Zafer KÖSE
Tüm Yazıları
Tarafsız İyilik Olur Mu?
Ana Sayfa Tüm Yazılar Tarafsız İyilik Olur Mu?

LENNIE’Yİ KORUMAK…

George, arkadaşı Lennie ile 1930’lu yıllarda, Amerika’da çiftliklerde çalışır. Kendine
ait küçük bir çiftlikte hayatını sürdüreceği
günleri düşler. Bütün hayallerinde Lennie de
vardır. Buna mecburdur George. Lennie kendi
başına yaşayamaz. Dev cüsseli ve fizik gücü
çok yüksek bu adam, zihinsel olarak gelişmemiştir.
Zaten Lennie de ailenin küçüğü gibi bir ruh
haliyle, George’un onaylayacağı biçimde yaşamak ister. Birlikte alacakları küçük çiftlikte
birkaç tavşan beslemeyi hayal eder. Çünkü
yumuşak şeyleri okşamayı çok sever.
Bir gün Lennie, çiftlik sahibinin güzel
karısının saçlarını okşamaya kalkınca işler
karışır. Kadının tepki göstermesi üzerine,
ağzını burnunu kapayarak onu susturmaya
çalışır. Bir kadının saçlarına izinsiz dokunduğunu George duyarsa çok kızar; Lennie’nin
tavşanları sevmesine izin vermez sonra. Kadının çırpınışları Lennie’nin paniklemesinden
başka işe yaramaz ve ölüverir kadın. Lennie,
çiftlikten kaçar.
Hemen bir linç grubu toplanır. Hayalleri yıkılan George, arkadaşını linç grubundan önce
bulur. Artık onu koruyamayacağı bellidir. Her
zamanki gibi hayallerini anlatmaya başlar.
Yanında getirdiği tabancasını gizlice çıkarır.
Kendisini dinlerken dalıp giden arkadaşına
son iyiliğini yapar. Lennie’yi vurur.
ZORLA İYİLİK
OLUR MU?
Bernhard Schlink’in “Okuyucu” romanında, Hanna, İkinci Dünya Savaşı günlerindeki bir toplama kampında 300 Yahudi
kadının yanarak ölmesine göz yummaktan
yargılanmaktadır. Hâkim, suç kanıtı olan
bir metni onun el yazısıyla karşılaştırmayı
düşünür. Hanna ise, kendisine verilen kâğıda
bir şey yazmaz ve suçu kabul eder. Oysa o
metni Hanna yazmış olamaz, çünkü okuma
yazma bilmemektedir. Fakat bu sırrının
ortaya çıkmasındansa, ömür boyu hapse
mahkûm olmayı tercih eder.
Sevgilisi Michael, Hanna’yı duruşmada izlerken gözünde canlanan anılarla, bir anda onun
sırrını anlamıştır. Hâkime gerçeği açıklayarak
Hanna’yı o kadar büyük bir cezadan kurtarırsa,
iyilik yapmış olur mu? Ona, “hayır, senin için
iyi olan, senin tercihin değil” deme hakkına
sahip midir?
Bu, George ile Lennie’nin arkadaşlığından
başka nitelikte bir ilişkidir. Kendi kararlarını
vermek konusunda Hanna’nın herhangi bir
engeli yoktur. Onun tercihine aykırı hareket
ederek ona iyilik yapmak, tabii ki savunulamaz.
“İYİLİK YAPMAK”
İYİ MİDİR?
Peki, iyilik amacıyla ve iyi niyetle sergilenen her davranış, gerçekten iyilik midir?
Örneğin, taksi şoförüsünüz, üniversite giriş
sınavına geç kalmamak için koşan ama belediye otobüsünü yakalayamayan bir öğrenciyi
alıp, para talep etmeden, sınava yetiştirdiniz.
İyilik yaptığınız öğrenci üniversitede bir bölümü kazandığında, başka bir gencin o bölümü
kazanamayacağı hiç aklınıza gelmez mi?
Sonuçta, hangi bölümü kaç kişinin kazanacağı belli değil mi?
Tıpkı, birkaç öğrenciye burs vererek eğitimde eşitlik sorununun çözülemeyeceği gibi
bir konu bu. Veya yoksullara “yardım ederek”
yoksulluğun önlenemeyeceği gibi. Yetkili
olduğunuz şirkete yapılan iş başvurularından birini seçerek işsizliği azaltamayacağınız
gibi. Karşılaştığınız kişilere iyilik yaparken
tanımadığınız birine “kötülük” yapmanız,
aslında, yüz binlerce yıllık uzun bir konu…
İYİLİK YAPMAKİNSANLIK YAPMAK
Havemann, kültürel niteliklerin elenmesi
ve gelişmesi konusunda da doğadaki seçilim olgusunun geçerli olduğunu anlatır: Her
ağaçtan binlerce tohum etrafa saçılıyor. Bir
ormanda, her yıl milyarlarca yaşam olasılığı üretiliyor. Ve bunların çevre koşullarına
en uygun olan küçücük bir kısmı tutunuyor
toprağa. Böylece filizlenen yaşamlar birbirlerine benzer özellikte oluyor. Diğerlerine
benzemeyen ve çok az bulunduğu için farkına
varılamayan çeşit çeşit olasılıklar da aslında
varlığını sürdürebiliyor. Çevresel koşullar
değişince, bu sefer o çeşitlerden biri yaygınlaşmaya, bir süre sonra da genel görünümü
oluşturmaya başlıyor.
İnsan türünün önceki dönemlerinde,
bencilce davranıldığı durumda, grup içindeki
en güçlülerin bile sağ kalma şansı çok azdı.
Yaşlıların, engelli üyelerin, yeni doğanların
ve onlara bakan annelerin, topluluktaki
herkesin gereksinimini hep beraber sağlayan
insan çeşitleri doğadaki varlıklarını sürdürebildiler. Çünkü onların ortaklaşmacı özellikleri koşullara uygundu.
10 bin yıl önceki yakın zamana kadar, yüz
binlerce yıl boyunca, birbirini tanıyan küçük
gruplar hâlinde yaşamıştı insanlar. Grup içinde birbirlerine sahip çıkmak ve ortaklaşmacı
biçimde hareket etmek en “kendiliğinden”
ilkeleriydi.
Daha büyük organizasyonlar içinde, toplum hâlinde yaşamaya başlayınca, kolektif
üretim yetenekleri daha da gelişti. Bebekliği
doğanın en güçsüz canlısı olan insan türünün
en fazla dayanışma geliştiren çeşidi, uygarlıklar yaratan bir canlı hâline geldi.
Günümüz insanının yaygın biçimde üzerinde anlaştığı “iyilik”, “güzellik”, “doğruluk”
gibi kavramlar, önceki koşulların ürünüydü.
Özellikle de birbirini tanıyan küçük gruplar
hâlinde yaşanan dönemin. Zaten o zamandan sonra geçen süre henüz çok kısa.
Bu arada, elbette bencil, fırsatçı, rekabetçi
özellikleri önde bulunan çeşitler tümüyle
kaybolmadı. Uygarlaşmaya geçiş sürecine
kadar o özellikler insanda çekinik biçimde
varlığını sürdürdü.
UYGARLAŞMA
SÜRECİNDEKİ İNSAN
Birbirini tanımayan kalabalıklar hâlinde
yaşamaya başlayan insanlar kendilerini nasıl
aynı grup içinde hissedecekti? Ortak inançlar
ve simgeler olmadan bu mümkün müydü?
Örneğin, büyücülük gibi bazı uygulamaların
gelişip dinlerin ortaya çıkmasını, insanların
bir arada yaşama istenciyle de açıklayabiliriz.
Ne var ki, ortak inanç ve simgelerin ortaya
çıkış koşullarındaki masumiyetleri kayboldu.
En önemli gelişme, kuşkusuz, insanın günlük
gereksinimini aşan bir üretim yeteneğine
ulaşmasıydı. “Artık değer” sayesinde, herke

sin çalışmasına gerek kalmıyordu. “Artık de

ğer”i yönetmek, kaçınılmaz biçimde mülkiyet
ve iktidar gibi olgularla birlikte gelişti.
Böylece yöneten-yönetilen veya ezen-e

zilen gibi ayrımlar belirginleştikçe, birbirini
tanımayan insanların ortaklaşa hayatıyla
ilişkili simgeler ve inançlar birer iktidar aracı

na dönüştü. İnsanların birbirleri için eşyalar,
bilgiler, güzellikler ürettiği gerçeği hissedile

mez oldu.
Oluşan yeni ortamda, hem yönetenlere
itaat hem de diğer yönetilenlerle rekabet
gibi, “artık değer”in çoğaltılmasını sağla

yacak insan özellikleri beslendi. Doğrusu,
“artık değer”in gittikçe daha az sayıda
insanın elinde toplanması ve tekrar tekrar
üretim sistemindeki yatırımlar için sermaye

ye dönüşmesi sonucunda, insanlık tarihinde
görülmemiş bir zenginleşme de ortaya çıktı.
Ne var ki, “büyük insanlık”a hiç de mutluluk
getirmeyen bir zenginlikti bu.
TARAFIMIZ,
MECBURLUĞUMUZ
Kapitalizm, insan türünün varlığını sür

dürmesine engel olan ve onda çekinik halde
bulunan niteliklerin baskın hâle gelmesine
neden oluyor. Bu “kötü insan” nitelikleriyle,
içinde yaşadığımız ekolojik sistemin korun

ması da mümkün değil.
Bu demektir ki, kapitalizmin devam etmesi
mümkün değil. Ya insan niteliklerini tahrip
edeceği için insanlıkla birlikte yok olacaktır
kapitalizm, ya da insanlık bu mücadeleyi
kazanıp onu aşacağı için yıkılıp gidecektir.
İlle de politik bir bilince dayanmasa da
her “iyi insan” tavrı, daha güzel bir dünya
kurabileceğimizin kanıtıdır. Yüzlerce olumsuz
davranış arasındaki tek bir iyilik bile, insanlı

ğın bir mucizesi kabul edilmelidir. Bu sayede,
koşullarının ürünü olan insanın koşulları

nı aşabileceğini, kendisini ortaya çıkaran
dinamikleri çözümledikçe onların etkisinden
bağımsızlaşacağını biliyoruz.
Yüz bin yıllık insan niteliklerini tahrip
eden bu kapitalist koşullarda “iyi insan”
olmak, aynı zamanda antikapitalist olmak

tır. İyilik, kişisel meselemiz değil, toplumsal
tarafımızdır. İyi insan niteliklerini yaşatmaya
ve geliştirmeye, varlığımızı sürdürmek için de
mecburuz.

Yazarın Diğer Yazıları
Güzel Bir Yıl İstiyoruz, Yaratacağız!

İçimizde yeni bir umut gibidir, yılbaşını kutlama saadeti. Henüz büyümemiş olan en güzel çocuğun, henüz girmediğimiz en güzel denizin, henüz yaşamadığımız en güzel günlerin varlığını bilmenin bahtiyarlığıdır. Nazım okuru olmanın bilincidir. Yüzyıl gibi veya saat gibi zaman ifade eden terimleri, tabii ki insanlar uydurdu. Üretim ilişkilerinin gelişmesi ve hayat mücadelesinin karmaşıklaşması nedeniyle ihtiyaç duyuldu bunlara. […]

Devamını Oku
Hepimiz Birimiz İçin

Asaf, on bir gündür babasının gözlerini üzerinde hissediyordu. Aslında daha önce de bazen böyle olurdu. Okulda bir matematik problemini çabucak çözdüğünde, bunu gören babasının gurur duyduğunu hayal ederdi. Hele bu dönem okullar açıldığından beri, okulda babasının takdir edeceği başarılar elde etmeyi daha çok önemsiyordu. E, sekizinci sınıfın dersleri hiç kolay değildi. Futbol oynarken de kenardaki […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku