük paylaşım
heyecanını vermeyecektir. Salgın öncesinde ülkenin
neredeyse yarısına varan kentinde irili ufaklı fuarlar
düzenleniyordu. Bu fuarlar, en küçük kentlerde
bile binlerce insanı, kitaba çekiyordu. Hepsi de
kesildi. Bunun daha da uzun sürmesi, zaten kitapla
barışık olmayan ülkeyi ikinci bir kültürel çoraklığa
götürecektir.
Bir başka yıkıcı durum ise okulların kapatılması,
yüz yüze eğitime ara verilmiş olmasıdır. İlkokuldan
üniversiteye, pek çok eğitim kurumunun, bu
kurumlardaki öğrenci topluluklarının düzenlediği,
kitaplarını derste işledikleri ya da ders dışında
okudukları yazarlarla buluşmalar kesilmiştir. Bu
buluşmalar, okudukları yazarla / şairle yapılmış bir
çeşit ‘edebiyat atölyesi’ çalışmasına dönüşüyordu.
Kitaba ilişkin sorular soruluyordu, kendi yazma
deneyimleri paylaşılıyordu. Bu iletişimin, yazma
hevesi olan yüzlerce genci yüreklendiren çok
değerli verimleri vardı. Ne yazık ki kitabın okura
ulaştığı bu kanal da kapandı.
Yerel yönetimlerin ve demokratik kitle
örgütlerinin, birer kültür-sanat hizmeti olarak,
yıla yayılmış edebiyat etkinlikleri de son derece
önemli bir yere sahiptir, okurla kitabın, okurla
yazarın / şairin buluşmasında. O kentin ve o yapının
insanlarının, günlük telaş içinde soluk aldıkları,
bir çeşit arındıkları, kişisel okuma çabalarına
inandıkları birer özel alan oluyor bu etkinlikler. Ne
yazık ki kapanma ilk bu çalışmaları durdurdu.
Tüm bu alanları topluca göz önüne getirince,
doğrudan edebiyatın yaratılma süreciyle ilgili
görünmese de, kitabın insanlara ulaşmasıyla,
bu buluşmaların yarattığı aidiyet duygusuyla,
kitaba dokunma, sayfalarını çevirme, kitapçıyla
/ yazarla birkaç söz edebilme, binlerce kitabı
bir arada görebilme vb. pek çok ritüel bir yıldan
fazla bir zamandır yaşanamıyor. Bunun ne
kadar süreceği belirsiz. Bu ritüel, müzik gibi,
resim gibi, tiyatro gibi kitabı da başka insan
etkinliklerinden ayıran, son derece yaratıcı,
yapıcı ve insanı iyileştiren bir ritüeldir. Bu
kanalların kesilmesi, bir ülkenin uzun vadede
kaba, cahil, düşünmeyi unutmuş bir toplum
olmasına götürecektir hepimizi.
Bir alıntı yapmak istiyorum. Perulu yazar
Mario Vargas Llosa’dan: “Okumayan, edebiyata
el sürmemiş bir insanlık, kaba ve ilkel dili yüzünden
ürkütücü iletişim sorunları yaşayan bir sağırlardilsizler topluluğuna, sözcük oluşturma yetisinden
tümüyle yoksun bir topluluğa döner. Aynı şey
bireyler için de geçerlidir. Hiç okumayan, az okuyan
ya da yalnızca süprüntü okuyan bir insan engelli
bir insandır: Çok konuşabilir ama az şey söyler,
çünkü söz dağarı kendi kendini dile getirmeye yeterli
değildir. Yalnızca sözsel bir sınırlılık değildir bu.
Aynı zamanda zihinde ve düş gücünde bir sınırlılığı
da gösterir. Düşünce yoksulluğudur, çünkü içinde
bulunduğumuz durumun gizlerini kavramamızı
olanaklı kılan düşünceler ve kavramlar, sözcüklerden
bağımsız bir biçimde var olmaz.
•••
Bu süreçten geleceğe kalacak olan, belki
de okurla kitap arasındaki tek ilişkiye dönecek
olan, internet üzerinden kitap satışları olacaktır.
Öncesinde de var olan bu satış biçimi, bu kapanma
döneminde kitapçıların yerini alacak biricik olanağa
dönüşeceğe benziyor. Yayınevleri ve Yayıncılar
Birliği’nin açıklamalarından, internet üzerinden
kitap satışlarının önceki yıllara göre arttığı
söylenmektedir. Bu süreç için bu çok olağandır,
iyidir, gereklidir. Yukarda saydığım mekânların
(fuarlar, kitabevleri, kültür-sanat kurumları ve
diğer edebiyat buluşmaları) en geniş ölçülerde
etkinlikte olması kaydıyla, bunda bir sıkıntı yok.
Ancak, siz edebiyatı sadece satışa, satışı da hiçbir
biçimde kitabı elinize alıp inceleyemediğiniz bir
satışa indirgerseniz, bununla yetinirseniz, zaman
içinde bir uzaklaşma başlayacaktır. Kitap diğer
nesneler gibi bir tüketim nesnesine dönecektir.
Ticari anlamda öyle görünse de, kitap, insanın
beş duyusunun devreye girdiği, çok boyutlu,
derinlikli ve aldığı şeyle düşünsel-duygusal bağ
kurulan bir kültürel etkinliktir. Entelektüel bir
insan edimidir. Konser nasıl konser salonunda
dinlenirse, resim sergisi nasıl bir sergi salonunda
izlenirse, tiyatro salon olmadan yapılamazsa,
kitapla okurun, yazarla okurun ilişkisi de andığım
mekânlar ve kurumlar olmadan olamaz. Daha
doğrusu olmamalı. Eğer olursa, uzun vadede hem
edebiyatın, hem insanın toplumsallığını yitireceği
bir yabancılaşmaya varacaktır.
•••
Yukarıda sıralamaya çalıştığım tüm bu
kaygılara ve hayatın getirip önümüze koyduğu bu
kısıtlara karşın, inancım odur ki, toplumun azıcık
soluk aldığı zamanlar geldiğinde, edebiyat, tüm
kurumlarıyla, ilişki biçimleriyle o eski günlerine
dönecektir. Kendi bildiği yoldan yürüyecektir.
Bu karabasan günler hızla unutulacaktır. Çünkü
insanın geldiği entelektüel düzey ve hayatın
diyalektiği, edebiyatın olmadığı, sözün ‘cahiliye
çağı’na döndüğü, insanın yaratıcılığının yok
edildiği bir dünyaya izin vermeyecektir. Yaşanılan
bu sürecin, edebiyat açısından kalıcı olacağına
inanmak, hayatın bittiğine inanmakla eş anlamlıdır.

Yazarın Diğer Yazıları
Dünya Şairin Hem Anarahmidir Hem Mezarıdır

Ne zaman şiir üzerine konuşmak ya da yazmak durumunda kalsam, Melih Cevdet’in şu sözü aklımda, dilimde çınlar durur: “Şiir, üzerinde çok fazla konuşmayı kaldırmayan bir sanat dalıdır.” Şiir yazan her şair, bu korkuyla kekeleyip durmuştur ama neredeyse ilk insandan beri de en çok şairler şiir üzerine konuşmuştur. Ben de bu gerçeği bozmayacağım; şiir ve hayat, […]

Devamını Oku
Zamandan Süzülmüş Bir Zaman

Nar ağaçlarının ıslık çaldığı bir avluydu. Deniz neminden kapıları vardı. Eski değil de incinmişti. Yaşı asmaların tozunda saklıydı. Kim oturursa otursun bir Rum eviydi. Kuyuları ipleriyle boğulmuştu. Kalın seslerin ortasında küçülmüş, küçülmüştü. Ev değil, bir pas salkımıydı. Beyaz badanaların altında kim bilir kaç bakış gövermiş, kaç dokunuş halkalanmıştı. Kaç şarkı yaz yapraklarına ölümsüz kalpler çizmişti. […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku