İnsanın kendini gerçekleştirebilmesi için özgürlük ve hakkaniyet duygusu olmazsa olmazdır. O hâlde özgürlük ve adalet mücadelesi toplumsal olduğu kadar bireyseldir de.
Elli yıldan uzun süredir yazdıklarınızın
değeri kayda geçen şairlerimizdensiniz.
Açık sözlülük ve içtenlik yazdıklarınızda
da kendini gösteriyor. Umudun kapısı hep açık
sizde. Bu belki de eğitimci yanınızdan geliyor.
Ütopyası kararmayanlardansınız. Kitaplarınızın
yayımlanma sırasıyla şöyle bir dökümünü
yaptım: “Yangın Yılları (1979)”, “Hüznün İsyan
Olur (1979)”, “Dövüşen Anlatsın (1980)”, “Saklı
Kalan (1981)”, “Su Çürüdü (1982)”, “Belki Yine
Gelirim (1984)”, “Çocuksun Sen (1994)”, “Kalbim
Unut Bu Şiiri – Seçmeler (1994)”, “Barbar ve
Şehla (2003)”, “Yüzünün Doğusu Gül – Gul e
Rojhilata Ruye Te – Şiirlerden seçmeler Türkçe
– Kürtçe (2005)”, “Nida (2010)”, “Bakışın
Senin (2016)”, “Vedâ Divânı – Toplu Şiirleri
(2016)”, “Gidersen Yıkılır Bu Kent- Seçme Şiirler-
(2022)”. Diğer kitaplarınızın adlarını da buraya
eklemek istedim söyleşiyi okuyanlara kolaylık
olsun diye: “Ben Hiçbir Şey Söylemedim (2001)”,
“Sulara mı Yazıldı (2001)”, “Buradayım Sözümde
(2005)”, “Neylersin (2013)”, “SöyleSen (2015)”,
“GörSen (2016)”, “Dinlersen Anlatırım (2020)”.
n Edebiyatta süreklilik çok zordur. Bu
sürekliliği, bu inadınızı neye borçlusunuz?
Ütopyası kararmayanlardan sayıyorsun beni.
Bir gelecek bilgisidir ütopya, gelecek sezgisi
de bu bilgiye dâhil edilmelidir. “Düşülke” diye
adlandıranlar da var bunu. Evet, düşlediğimiz ne
varsa onu hayatımıza çağırmak, onu bugünden
yaşamaktır ütopyanın kararmaması. Şu da var,
yaşadığımız gerçeklik dünyada ve ülkemizde
tam da bir kara ütopya, distopya. Bu ahval
ve şeait içinde ütopyamızdan hayatımıza
çağırdığımız edimler vardır, olmalıdır. Barış,
eşitlik ve adalet gibi olgulardır bunlar. Şiirin her
türlü ideolojinin kapsayamayacağı bir kadrajı
vardır. Daha geniş, daha insani. Bizden önce
imgesel olanaklar şiirden gelmiştir, ütopistlerin
dayanağı şiirdir diye düşünüyorum.
Umut meselesine gelince, yazdıklarım umut
olsun, umut aşılasın diye değildir; okurda
sönümlenmekte olan duygunun üzerindeki tozu
üflemek ve kendinde olanı hatırlatmaktır bana
düşen. Bu sadece bana özgü de değil elbette.
İnsanın kendini gerçekleştirebilmesi
için özgürlük ve hakkaniyet duygusu
olmazsa olmazdır. O hâlde özgürlük ve
adalet mücadelesi toplumsal olduğu kadar
bireyseldir de. Kendimi gerçekleştirmek için
tercihim yazmak oldu. Yazma eylemi beni
özgürleştirirken, yazdıklarım aracılığıyla
ulaştığım kişilere bir özgürlük çağrısıdır ya da
öyle olmasını düşünüyorum. Bunun sürekliliği
hayat biçimimle, bir başka söyleyişle poetik ve
politik geçişimle anlatılabilir sanıyorum.
n Siz kenara çekilip yazanlardan değilsiniz.
“Kavgadan uzak kalmışsan, sevdadan da
uzaksın demektir” diyensiniz. Bunun bedelini
de hapislere konularak ödediniz. 1981’de
öğretmenken, sıkıyönetimce tutuklandınız.
Ardından TCK’nin (o zamanların
meşhur ) 141, 142 ve 146. maddelerinden
yargılandınız. Cigerhun’un (Cigerxwin) şiirleri
üstüne yazdığınız bir yazıdan dolayı 142.
maddeden hüküm giydiniz. Çıkınca işsizlik
çaldı kapınızı. Durmadınız, yılmadınız.
“Kenara çekilmek” ile neyi kastettiğinizi
anlıyorum. Hayatın içinde olmak anlamında
imliyorsun bunu. Bir bakıma dâhil olmak
ile müdahil olmak diyalektiğidir bu. Kimi
hayatların elbette içinde değilim. Sözgelimi
popüler söylemler, edimler bana uzak olsun
isterim. Orada kenarda olmak yeğdir. Kenarda
olmak kendini korumak değildir; müdahil olma
hakkını elde tutmak anlamında düşünüyorum
bunu. Kenarda durmak, uzakta olmak, içinde
bulunmak gibi olgular edebiyat cinsinden midir,
pek sanmıyorum. Olsa olsa bir kişilik özelliğidir
bu. Bazıları her yerdedir, bazıları ortalıkta
görünmez. Aslolan müdahil olma anını kestirip
ona göre davranmaktır.
n “Cezaevi Şiir Antolojisi’ hazırlayan
biri olarak merak ediyorum. Cezaevleri bir
dönemler şair-yazar evleri gibiydi. Orada
yazanların birçoğu yazamaz, üretemez
oldular sonraki yıllarda. Bunun nedenlerini
nasıl sıralarsınız?
Cezaevleri saklı şairlerle, roman ya da
öykücülerle doludur daima. Dün de böyleydi
bu, bugün de öyle. 1980 faşizmi sürecinde nicel
olanla karşılaştık. Bunun sosyolojik nedenleri
var elbette. Dışarda eylemli olan birinin
içerde kaldığı süreçte kendine bir yol bulması
gerekiyordu, bir eylem biçimi; bunun için
yazmaya yönelen çok kişi oldu. Nitelikli olanlar
kaldı, onları biliyor, tanıyoruz. Emirhan Oğuz,
Mehmet Çetin, Emirali Yağan, Fadıl Öztürk,
Nevzat Çelik ilk akla gelenler, daha başkaları
da var. Şimdilerde nitelikli olanlar hemen öne
çıkıyor. Uzun süredir cezaevinde bulunan İlhan
Sami Çomak ile Cengiz Sinan Çelik bunun
önemli örnekleri. Çok ilginç, ilginç olduğu kadar
iyi şiirler yazıyorlar. Haklarında önemli yazılar
yayımlandı. Bu iki şairle ilgili bir armağan kitap
hazırlıyoruz, BİSED olarak. Bunlar artık cezaevi
şairi değil, cezaevindeki şairlerdir.
n Şairler kendi şiirlerini yorumlayarak
okurlarken tökezleyebiliyorlar oysa siz
öyle değilsiniz. “Kalmasın, 1994” “Kül ve
Kil, 1997” iki CD doldurdunuz. Etkileyiciydi
ikisi de. Şairler neden kendi
şiirlerini okurken tökezler?
Türk şiiri oral şiirdir.
Deneysel örnekler
verenlerin bile geçmişi
bundan azade değildir.
Böyle olunca sahnede,
dostlar arasında ya da
kimi etkinliklerde şiir
okumaları yapılır. Diyelim
ki Behçet Necatigil’in
“Gizli Sevda” şiirini çeşitli
tonlamalarla dinleyiciye
sundunuz, peki “Kareler Aklar”ı nasıl
yorumlayacaksınız? Demek ki modern şiir,
romantizmden, şairanelikten, lirizmden hızla
uzaklaşmakta, bu edimi anlatı türlerine terk
etmektedir. Şiir kendi ritmini hecede, aruzda
değil, cazda, rockta arıyor artık. Öyleyken,
okurun beğenisine teslim olanlar eski
örneklerden kopamamaktadır. Şairlerimizin çok
oluşu biraz da buna bağlıdır.
Okumalara gelince, Cemal Süreya’yı
düşünüyorum. Bir yazısında okumayı doğru,
iyi ve güzel okuma olarak sınıflandırıyordu.
Aslolan doğru okumak olduğunu belirterek,
şiiri doğru okuyanın şairin kendisidir diyordu.
Biz iyi ve güzel okumayı şiir okumak olarak
algıladığımız için doğru okuyanı unutuyoruz.
Kendi adıma, yazdıklarımı doğru okumak için
titizlendim. Bunu iyi ve güzel
bulanlara teşekkür ederim.
Tabii bir de artistik ya da
teatral okuyuş var, buna
okuma değil oynama
diyorum ben.
n Şairin, yazarın
toplumsal kavganın
içindeki yeri ve yazar
örgütlenmeleri hakkında
neler düşünüyorsunuz ve farklı
önerileriniz var mı?
Yazar örgütleri ya da yazarların da bulunduğu
örgütler demokratik bir toplumda kaçınılmazdır
ve olması gereken de budur. Var olanları
önemli bulalım ama fazla da büyütmeyelim
bunu. Çünkü egemen ideolojiye karşı duruşu
gerçekleştirebildikleri oranda önem kazanır
bunlar. Yoksa ahbaplar buluşmasını aşamazlar.
Ben bu tarihte Devrimci 78’liler Federasyonu
ile BİSED’in (Bilim, Sanat, Edebiyat Derneği)
yöneticiliğini sürdürüyorum, değindiğim karşı
duruşu gerçekleştirmezlerse ne işim var burada
derim. Devrimci 78’liler Federasyonu 1980
faşizmine karşı çeşitli eylemlerde bulundu,
bulunuyor. Bir hafıza merkezi olarak 80
faşizminin hâlâ devam ettiğini etkinlikleriyle
bildiriyor. Benim için çok önemli bu.
Mücadelenin bitmemişliğini görüyoruz.
Senin edebiyat dünyamızdaki cesur yanını hep takdir ederim. İlk şiir kitabın “Ay Işığı Karanlığı Yırtarken”i henüz 20 yaşındayken yayımladın. Gazetecilik yaptın, öğretim üyeliği yaptın… Yani hep yazının içinde oldun. Kitaplarına kitaplar ekledin ve hiç geri çekilmedin. Buradan başlayalım istersen… Öncelikle “geri çekilme” faslından başlayalım. Edebiyatta bu yıl 40. yılım. Bakmayın gencim diye ortalıkta dolaştığıma! Şiir […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku