Zafer KÖSE
Tüm Yazıları
Bir Kuş

Sapanıyla nişan alırken çatalın arasından gördüğü, sanki kuş değildi.

Sapanıyla nişan alırken çatalın arasından
gördüğü, sanki kuş değildi. Rüzgâr ve
lastik sesiyle birlikte fırlattı taşı. Hızla.
Küçük taş yükseliyor, minik kuşa yaklaşıyordu.
Kuşun haberi yoktu.
Onun da yavrusu vardır belki, diye düşündü
Yeşim, yuvasında bekliyordur. Öyle demişti
öğretmeni. Vardır, bekliyordur, ama kendi
yuvasında beklemiyordur ki. Bu kuş da
yavrusunu köye götürmüştür, anneannesinin
yuvasına bırakmıştır. Şimdi de burada böyle
dolaşıyor. İşe gidiyor. Ve birazdan bir taş onu
yere düşürecek. Ne yapalım? Keşke yavrusunun
yanında kalsaydı.
Saat sekizde falan gelecekmiş anne-babası.
Ne zaman saat sekiz olacak ki?
Eskiden de saat okumayı bilmezdi.
Anneannesi, sabah yine hatırlattı, eski günleri
anlattı. Çok eski, ta bir yıl önceki günleri. Daha
anasınıfına bile gidemeyecek kadar küçük
olduğu o zamanlar, pencerenin önündeki tekli
koltuğa nasıl da güçlükle çıkıp gözü yolda
beklerdi. Küçüktü ya, o nedenle koltuğa çıkmak
kolay olmuyordu. Sonra anneannesi gelir, daha
çok var deyip indirirdi onu koltuktan. Ama o
yine çıkardı. Bir tepeye tırmanır gibi, uğraşarak.
Olsun, daha çok olsun, beklerdi.
Taş, hızla gidiyordu. Uzaklaştıkça büyüyordu
sanki. Kuş iyice küçülüyordu arkasında.
Anasınıfı bitmiş, hatta yaz tatili başlamıştı.
Üç haftadır, bu kez de sabahları geç kalkmanın,
günlerdir okula gitmemenin ve akşama
kadar evde komşu teyzeyle birlikte kalmanın
şaşkınlığını yaşamaya başlamıştı. Ve uzunca bir
aradan sonra, geçen hafta sonu köye geldiler.
Çünkü anne-babası da izne çıkmıştı. Hep
beraber geldiler.
Annesi, köye geldikleri o sabah kahvaltı
masasında anlattı. Sandalyesini iyice yaklaştırıp
saçlarını okşadı Yeşim’in. Annesi bu şekilde
yaklaşınca, Yeşim üzüleceği şeyler duyardı
hep. Sadece dört gün, diye teselli etti annesi.
Çocukları almıyorlarmış oraya. Büyüklerin tatil
yeriymiş. Gelecek ay, dedi bir de annesi, tekrar
tatile gideceklermiş. Hem de çocuklarla birlikte
gidilebilen tatile. Denize bile gireceklermiş. Hep
beraber.
Gelecek ay ne zamandı acaba? Herhâlde
cumadan sonraydı. Okullar ne zaman
açılacaktı? Arkadaşlarına soracaktı. Onların
anne-babası da tatile gitmiş miydi? Onlar da
anneannelerinde kalmış mıydı? Ama Selda’nın
anneannesi yoktu ki! Olsun, diğerlerine sorardı.
Kuşlar yavrularına yiyecek götürüyorlarmış.
Resimli bir kitaptan okuyarak anlatmıştı
öğretmeni. İyi de, yiyecek ararken yavrularını ne
yapıyorlardı? Yuvada yalnız mı bırakıyorlardı?
Evetmiş, bazen yavrular yuvada bırakılırmış.
Ama o kadar küçükse onlar, nasıl yalnız
kalabiliyorlar? Çok yavruysalar daha,
tek başlarına? Hem belki yavrular mama
istemiyordur. Anneleri yanlarında kalsın
istiyorlardır. Hiç acıkmıyorlardır ki, anneleri
gitmesin diye.
Yeşim eskiden anasınıfına bile gitmiyordu.
Çok küçüktü o zamanlar. Küçük kuşlardan
bile küçüktü. Evde yalnız kalamazdı ki! Komşu
teyzesi de ona her gün bakamazdı. Mecburen
anneannesine bırakıyorlardı.
Sapandan fırlayan taş ilerledikçe büyüyordu.
Artık kuşun sadece başı görüyordu. Neden
kuşların çoğu yavrusunu kendi yuvasında
bırakıyor da, bu kuş anneannesinin yuvasına
gönderiyor? Belki de göndermiyordur. Yok
yok, gönderiyor. Şu dalda öylece durup
etrafa umursamaz bakışından belli. Zavallı
yavrucağız da sanıyor ki, bu hep böyle. Bütün
kuşlar anneanneye bırakılıyor sanıyor, anneleri
çalışırken.
Selda’nın bir anneannesinin olmadığını
öğrendiğinde çok şaşırmıştı Yeşim. Öyleyse
anasınıfına başlamadan önce kimin yanında
kalıyordu Selda? Hafta arası nerede bekliyordu
anne-babasının gelmesini? Peki, Selda, okulu
neden Yeşim kadar çok sevmiyordu?
Yeşim, Selda’dan çok seviyordu okulu,
herkesin sevdiğinden daha çok. Annesini nasıl
seviyorsa, öyle seviyordu. Okula başladığı için
artık sadece hafta sonları değil, her gün evinde
kalabiliyordu. Anne-babasıyla birlikte.
Taş biraz yavaşladı sanki. Kuşa yaklaştıkça
büyümeye devam ediyordu. Kuş görünmez
oluyordu taşın arkasında. Pis kuş! Kötü kuş!
Kaçmıyordu. Pıırrrr diye uçmuyordu. Yavrusunun
yanına gitmiyordu.
Üstelik anneannesi yakınırdı Yeşim’den.
Misafirliğe gelen komşularına anlatırdı
hep. Yaramaz derdi, hiç yerinde durmuyor,
hiç susmuyor. Ama bir saattir sessizce,
kıpırdamadan duruyor orada, demişti bir komşu
teyze. Evetti, çünkü o gün cumaydı. Akşam
sekizde annesinin geleceği söylenmişti ona.
Öyle durur orada, demişti anneanne. Sadece o
koltukta annesini beklerken. Başka zaman olsa
durduğu yerde durmaz. “Gel kızım, in aşağıya,
daha çok var sekize.” Ne zaman saat sekiz
olurdu ki?
Nereden öğrenmişti, kimden duymuştu
hatırlamıyor. Kuşlar sapanla vurulunca, tüyleri
uçuşurmuş havada. Yere düşen kuştan tokkk
diye bir ses gelirmiş. Kuş ölmezmiş hemen
ama yerde çırpınıp dururmuş. Öyle bırakıp
kaçmamak gerekirmiş. Daha da yazık olurmuş
kuşa. Kafasını koparmak gerekirmiş. Hemen
kafasını…
Pis kuş! Bırakmasaydı yavrusunu!
Hafta sonları annesinin yanından pek
ayrılmazdı. Çok görmek isterdi annesini, daha
çok. Hele anneannesine geldiklerinde hiç
ayrılmazdı yanından. Kendisine görünmeden
evden çıkıyorlardı çünkü. Ağlıyor diye. Annebabası bir anda kayboluyordu ortadan. Oysa
bilse, ne zaman bırakıp gideceklerini tam
olarak bilse, bari o zamana kadar huzursuzluk
yaşamazdı. Giderlerken de çok ağlamazdı.
Onları üzmezdi, azıcık ağlardı.
En mutlu anlarında, bazen bir dehşete
kapılırdı. Gittiler mi? Sonra görürdü orada
annesini. Hemen yanına koşardı. Oynasana
kızım odada, niye mutfağa geliyorsun sürekli?
Eve yürürken, ağaçların arasından arabayı
gördü. Gelmişler! Tatilleri bitmiş. Demek saat
sekiz olmuş. Bagajdan eşyaları indiren annebabasına koştu. Yaklaşınca durdu. Annesinin
yüzündeki gülümseme donup kaldı, kızının
ellerine takılan gözleri dehşetle büyüdü.
Yeşim’in elinden yere düşen bir damla kan,
tokkk diye bir ses çıkardı.

Yazarın Diğer Yazıları
Güzel Bir Yıl İstiyoruz, Yaratacağız!

İçimizde yeni bir umut gibidir, yılbaşını kutlama saadeti. Henüz büyümemiş olan en güzel çocuğun, henüz girmediğimiz en güzel denizin, henüz yaşamadığımız en güzel günlerin varlığını bilmenin bahtiyarlığıdır. Nazım okuru olmanın bilincidir. Yüzyıl gibi veya saat gibi zaman ifade eden terimleri, tabii ki insanlar uydurdu. Üretim ilişkilerinin gelişmesi ve hayat mücadelesinin karmaşıklaşması nedeniyle ihtiyaç duyuldu bunlara. […]

Devamını Oku
Hepimiz Birimiz İçin

Asaf, on bir gündür babasının gözlerini üzerinde hissediyordu. Aslında daha önce de bazen böyle olurdu. Okulda bir matematik problemini çabucak çözdüğünde, bunu gören babasının gurur duyduğunu hayal ederdi. Hele bu dönem okullar açıldığından beri, okulda babasının takdir edeceği başarılar elde etmeyi daha çok önemsiyordu. E, sekizinci sınıfın dersleri hiç kolay değildi. Futbol oynarken de kenardaki […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku