Dünyanın en zarif insanlarından biriydi Abidin Dino.
Dünyanın en zarif insanlarından biriydi
Abidin Dino. O ki Nâzım’ın şiirinde
soruya muhatap edilen ressam… “Sen
mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama”… Zaten,
Nâzım’ın en has dostu, Nâzım’a dair en çok
hatırası olan kuşakdaşıydı. İyi bir belgesel
yönetmeni, harika ressam ve düşüncefelsefe-sanat tarihi dünyamızın muhteşem
isimlerindendi Abidin Bey. Abidin Bey ve
Güzin Hanım’la tanışmanın onurunu yaşadım
ben. Paris evlerinde iki kez, Zülfü Ağabey’in
davetlerinden birinde İstanbul’da bir kez…
Ama açıkçası Güzin Dino’yla belgesel
çektim… Abidin Bey’in vefatından sonra,
yalnızlığı sırasında, Fransa’da… Belgeselin
konusu da çok ilginçti… “100 Yaşına
Ulaşanlar!” Gerçekten de Güzin Hanım’a
kamera uzattığımız sıra, 100’e 1 kalaydı. Ama
son derece sağlıklıydı, durumlara hâkimdi,
hafızası efsaneydi. O belgesel sırasında
gözlediklerimi ve duygularımı paylaşmak
istiyorum.
Paris’ten kalkan Orient Ekspres’in İstanbul
İstasyon’unda!
•••
Paris’te, Montparnasse yakınlarındaki
çatı katındaki evine konuk olmuştum Güzin
Hanım’ın. “Yaşlılar” belgeseli için oradaydık ama… Ona yaşlı demeye dili varmazdı
insanın.
Daha kapıyı açarken gözlerinde bir ışıltıyla çekip almıştı bizi içeri… Kısa bir hâl hatır
sormadan sonra, küçük adımlarla mutfağa
ilerleyip kahve yapmaya koyuldu, hem de
Türk kahvesi! Buram buram Avrupa kültürü kokan eve, Türkiye kültüründen izler
taşımışlar Dino’lar; bazen bir resim olmuş bu,
bazen bir şarkı, bazen bir fotoğraf, bazen de
(içinde zeytinyağlı dolmaların olduğu) İstanbul antetli bir koli…
Eşi Abidin Dino’nun vefatından sonra bir
başınaydı evde, her santimetre karesi aşklarından ve tutkularından izler taşıyan emektar
Paris evinde… Biz hazırlık yaparken Güzin
Hanım pencereden bakıyordu… Paris’in
panoraması! Geçmişi düşünüp duran asırlık
kadın! Hayatına renk katan, onu çoğaltan
simalar birer birer sökün etmişti… Nâzım
Hikmet’in sesini duymuştu belli belirsiz,
hem de kendisi için yazdığı şiiri de mırıldanmıştı belgesel ekibine! “Koşmaca oynayalım
Güzinciğim/koşmaca oynayalım yağmurun
altında yalınayak başıkabak/ ve geçelim Sen
Mişel bulvarından İstanbul’u kovalayarak/
ve fır dönelim Notr Dam’ın bahçesinde Kız
Kulesi’yle…”
Şiirin yanı sıra Nâzım’ın merdivenleri ağır
ağır çıkarken hızlanan soluğunu hatırlamıştı
Güzin Dino…
Ve bize dönmüştü tekrar… Sesindeki, yüzündeki hüzünle karışık ifadeyle…
“İstanbul’dan misafirim gelince böyle bir
hüzün kaplıyor beni.” demişti. “Yeniden
yaşıyorum olan bitenleri.” Ve anlatmıştı
birinci elden tanık olarak:
“Nâzım’ı, tabii Nâzım Hikmet olarak ilk
zamandan beri takip ettim. Abidin’le Nâzım’ın
dostluğu gerçek bir dostluktur. Nâzım’ı,
kulaktan filan duyarak büyümüştüm ben…
O günlerde çoğumuz… Sonra, biz Paris’e
taşındık Abidin’le… Nâzım da Moskova’dan
çokça Paris’e geldi, evimize… Yani benim ilk
tanışım Paris’te oldu… Paris’e geldiğinden bir
defasında… Abidin’le karşılamaya gidiyoruz.
Trenden inecek Nâzım, ben ilk defa göreceğim
Nâzım’ı, yani insan olarak… Hepimiz oradayız,
bekliyoruz. Derken tren geldi, Nâzım,
trenden inecek. Ben de önde koşuyorum,
herkes arkamdan geliyordu. Nasıl telaştan
çocuk gibi koşuyorum önden şaşarsınız… Bir
de baktım sarkmış dışarıya Nâzım. Zaten
fotoğraflardan filan tanıyorum, hemen fark
ettim o olduğunu… Gülümseyerek diyor
ki; “kurtaralım” diyor “kurtaralım”. “Kimi
kurtarıyoruz” diye bağırıyorum duyacağı
şekilde. Cevap veriyor ama gürültüden
anlamıyorum! Sonra, evimizdeki sohbette
“memleketi kurtaralım” dediğini söylüyor!
Ahh Nâzım’cım… Çok hoş bir adamdı Nâzım,
ben tabii fiziken tanımamıştım o güne kadar,
işte, o Paris zamanlarımızda çokça tanıma
fırsatı buldum. Bir kere, güzel bir adam. Yani,
yakışıklı, sarı saçlar, mavi gözler… Yaşça da
gençti, 60 yaşındaydı!”
Belli ki Nâzım Hikmet’in, büyük ozanımızın, vefatından önceki son 4 yılının yakın
tanıklarından biri olarak yaşanılan her anı,
her bilgiyi gözü gibi korumuş Güzin Hanım…
Baksanıza şu anılara:
“Bir akşam üçüncü ve son gelişi, Yaşar
Kemal de Paris’teydi o sırada. Abidin dedi
ki ‘Şöyle yapacağız, sen Yaşar’la beraber
geleceksin bir merdiveni konuşarak yavaş
yavaş çıkacak, sonra, o çıkacağın merdivenin
ilk basamağına oturacak ve çene çalacaksınız.
Sonra, 5-6 dakika sonra tekrar yavaş yavaş
beşinci kata kadar böyle konuşa konuşa
şöyle yarım saatte çıkacaksınız. Öyle
yapabilirsen harika olur, sana güveniyorum
Nâzım’cım, gelirsin…’ Çünkü kalp hastasıydı
Nâzım, asansörsüz evimize dikkatli gelmesi
gerekiyordu. Geldi de… Bir başka gün de
Nâzım’a yine tavsiyelerde bulundu… ‘Bak
Nâzım, sokakta yürürken birisi boynuna asılır,
Türkiye’den gelmiş biri sana ‘Nâzım Abi biz
seni ne kadar seviyoruz, şiirlerini beğeniyoruz
falan filan’ diye sarılmaya, öpmeye kalkışırsa
sakın hemen koyverme ve bir şeyler anlatma.
Çünkü gelecek olan kişinin polis olabileceğini
söyledi Abidin. Ne cevap verdi Nâzım biliyor
musunuz? Nasıl da kızdı Abidin’e, böyle
hiç görmemiştim onu… ‘Sen çıldırdın mı?
Türkiye’den gelen biri benim boynuma atılacak
ve ben ona sen polissin diyeceğim… Hiç
yapabilir miyim bunu?’ dedi, kızdı Abidin’e,
çok payladı. Aslında Abidin de kendini
sorumlu hissediyordu, arkadaşının başına bir
şey gelmesin diye. Neyse toparlandı durum
sonra, sakinleşti ortalık… O akşam yemekler
yendi falan… Şakir Eczacıbaşı, bize bir sepet
Türk yemeği göndermiş. Dolmalardan tutun
bilmem nelere kadar, müthiş böyle bir sepet,
yemek yollamış. Şakir, Nâzım’ın geleceğini
bilmeden göndermiş… Bize göndermiş. Nâzım
sofrayı görünce çıldırdı mutluluktan… Bir
şeyler hazırlamışım ben de. Ama öyle şeyler
geldi ki tabii senelerdir biz bile yememişiz ama
o dolmalar, köfteler harikaydı. Sohbetimiz
de…”
Güzin Hanım bu hatıraları anlatırken he
–
yecanlandıkça heyecanlanıyor. Tarihi anılar
gerçekten de… Tabii ki eşi Abidin Dino’ya dair
anılar da devreye giriyor… Çizgi ve desenle
–
rinde sürekli köylüleri, işçileri anlattığı için
sürgüne gönderilen Abidin Dino’yla Adana’da
evlenmiş Güzin Hanım:
“Şimdi bir kere Abidin, Rusya’dan
geliyor, ablasının oturduğu apartmanda
biz de oturuyoruz Nişantaşı’nda. Ablası
altıncı katta, biz ikinci katta. Abidin’le, işte
tanışacak olduk böyle bir tesadüf, ablasının
evine gidip de… Derken hemen ahbap olduk,
sonra ahbaplığımız biraz şekil değiştirmeye
başladı, daha samimi böyle bir vaziyetler filan,
sonra Abidin sürüldü. İstanbul’da asistandım
ben. Ve ben, çılgın Güzin, asistanlığı bırakıp,
babamın feryat figan itirazlarına rağmen
bıraktım, Abidin’in yanına gittim.”
Aşkı uğruna akademideki görevini bırakıp
Dino’nun ardından Paris’e gelmiş Güzin Ha
–
nım, ellili yılların başında… Ve hiç ayrılmamış
artık, Abidin Bey’den de… Paris’ten de…
Anılarına daldığında yeniden gözünün
önünden yüzyılın en güçlü isimleri geçiyor…
Albert Camus, Jean Paul Sartre, Simon de Be
–
auvoir… Hepsini görmüş, tanımış… Ve hüzün
–
lü zamanlar da geçmiş çokça… Koyu hüzünler
sırasında ayakta kalmalarını, durmaksızın
üretmeleri korumuş. Nâzım şiir yazmış, Abi
–
din desen çizmiş, Güzin Dino da üniversitede
ders vermiş, çeviri yapmış. Türkiye edebiyatı
–
nın güçlü kalemlerini çevirileriyle Fransızlara
tanıtmış.
Güzin Dino, yıllar boyu Türkiye’den gelen
çoğu sanatçı dostlarını ağırlamayı sürdür
–
müş. Belleğine gösterdiği özeni bedeninden
de esirgememiş. Sebze ve meyve ağırlıklı
beslenmiş uzun süre, eti mutfağından uzak
tutmuş, ta ki bedeni zayıflamaya yüz tutana
kadar… Sonra, yine günde iki parça biftek
yemeye başlamış… Kahvaltıda kepekli ekme
–
ğine ceviz ile balı katık etmiş… Bir kadeh de
olsa şarabı sofrasından hiç eksik etmemiş,
yüz yaşında dahi…
“Ben öyle yiyorum. Son zamanlarda eti
azalttım. Şimdi karar verdim her gün hiç
değilse bir dilim ya biftek olacak, ya pirzola ya
bir şey, her gün bir tane.
Akşam da varsa onu da
yiyorum… Bir dilim öyle
sabah reçelli ballı bir şey,
çay mutlaka. Akşamüzeri
de mutlaka bir şeyler
yapıyorum. Ama bazen
(arkadaşlarla mesela) şarap
içiyorum. Bir damla da viski,
ama bir damla!’’
Yaz kış dememiş kaslarını
güçlendirmek, formunu korumak
için yüzmüş.
Zaman zaman bilgisayar ekranı
–
na yansıyan eşiyle hasret gidererek
de hayata tutunmuş Güzin Dino… Eşi
görüntüsüyle, sesiyle belirince bir çocuk
gibi heyecanlanmıştı zaten…
Güzin Hanım, uzun yaşamasının bir
sırrını daha vermişti: Tutku, heyecan, aşk.
•••
Belli ki kendini sürekli yenileyip
tazeleyen, bir ilaç gibi zihnini koruyan,
beynin durmaksızın üretmesi, bedenin
hareket etmesi, yüzmenin kasların her
santimini hareket ettirmesi, sağlıklı ve
dengeli beslenme Güzin Dino’ya asırlık
bir yüz armağan etmiş… O halde
dostu, yakını Nâzım’ın, “Hasret” şiirini
Güzin Dino için hatırlatıp bu yazıda
adı geçenlerin anısına saygı sunarak
sonlandıralım hikâyemizi…
“Yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli, belini
sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.
Yüz yıldır bekler beni bir şehirde bir
kadın.
Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman, yol yüz
yıllık.
Yüz yıldır alacakaranlıkta koşuyorum
ardından.”
Not; Güzin Hanım’ı 30 Mayıs 2013’te
kaybettik…
Cesur hayatları, mucizelerden gelip geçmiş kadınları, bıkmadan usanmadan anlatmalı… Her fırsatta, her defasında… İşte, Nermin Abadan Unat… Cesur bir kadın, macera ve mucizelerle dolu bir ömür sürdüren abide, efsane bir akademisyen. Gazetecilik de yapar hocalık da, araştırmalara da boğulur ve memleket hikâyelerine de, yani ülkemizin tarihine de hâkimdir. Bu satırlar kaleme alınır MACERA DOLU ÖMRÜN […]
Devamını OkuÜlkenin varlığını tescil eden Lozan, çoktan imzalanmış, Ankara başkent ilan edilmiş, Cumhuriyet kurulmuş, Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı… Ve üç aya kalmadan halifelik kaldırılıyor, eğitim karma oluyor, Anayasa kabul ediliyor. Eski ölçü birimleri kaldırılıyor, devrimler işaret veriyor. Ümmetten millete geçiliyor. Ülkenin doğu topraklarında Şeyh Said ile başlayan pek çok isyan ve idamlar sürerken, İstiklal Mahkemeleri Cumhuriyet’in kuruluşunun […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku