Sevgili Nilüfer, seninle yıllardır tanışırız. O kadar renkli ve güçlü bulurum ki seni, soruları hazırlarken sana ne soracağımı
inan çok düşündüm. Öncelikle şunu sormak istiyorum: Ailen Makedonya topraklarından geldi. Biyoloji okudun. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümünde oyunculuk eğitimi aldın. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda çalıştın, sonra Dostlar Tiyatrosu, Tiyatro Stüdyosu, Tiyatrokare gibi topluluklarda çalıştın. Güçlü bir sinema oyuncususun. Dizilerde oynadın, müzikle uğraşıyorsun ve iyi bir yazarsın.
Sevgili Nilüfer, seninle yıllardır tanışırız.
O kadar renkli ve güçlü bulurum ki seni,
soruları hazırlarken sana ne soracağımı
inan çok düşündüm. Öncelikle şunu sormak
istiyorum: Ailen Makedonya topraklarından geldi.
Biyoloji okudun. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı Tiyatro bölümünde oyunculuk
eğitimi aldın. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda
çalıştın, sonra Dostlar Tiyatrosu, Tiyatro
Stüdyosu, Tiyatrokare gibi topluluklarda çalıştın.
Güçlü bir sinema oyuncususun. Dizilerde oynadın,
müzikle uğraşıyorsun ve iyi bir yazarsın.
n Bilinmeyenleri kendine sakladığını
biliyorum, neler söyleyebilirsin, kendine dair
anlatacakların neler olabilir?
Senin de belirttiğin gibi kendimi anlatmayı
hiç ama hiç sevmiyorum maalesef. Maalesef
diyorum keşke tam tersi olsaymış, hatta biraz
kendimi allayıp pullama yeteneğim de olsaymış
ama yok.
Maalesefi şimdi geri alıyorum.
Olan olması gerekendir.
Kendimi bildim bileli öğrenci psikolojisiyle
takılan birisiyim. Öğrenmenin sonu yok. Bilgi
de sonsuz, bendeki ilgi de sonsuz. Mümkün
olduğunca disiplinli yaşıyorum ve çalışıyorum.
Görünen güzelliklerin altındaki kötülüklerle,
kötülerin içindeki iyiliklerle haşır neşir olmak
için çok uzun yollar, yürüyüşler yapıyorum
gündüzleri.
Uyku düzenime de dikkat ediyorum artık
(şimdilik).
Eskiden belirsizliklerden nefret ederdim,
beni en çok sinirlendiren şey belirsizlikti. Zaman
geçtikçe insan sabırlı olmayı öğreniyor. Bence
hayatın insana öğrettiği en önemli ders sabır.
Belirsizlikler falan da umrumda değil artık.
Kökeni Balkanlar olan İstanbul doğumlu
biriyim.
İstanbul’un atmosferi öykülerime hem
çatı vazifesi görüyor, hem de ister istemez
öykülerimi şekillendiren bir aktör. Bazen baş
aktör, bazen figüran ama illaki kendini bir
şekilde var ediyor. Kırsalda-kumsalda geçen
gerçekçi öykülerimde de, rüyada-uzayda geçen
büyülü-fantastik öykülerimde de İstanbul’un hoyrat-şefkatli kokusunu almak mümkün.
Bu şehirle çok fırtınalı bir ilişki yaşıyorum
ve hâlimden memnunum. İstanbul her hâliyle
kabulüm.
Kendimi tanımlamayı becerebilmek isterdim
ama hâlâ tanıma sürecini tamamlamadım.
Genel olarak en iyi özelliklerimi söyleyerek bu
sorudan paçayı sıyıracağım.
Disiplin, azim ve inanç, kişiliğimin temelini
sağlam tutuyor. O temeli iyi kötü tüm duygular,
hâl ve tavırlarla kuşatıyorum; yanlışları tamir
ederek, doğruları kutsayarak yaşıyorum.
Çalışkanımdır, bu da iyi bir yanım.
Kitap, sahne, film söz konusu olduğunda
soluklarım düzene giriyor ama sosyal
ortamlarda soluk sorunları yaşıyorum.
n İç sesinle, sözcüklerinin kazınarak
okunması gerektiğine inandığım kitaplar
yazdın. Konumun gereği popüler kültürün
ağına düşebilirdin, bu mümkündü ama
sen farklı bir yol izledin. Bunu nasıl
becerebiliyorsun?
Kısaca çalışırken zamanın ellerimde eğilip
büküldüğünü, hızlanıp yavaşladığını açıkça
görüyorum ama çalışmadığımda zaman
katılaşıyor, akışkanlığı yitiyor; soğuyor,
donuyorum. O yüzden her zaman bir program
dâhilinde disiplinle çalışıyorum.
Yazarken şiddeti ve mizahı harmanlamak
kalemimin en çok sevdiği şey.
Mizahımın karanlık yanı babamdan kalan bir
miras, hamurumda var.
Hayatın acıyla, dertle mayalanmış akışında
haddinden fazla hassas bir bakış açısıyla
yaşamak, eğer mizahın gücü olmasa benim için
mümkün olmazdı.
Kederle eğlenmek, dert içinde neşe bulmak
katlanmanın tek yolu.
Etrafıma baktığımda sadece öyküler
görüyordum her zaman. Acı tatlı tüm
yaşadıklarım da bir öyküymüş gibi geliyor.
Kâğıt kalem üzerinde öyküler kurgulamak
sekiz yaşımdan beri yaptığım bir şey ve hayata
bağlandığım tek yol.
Bir yandan kamera karşısında rolümü
oynuyordum ya da tiyatro sahnesinde. Ancak
okullu bir oyuncu ve doğuştan öğrenci olduğum
için öylesine profesyoneldim ki oyunculuğu
kamera kapalı olduğunda ya da perde indiğinde
sürdürülebilir bir şey gibi görmüyordum. Hâlâ
bu böyle.
Bana ‘star’ yaftasının yapıştırılmasından
kendimi korumak için çok çaba sarfettim
çünkü özgürlüğümün kısıtlanmasından mutlu
olmayacaktım.
Hayatta hiçbir zaman herhangi birinin
dümen suyuna giren biri olmadım, bu yumuşak
görünümün ardında asi-dik başlı bir insan var ve
hayatın gerçeklerine karşı son derece uyanık.
Bu özgür ruhumu, zamanında, piyasanın
gözleri kamaştırıp sonra da kör eden ışıklarına
sırtımı dönerek kazandım.
Haklının-haksızın birbirine karıştığı, her türlü
emeğin sömürüldüğü, gücü elinde tutandan
başka kimsenin sözünün geçmediği sisteme
karşı tek başıma ve onurlu bir şekilde ayakta
kalmak bugün beni kitaplar yazmış, filmlerde
oynamış, şarkılar söylemiş çok yönlü sanatçı
kimliğime soktu.
Zamanında bana sunulan ışıltıları iyi ki
elimin tersiyle itmişim çünkü benim kendime
kurduğum renkli dünyanın yanında çok sönük
kalıyorlar.
Hayatın içinde fazlasıyla yer alıyorum. Bunu
başarabilmek için bilerek isteyerek starlık
yaftasını kendime yapıştırtmadım. Malesef
çok genç yaşta ünlü olmuştum, ekranda ya da
sinema perdesinde görünmek yaşam akışınızı
etkileyebiliyor. Nihayetinde iyi bir performansla
ve temiz bir niyetle insanların kalplerine
dokunmak elbette çok güzel ama iş bu kadarla
kalmıyor. Ünlü olmanın gereklerini yerine
getirmek gibi açmazlar söz konusu. Her zaman
asi, dik başlı biri oldum, yaradılışım böyle. O
nedenle ünlü olmak, ünle var olmak, starlık gibi
kavramlara sırtımı dönüp sokağın damarında
kalmayı tercih ettim. Böylece öykülerime
ulaşabileceğimi bilinç altımda sezmiş olduğum
ve hayallerimin peşinden gittiğim için çok
mutluyum.
n Hayatın dili bugünlerde sana ne
söyletiyor? Ne söylemek istersin?
Hayat bir süre önce bana: “Azıcık da sen söyle
ben dinleyeyim” demeye başladı. Bunu daha
önce 11 kez yapmıştı. Demek yine sırası gelmiş
ki üç yıldır üzerinde çalıştığım öykülerime son
noktalarını koydum ve yayıncıma teslim ettim.
Onlar okunma aşamasındalar, ben de
heyecan ve mutlulukla tek kale maç yapıyorum.
Söylemek istediğim -isteyeceğim- her şeyi
öykülerim vasıtasıyla çok aleni, çok cesur, çok
eğlenceli ve dehşetli bir şekilde söylüyor olmak
Tanrı’nın bir lütfu ve şükürler olsun diyorum her
zaman.
Bu olağanüstü ve olağan dışı ülkeye ve
insanlara dair kahrolası umudum hiç bitmez.
Bazen kendime kızıyorum bile bu yüzden.
Bir insan hem bu kadar karanlık olup
hem nasıl bu kadar umut dolu olabiliyor,
anlayamıyorum. İçimde dayak arsızı bir çocuk
var sanki ve inatla onu sevmeye çalışıyorum.
Bunun için harcadığım mesaiyi hiçbir şeye
harcamıyorum. Üstelik o velet o kadar cesur ki,
her an kendini ateşe atabilir.
Sanatçı olarak yaptığım hiçbir şeyi
sorumluluk duygusuyla yapmıyorum, yaşama
katlanabilmek için yapıyorum. Bu yeteneklerin
bana birer hediye olarak verilmiş olduğunu
düşünüp onlarla kendimi var ediyorum. Bu
yetenekleri kullanmazsam lanetleneceğime
inanıyorum.
Yaşadığım sürece çalışacağım.
Umuda gelince; ruhumun toprağında
söküldükçe çoğalan arsız bir yaban otu umut.
Umut için cesaret gerek.
Cesaret, gözü karalığa varan radikal isyan,
köktencilik, merhamet ve maalesef insan sevgisi
kumaşımda var.
Hepsi için teşekkür ederim.
n Asıl bizler sana teşekkür ediyoruz.
-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuGüneş, karşıdaki ormanlık tepedeki ağaçların arasından kaybolmak üzereydi. Karanlık yavaş yavaş köyün üstüne çökmeye başlamıştı. Daha kalkıp lambanın gazını doldurup camını temizlemeliydim. Geceye hazırlık yapmalı, sonra masama oturup yarınki ders programını ve ders kitaplarını hazırlamalıydım. Geceler uzun sürüyordu dağ köyünde. 1979 yılıydı, kışın ortasında elektriği, yolu, suyu olmayan köye öğretmen olarak atanmamın üzerinde henüz üç […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku