Ulaş GEROĞLU
Tüm Yazıları
Dünyaya Ait
Ana Sayfa Tüm Yazılar Dünyaya Ait

Umut vardı şiirlerinde, mücadele vardı, aşk vardı… Bir sevgiliyi kaybetmek, bir sevgilide kaybolmak vardı.

Karanlık umudu sardığı zaman, şairin nefesi
düşer dünyaya…
Yalnızlık harlar ateşini, kalabalık yalnızlık..
Bir sevda türküsü olur belki, belki
vazgeçilmiş bir bekleme hali..
Ve zaman gelir, su çürüdüğünde düşer
özleten yağmurlar
Ve zaman gelir, ıssız bir şiire teslim olur şaire
düşen tüm yorgunluklar…
Onun şiiri tanımsız şimdi. Ne çok
yalnızım diyecek kadar ıssızlaşmıştır
ne de her şeyi kolay tüketen
kalabalıklara ait olmuştur. Onun için
mücadele etmek yaşamanın asli dengesi.
Neresi bir haksızlıkla hırpalansa, kalemi
cebinde durur ön safta. Nerede bir sevda terk
etse ait olduğu yüreği, sözleri ilişir doğan
boşluğa. Kalbine seslenir yorulduğunda
“unut şiiri” diye… Oysa bu sese hep sağırdır
kalbi de…
Şiir mi? Hep yer bulmuştur kalbinin
başköşesinde…
1946’da güz mevsiminde düşer şairin nefesi
dünyaya. Eskipazar’ın Danışmanlı köyünde
Salih ve Emine çiftinin doğan güneşidir.
Burçak tarlalarında büyür hayalleri… Toprağa,
insana, hayata birikmeye başlar düşleri. O
düşler ki bir yolculuğun ilk adımlarıdır şairin.
O düşler dünyayı başka görmeyi öğretir
çocukluğuna, gençliğine, kalemine…
Ahmet TELLİ, eğitimci bir ailede yetişti…
Ülkenin eğitim seferberliğinde öğretmen
bir baba ve toprağın cömertliğini, saflığını
her fırsatta anımsatan bir anne. Bir büyük
heyecan tufanı esmekteydi memlekette.
Öğrenmeye, güzel bir gelecek düşü kurmaya
başlamıştı insanlar. Toprağın cömertliği
sızlatırdı yürekleri. Toprak en kıymetliydi.
Yeni bir harf sarardı fikirleri. Fikirler güzel bir
geleceğin temeliydi.
Ahmet TELLİ’ de vakit kaybetmeden
genç yaşta bu seferberliğe katılır ve köy
çocuklarına öğretmen olur. Uzaklaştırılmış
ve uzaklaşılmış köylerde, ısıtmayan sobalar,
erimeyen karlar ve her türlü olumsuzluğa
rağmen gülmeyi başarabilen çocuklar…
Toprağın, havanın, umut dolu bakışların,
eksilmeyen tebessümlerin izini taşıyan birkaç
yılı yanına alarak köy öğretmenliğini bırakır
sonra… Gazi Eğitim Enstitüsü’nde eğitimini
tamamlamak için tekrar öğrenci olur.
O dönemde ülke ateşten gömleği
giymiştir. Demokrasi Yassı Ada’da tarihi
sınavını vermektedir. Uzun yıllar soluk soluğa
yaşanacak bir zamanın kapısı da aralanmıştır
düş kurmayı öğrenmişlere…
Birinci kuşak toplumcu gerçekçi sanatın
sesi, 68 Kuşağı’nın gençleriyle yükselir.
Rüzgâr; mücadele ruhundan hiç bir şey
kaybetmeyen bu gençleri önlerine katmış,
hayallerinin peşine sürüklemişti. Değişim
bir ütopya değil, parmaklarının ucuyla
dokundukları güzel bir hayaldi. Anadolu’nunortaya sere serpe koyulan- her köşesinden
bir parçaydı yürekleri… Sonra… Sonrası derin
bir sessizlik… Hiçlik… Güzel türküler, hevesli
marşlar susturuldu o hiçlikte. Söyleyenler
yaftalarıyla boğuldu.
Bir bahar zamanı kış çöktü. Mart’ı 12 geçe
zaman bile iki adım gerilemek istedi.
Masumiyet anlamını kaybetti,
arafta bir çiçek gibi karanlıkta
açmayı denedi. Hak, hukuk
ve adalet söylemleri
güzel bir sözcük
dizisinden ibaretti.. Artık
şiirsizleşme vaktiydi…
Oysa şiire çok sebep
vardı…Şiir ise küsmüş
bir çocuk gibi kendisini
gizledi. En çok böyle
zamanlarda şair ruhların
debisi artar, çağlar, taşar
yataklarından. Kurak kalmasın
ister hiçbir yer. Birikmek ister herkesin
dokunabileceği deltalarda.
Ülkenin son yirmi senesi; kargaşa,
haksızlık, adaletsizlik ve istikrarsızlık
duvarlarıyla örülüp sıkıştırılmışken Sanat ve
sosyal hayat sindirilmiş, fikirler ve düşünceler
ezilmiş, parçalanmıştı. Ülke yangın yeriydi
artık ve bu yangın, güzel ne varsa yok
ediyordu…
Ahmet TELLİ için o yılların tanımı ‘’Yangın
Yılları’’ oldu. 1979’da ilk kitabı ‘’Yangın
Yılları’’ şiire nefes aldırdı. Umut vardı
şiirlerinde. Mücadele vardı, aşk vardı… Bir
sevgiliyi kaybetmek, bir sevgilide kaybolmak
vardı. “Yangın Yılları”nı, aynı yıl “Hüznün
İsyan Olur” takip etti. Şair, zamanla
hesaplaşmasını kalemiyle yapıyordu. Ve 1980
yılında yayınlanan “Dövüşen Anlatsın” bir
çağrıydı gençliğine ve erken yaşlanan başka
gençlere…
Güneşin yavaş yavaş gökyüzünde şafağı
söktüğü bir anda dökülen yaprak hışırtılarına
karıştı postal sesleri. Yine.. Evlerin sobaları
şairlerin sözleri ile harlandı. Fikirlerin sesi
kısıldı, konuşanlar hep üniformalıydı.
‘’El koyduk!’’ deniyordu, ‘’El koyduk
memlekete!’’. El konuldu adalete, haklara,
hürriyete… Kapıya kadar gelince yasaklar,
eşikte duruldu; dışarı çıkılamadı. Ülkedeki her
hane, gökyüzüne bakmanın serbest olduğu
bir hücre… Her düşünce sindirildi üçayaklı
ağaçlara düşen çekiç sesleriyle…
60’ dan 80 ‘e kadar uzanan bir kıyım
listesi.. Sanata, sosyal yaşama inen
korkunç bir yumruk darbesi… Sağduyusuz,
merhametsiz bir ateş gibi insanı yakıyordu.
Memleketteki her şeyi karıştırdılar. Sadece
kendileriyle barışıktılar!…
Ahmet TELLİ, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde
öğretmendi. 1981’de sakıncalı listesindeydi.
Tutuklandı.
‘’142. Madde’’ dediler; öğretmenliği
elinden alındı. ‘’Düşünüyorsun, aydınsın.’’
dediler; ikameti cezaevine yazıldı. Ve rengi
bilinmeyen duvarlar, yapışkan karanlığa
karıştı… Güneş anahtar deliğine
sığdı; umut soğuk hücrelerde
şairin yüreğine saklandı…
Cezaevinden çıkınca
da, artık çok sevdiği
öğretmenlik mesleğinden
ihraç edilmiş bir
eğitimciydi…
Ve şiir… Çok şiir
sığmıştı yaşanmışlıklara.
Umut etmek, iyi olmak
gerek diyordu şiirleri. Sevmek,
sevilmek gerek diyordu… Bir
kuş gibi özgürdü şiir ve tutardı elbet
yaşamı bir ağaç gibi…
Ahmet TELLİ için şiirlerine, kitaplara
sarılıp duvardan düşen takvim yapraklarını
saydığı yıllar bir bir geçer. Şiiri büyür, dünyada
takip edilen bir şair olur. Onun şiirleri ve
hayat arasındaki bağ, birçok edebiyatçının
yazılarında yer alır. Sadece yazıya adanmış bir
yolculuktur artık önündeki. Hem barışı sever
hem de gerektiğinde kavgayı. Mücadele içinde
bir ateş, umut şiirlerinde gerçeklik..
Şair ‘’ait’’ olduğunda şiir kaçar, küser şaire.
O nedenle ait olmadı hiçbir yere. Ankara;
nefes aldığı, soğuğunda imgeler yakaladığı,
memuriyet makamlı sokaklarıyla, kalabalık
meydanlar arasında kalan bir evdi sadece..
Ahmet TELLİ ise dünyanın her köşesinde, her
yaşam belirtisinde, her umudun peşinde… Ait
olmadı sınırları belirli bir yere…
Şiiri, zamanın kum saatidir. Zamana
sarılan ve zaman ne kadar yaşarsa o kadar
nefes alan… O edebiyatın en ihtiyaç duyduğu
anda sesini yükselten cesur sözcüklerin
dizgicisi. O dolma kalemle dünyayı durduran
bir imge serüvencisi…
Ahmet TELLİ; insanca yaşamın, insanca
mücadelenin dizesidir. Şiiri adalet, cesaret
ve özgürlüğün gür sesidir. Her türlü esareti
engelleyen vicdanı, dünyaya yalnızlaştığını
söyleyebilme cesaretidir.

Yazarın Diğer Yazıları
İstasyon İnsanları

“Yolcular ellerinde tek gidişlik bir biletHenüz bilmeseler de hayat bundan ibaret” Güzel şarkıdır “İstasyon İnsanları”… Bu şarkı bana neleri gözden kaçırarak yaşadığımızı anımsatır. Her dinlediğimde unuttuklarımı, gözden kaçırdıklarımı ararken bulurum kendimi. Bir anahtardır kendime, başkasında ki kendime. Herkesin bir istasyon macerası vardır elbette. Birbirinden farklı olmayan ama çok farklı izler bırakan. Mesela hepimiz için soğuktur […]

Devamını Oku
Hoş Gel!

Dünyanın kendi etrafında üç yüz altmış beş kere, güneşin etrafında tam bir tur dönüşüdür geride kalan yıl. Yani aslında döne döne aynı noktaya gelip, yeniden başladığımız için bu kadar sevinçliyiz. Başlangıç tarihimiz 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece yarısı saat tam 00:00. Son on saniyeyi geri sayarak, kimi zaman önde, kimi zaman birkaç saniye geride […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku