Barış İNCE
Tüm Yazıları
Yeni Bir Kültür İnşa Etmek
Ana Sayfa Tüm Yazılar Yeni Bir Kültür İnşa Etmek

Büyük usta Yaşar Kemal şöyle der:

Büyük usta Yaşar Kemal şöyle der: “İnsan
soyunun meselelerine yabancı kalmış kişi,
sanatında usta da olamaz. Yani o hüner
dediğimiz küçücük şeyi de gösteremez. Çünkü insanı
aşağılatan işlemlere karşı koymayan yürek, küçük
yürektir. Küçük yürek ne kadar hünerli olursa olsun,
ondan iyi sanat çıkmaz. Çıkamaz. Şu gelmiş geçmiş
dünya sanatına bakın, hep kalanlar büyük yürekler,
insan soyunu aşağılatanlara karşı koyan yürekler.
Bunun dışında belki birkaç kişi var, diyeceksiniz. Ben
buna inanamam. Varsa da, insanlar onları bir zaman
için yutmuşlardır. Boyaları gözleri kamaştırır. Bir gün
yaldızları sıyrılıp gerçek yüzleri ortaya çıkacaktır.”
Ustadan aldığımız güçle soralım: Kendi
halkınızın meselelerine yabancılaşmışsınız,
kibirle donanmışsınız, yıllardır hamaset dışında
bir üretim ortaya koyamamışsınız, hurafelere
batmışsınız, siz kültürde nasıl “ileride”
olacaksınız? Buradaki en önemli nedenlerden
birisinin Yaşar Kemal’in bahsettiği halktan
kopuş olduğu bir gerçek. Kültür aynı zamanda
örgütlenen de bir şey. Sınıflı toplumlarda her
sınıf kendi koşulları içerisinde kendi kültürünü
oluştursa da bu kültür, ilişkide bulunduğu diğer
kültürlerle de etkileşim hâlindedir. Bu geçişkenlik
kültürlerarası bir gerilimi de beraberinde
getirir. Türkiye’nin bağımlılık ilişkileri, iç göçler,
kentleşme sorunları, tarikat-cemaat ilişkileri,
neoliberal ekonomi gibi pek çok parametre
emekçi sınıfların kültürel iklimini de belirledi.
İslamcılar 80 sonrasında özellikle kent yoksulları
arasında hem kitle kültürüne karşıt gözüküp
(Özel kanallarda ve gazetelerde yoksulların
gözüne sokulan şatafat, yozlaşma vb.) hem
ondan beslenen (kendi özel kanallarını kurma,
kasetlerle vaaz dinletme, kuponla şofben verme
vb.) ikili bir süreçle ilerledi. Tepkiselliğin aktığı bir
kanal olarak İslamcılık, o güne kadar aldığı iktidar
destekleriyle de mahallelerde biçimsiz bir kültür
inşa etmeye çalıştı. Bugün öyle bir çabadan da
söz etmek mümkün değildir.
İkinci bir neden elbette ki dogma ve hurafe.
İnsanlığın bilim ve sanatta gelişmesinde en önemli
sıçramanın dogmatizmden kopuşla mümkün
olduğunu söylemek mümkün… Hümanizmin insan
aklının üzerinde hiçbir gücün olmaması gerektiği
tespitinden, pozitivizmin doğanın yasaları gibi
toplumun yasalarını da bulma çabasına, Marksist
felsefenin görünenin ardındaki sınıfsal ilişkileri
çözümlemesine, aydınlanmanın tüm akımları
bir biçimde dogmatizmle hesaplaşarak ilerledi.
Bu ilerleme bilime ve sanata katkı sundu. Özgür
düşünce, felsefi tartışmaları da beraberinde
getirerek sanat eserine bir biçim vermeye başladı.
Temanın, izleğin oluşumuna katkı sundu.
Bu süreçte ister istemez, Sanayi Devrimi,
Fordist üretim ve sonrasında oluşan sermaye
birikimi dünyada kültürün tekelleşmesine ve
piyasalaşmasına yol açtı. Buna karşı çıkış sınıf
mücadelesinden kopuk verilemezdi. Nitekim
Yaşar Kemal’e tekrar dönersek, şu sözlerini
hatırlarız: “Ben diyorum ki, biz böyle bağımlıyken,
sömürülürken, kültürümüzü de yıkımdan
kurtaramayız. Kendimize varamayız. Yaratıcı
olamayız. Çok söyledim, gene de söyleyeceğim, o
bin çiçekli bahçede bir çiçek olamayız. O bin çiçekli
bahçeden, biz böyle gidersek bir çiçek eksik olacak.”
Kültürel öğelerin metalaştırılmaları,
seri üretim aracılığıyla çoğaltılmaları ve
iletişim araçları sayesinde büyük kitlelere
ulaştırılmaları düşünürler tarafından sıkça
tartışılır. Adorno’nun, Baudrillard’ın, Debord’un,
Walter Benjamin’in fikirlerinden hareketle
bugünün paralı dijital film platformları ve
sosyal platformlar aracılığı ile yaratılan yeni
tüketim kültürü hakkında da düşünebiliriz.
Bu platformlar şu anki baskı ortamında
hem senaristlere hem izleyicilere bir nefes
alma imkânı sunuyor olsa da sermaye yapısı,
kullanıcı tercihlerini manipüle eden yazılımları,
daha çok platformun içinde kalmamız için
hep benzer ürünleri sunan görsel tasarımları
düşünüldüğünde pek de masum sayılmazlar.
Kültürel alanda yeni bir tekelleşmenin önünü
açacak olan tehlikeyi de görüp daha bağımsız
platformları nasıl kurabileceğimizi düşünmemiz
gerekiyor. Medya alanındaki tekelleşmeyi kıran
bağımsız gazete ve televizyonlar gibi bağımsız
dijital platformlara da ihtiyacımız olacak.
Eşitlikten, özgürlükten, aydınlıktan yana
sanatçıların, düşünürlerin, yazarların da
yapması gereken şeyler var. Yoz kültüre karşı
halkı aydınlatmak, kültürü halkla buluşturarak
yeniden inşa etmeye çalışmak gibi. Ustayla
başladık, ustayla devam ettik ve yine onunla
bitirelim: “Sanatta olsun, politikada olsun halkla
birlikte yürürsen, onun sevgisini, dostluğunu,
yaratıcılığını esas alırsan aldanmazsın. Ta
Homeros’tan Yunus Emre’ye, Yunus Emre’den
Nâzım’a kadar bu böyle olmuştur. Halk insana,
‘Biz buradan gider olduk. Kalanlara selam olsun’
dedirtecek bir yürek verir. Alabilene aşkolsun.”

Yazarın Diğer Yazıları
Hatıralarla Atatürk

Cumhuriyet’imizin 100. yılı ve kasım ayındaki Atatürk’ü anma haftası vesilesiyle kimi anekdotlar eşliğinde Mustafa Kemal Atatürk’ün zorlu yaşamından ve devrimlerle sonuçlanan mücadelesinden pek çok parça dinledik. Ben de İstasyon okurları için okuduğum hatırat kitaplarından, daha önce pek de aktarılmayan, kıyıda köşede kaldığını düşündüğüm bazı anekdotları bir araya getirdim. Cumhuriyet; yıllar süren savaşlar, göçler, ölümler üzerine […]

Devamını Oku
Cumhuriyet, Hep İleri…

Satı Kadın olarak da bilinen Satı (Hatı) Çırpan, Ankara’nın Kazan Köyü’nde yaşar. Mustafa Kemal Atatürk, 1934 yılında İstanbul’a gitmek için çıktığı yolculukta, Ankara çıkışında Kazan’da mola verir. Köylü kadınlar, Paşa’ya bakraçta ayran ikram etmek için koşuşturur. Hiçbiri karşısına çıkmaya cesaret edemez. Satı Kadın, muhtarlık da yapmış olmanın özgüveniyle Atatürk’e yaklaşır ve onunla tanışır. Ayran ikram […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku