Şeyhmus DİKEN
Tüm Yazıları
Herkesin Yılbaşı Kendine Güzel
Ana Sayfa Tüm Yazılar Herkesin Yılbaşı Kendine Güzel

Türkiye ilginç ve tuhaf bir ülke! Kurgusu ve hikâyesi birçok açıdan “çoklu” iken, muktedir siyasetçe adeta inadına “tektipleştirilmeye” çalışılan, hatta dayatılan bir ülke.

Türkiye ilginç ve tuhaf bir ülke! Kurgusu ve
hikâyesi birçok açıdan “çoklu” iken, muktedir siyasetçe adeta inadına “tektipleştirilmeye” çalışılan, hatta dayatılan bir ülke.
Hâlbuki Asya ile Avrupa arasında bir geçiş
ülkesi; adına Trakya denilen küçük parça Avrupa
yakasında, adına Anadolu ve Mezopotamya
denilen “Misakımillî” coğrafyası içinde yer alan
büyük parça Asya yakasında.
Ve bir halklar, inançlar harmanı. Öyle ki; hazır
bir yılı daha büyük ölçüde acılar, sıkıntılar içinde
yolculamaya hazırlanırken yeni yılı karşılama
üzerinden bir şeyler anlatayım istedim. Evet;
yılın son gününü yeni yılın ilk gününe bağlayan
geceyi belki hep birlikte uğurluyor / karşılıyoruz
da! Bunun bir de kültürlere, kimliklere, inançlara değen-dokunan farkındalığı olan bir tarafı
var.
Soru, orta yerde duruyor: ‘Küreselleşen ve
globalleşen dünyada acaba ne kadar kendimiz
olabiliyoruz?’ ya da ‘ne kadar kendimiz olmaya
gayret ediyoruz? Yerel değerlerimizin yaşaması
için özel çabalarımız olabiliyor mu?’
İşte, işin tam da bu noktasında her yıl daha
da çılgınlaşarak artan ama yine de her yıl bir
önceki yılın deforme olmuş kötü kopyasına
dönüşen mekanik yılbaşılar yaşanıyor.
Bu bıkkınlığın ve iticiliğin verdiği rahatsızlıkla bize ait özgün ve sahici eski Diyarbakır’da
ve bölgede kutlanan yılbaşılarını anımsadım.
Diyarbakır, mevsimlerin de hakkını teslim eden;
yazları adamakıllı yaz gibi, güneşinin sıcağında
yumurta pişirilen kabilden, kışları da dam boyu
karların yağdığı ‘kış gibi kışların’ yaşandığı bir
şehirdi eskiden.
Bu yönüyle eski Diyarbekir’de batıyla ulaşım
yetersizliği nedeniyle her istenileni paranız olsa
bile bulamayabiliyordunuz.
Diyarbekirliler tıpkı kendileri gibi eski ve
yerleşik şehirlerin sakinlerine benzerlerdi.
Bütün bir kış boyunca tüketebilecekleri
yiyecek maddelerinin birçoğunu ve doğal olarak
mümkün olanlarının hazırlığını, sonbahar merhaba deyip kapıya dayandığında hummalı bir
hazırlıkla yaparlardı. Zahireden sebze ve meyve
türü kurutmalara, kavurma ve pastırma gibi et
ürünlerine; tatlı türünden cevizli sucuklara, kesme ve pestillere varıncaya kadar bütün bunlar
özenle hazırlanan emeğin ürünüydüler.
Sorulması gereken bir sorudur belki, bu denli
hazırlık niyeydi? Tabii ki kış boyunca tüketilmek
içindi. Televizyon da yoktu. Genellikle kapalı ev
ortamında muhabbetler yapılırken, tüketilsin
diyeydi bunca hazırlık.
Evin yaşlı büyüklerinden hikâyeler (çirok),
söylenceler dinlenirken tüketilsin, katık olsun
diyeydi elbette. İşte yılbaşı geceleri de bu tüketimlere biraz daha fazla gerekçe olurdu.
Anneannem bu yılbaşı kutlamaları konusunda çok bağlayıcı yaşlı bir büyüğümüzdü. 31
Aralık ve 1 Ocak’lı yılbaşı kutlamalarına onun
ajandasında kesinlikle yer yoktu. Büyük ölçüde
kentin ve bölgenin ajandasında da yoktu. Daha
çok Batı dünyasından gelen ve uluslararasılaştırılan bir olaydı yılbaşı.
Bu nedenle eski Diyarbekirliler ve bölge halkı
da bu türden kutlamalara pek ilgi göstermezlerdi. Ve bu 31 Aralık tarihli yılbaşılarına rahmetli
nenem “Lolik a Fillan” yani “Hıristiyan eğlentisi” derdi. Ve “Bizim yılbaşımız 13 Ocak’tır.” diye
de eklerdi.
Rumî takviminin Miladî takvimine göre 13
gün ileriden izlemesi amaçlı bir kutlama ve
gerekçelendirmeydi bizimkisi ve neneminki 31
Aralık akşamı yılbaşısına göndermesi…
Aslında bölgesel anlamda 13 Ocak gecesine
yılbaşı anlamı yüklemlendiren öyle aman aman
İslami bir gerekçe de anımsadığım kadarıyla pek
yoktu.
Çünkü Diyarbekir’deki ve bölgedeki Hıristiyanların kimisi 25 Aralık’ta, kimisi 6 Ocak’ta İsa
Mesih’in “doğuş bayramı” kutlamalarını yaparlarken, Müslüman Kürtler “Eski hesap bugün
Ocak ayının 1’i” deyip 13 Ocak gecesini yılbaşına
devrilen gece olarak işaret ederlerdi. Bu yönüyle
de Hıristiyan Batı dünyasının yılbaşı takviminden de kısmen ayrılırlardı.
13 Ocak’ı 14 Ocak’a bağlayan bu “Bizim” diyebileceğimiz yılbaşılar kelimenin tam anlamıyla
“Ser ê salê*”ydi. Ve tam bir bayram edasında
kutlanırdı. Yemekler yapılır, tatlılar hazırlanırdı.
Sonbaharda hazırlanan kuru kış yiyecekleri
özenle kilerlerdeki sığınaklarından yeşil sırlı
küplerinden çıkarılır. Filelerde ve saman içinde
bekletilen karpuzlar, külahlı kış kavunları o özel
yılbaşı gününe hazırlanırdı. Hikâyeler anlatılır,
tombalalar çekilirdi.
13 Ocak ser salê’sinin bir de sokağa yansıyan
yüzü vardı. Dünyanın önemli merkezleri Trafalgar, Kızıl Meydan ve Taksim gibi yerlerde yılbaşı
kutlamaları televizyonlardan izlettiriliyordu ya!
Bizim Diyarbekir’imizde biraz daha farklıydı.
Bir Kürt halk kültürü ve coğrafyanın öznelliğiyle
kutlanıyordu yılbaşılar.
Daha çok çocuklar; yetişkin kadın ve erkeklerin kılığına girerlerdi. Yüzlerini kömür karası ile
boyarlar, sakal bıyık yaparlardı. Eski Diyarbekir
evlerinin kapılarına dayanırlardı, ağızlarında
tekerlemeleriyle;
“Serê Salê / binê salê
Pîr qûrbane / xortê malê.”
Eski yılın son gününü yeni yılın ilk gününe
bağlayan bu gecede evin yaşlısı gencine kurban
olsun.
Ya da;
“Ser ê salê / binê salê
Xwedê bi hêle / Pisînga bınê manqalê.”
Yılın son gününü yeni yılın ilk günüyle buluşturan bu güzel gecede, Tanrı evde mangalın
dibindeki kediyi de korusun.
Dilekler ne kadar içten ve coğrafyaya dair.
İşte bu Kürtçe dileklerle çocuklar kapıya dayanırlardı. Ne mi olurdu? Merak ettiniz değil mi?
Elbette, “Şakşako»su (kapı tokmağı) çalınan
kadim şehrin evlerinin kapıları mutlaka açılırdı.
Zaten birçoğumuz da gecenin o vaktinde “Serê
Salê” tarafından çalınan kapının heyecanını
yaşamak isterdik.
İşte bizim Noel babalarımız da o Serê Salê’lerdi… Bizlerden birileriydi. Öyle gizli, saklı ocak
bacasından falan da değil, basbayağı kapıdan
giriyorlardı evlere. Hediye getirmeleri falan ne
mümkün.
Aksine bir şeyler istiyorlardı bizim serê salêler.
Ve vermek gerekiyordu tabii ki. Hele bir
de hazırladığımız tatlı ve yiyeceklerden ya da
üstüne birazcık da para vermeseydiniz! Cayırtı
işte asıl o zaman kopuyordu. Serê Salê boylu boyunca uzanıveriyordu yere. “Hawar ez mirim”,
“imdat ben öldüm” deyip yerde debelenerek
hediyesini almadan gitmezdi.
İşte yılbaşılar böyleydi eski Diyarbekir’de.
Kendinize değerlerinize sahip çıkmanın bir
nedeni de belki de kendini, kimliğini koruma ve
sürdürme içgüdüsü müydü, ne?
Gözyaşlarımızı da sevinçlerimizi de doğduğumuz ve yaşadığımız topraklar hak ediyordu.
Tabii ki iletişim teknolojisi ve görsel medya bizi
bu denli esir almadan önce.
Zaman çok mu geç eski değerleri yaşatmaya,
elbette değil. Belleklerde yaşıyorsa yaşatılabilir
kültürler.
Ve değil mi ki: Ser sala we pîroz be.**
*Yeni yıl.
** Yeni yılınız kutlu olsun.

Yazarın Diğer Yazıları
Rilke Bugüne Seslenirken

Elimdeydi ve ihtiyaç duydukça açıp bir bölüm okuyordum Rilke’den. Okuduğum bölümdeki bir dize misali cümle, sade aklımda değil, dilimdeydi de: “Fakir insanlar düşüncelere dalmışlarsa, onları rahatsız etmemek gerekir. Belki aradıklarını bulurlar.” Bulurlar mıydı? Belki! Bunca kargaşa-kaos düzen(sizliğ)inde arayadursunlar bakalım. Umarım bulurlar(dı). Tam da bu ruh hali ve şair Malte’nin şiirsel metni ile hemhal ve kitap […]

Devamını Oku
Ruhi Su’yla…

Her eylül genelde nedense ayın iki günü dilime pelesenk olur. Biri ilk günü, hani Barış’a dair olanı! Diğeri 12’nci günü, zulme zorbalığa kara-dehşet günlerine dair olanı.

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku