Çelik gibi karakterlere sahip olmak, yapayalnız öleceğimiz gerçeğini hatırlatmaktan başka ne kazandırdı ki bize? Kanepede, dizlerimizde battaniye; tablet bilgisayarın karşısında içimiz geçmiş. İçsel yolculuklarımızın biricikliğinden, insanlarla meydanlarda omuz omuza olmanın nasıl bir şey olduğunu unutmuşuz. Kendimiz içre derinleşeceğiz derken, ıssızlığın sığ sularında boğulmuşuz.
Kendini genç hissedemeyenlerin ısrarla genç görünmeye çalıştığı bir çağda yaşıyoruz. Umutsuz bir kibir ve dinmeyen bir doyumsuzluk var bu abartılı çabada. Genç görünmenin asıl sahibi daima yeni nesillerdir oysa. Tazelik, insanın döngüsünün sihirli bir evresidir olsa olsa. Zamanı geldiğinde sahneyi bırakmak, mimiksiz zavallılara, gülünç
karikatürlere dönüşmeden yaşlanmayı bilmek gerekiyor. Şimdilerde herkes başkasını kopyalayıp kendine yapıştırıyor. Herkes bir başkası gibi olmak isterken bambaşka biri olmayı umuyor. Kimse “işte geldik gidiyoruz.” demeyi kabullenemiyor. Memnun olunmayan organlar eskiciye veriliyor; karşılığında mandal, plastik leğen, melamin tabak yerine kalkık burunlar, çıkık elmacık kemikleri, ifadesiz alınlar alıyor. Sabah uyanıldığında herkes kendi kâbusunun böceğine dönüşmüş oluyor.
En ilerici özgürlük ihtirası bile bir parça muhafazakârdır. Bu oksimoronun sırrı neyi muhafaza etmeye tutkuyla bağlı
olduğunda saklıdır. İnsan fırtınalardan sonra durgun sudaki yansımasını biraz izlemeye görsün, fikirlerinden korkuverir. Herkesin eskittiği hazır tavırları alıp kullanmak en iyisidir. Çok iyi anlıyorum; sizi sürekli çürük düşüncelerle kokuşmuş köhnelere davet eden iç sansürcüye teslim olmak her zaman daha güvenlidir. Aynı cenderedeyim; biliyorum “ben” olmak zor. Bırakın birine bahsetmeyi; kendi kendime bile anlamlandıramadığım, hayat üstüne koydukça yabancılaştığım devingen duyguların patikası çok dar. Farkındayım, zaman geçecek, bilinmezler sona erecek ve ona yeni gizler eklenecek. Var olduğumu göz ardı edemeden yaşayamayan bir mizacım var.
Çelik gibi karakterlere sahip olmak, yapayalnız öleceğimiz gerçeğini hatırlatmaktan başka ne kazandırdı ki bize? Kanepede, dizlerimizde battaniye; tablet bilgisayarın karşısında içimiz geçmiş. İçsel yolculuklarımızın biricikliğinden, insanlarla meydanlarda omuz omuza olmanın nasıl bir şey olduğunu unutmuşuz. Kendimiz içre derinleşeceğiz derken, ıssızlığın sığ sularında boğulmuşuz. Neyse ki kişisel geliştik. Önce ben kendimi bulayım, derken birbirimizi kaybettik. İçimize doğru kuyular kazarken çıkan toprakla, tahammüllerimizi gömüverdik. Çiçekler
açtıramayan transandantal meditasyonlar, evrenin üzerinde uçan ama başka bir ruha ulaşamayan astral seyyahlar. Farkına vardım; meğer ne kıymetliymiş içinde bunaldığım mutsuz kalabalıklar. Mütemadiyen karşılıklı sıkılmak, harikulade fikirlerle ışıyan kış güneşiymiş.
Hey gidi iki kutuplu dünya; sen de matah bir şey değildin ama bugünkünden çok daha fazla anlaşılır hâldeydin. Köhnemiş yörüngen, insanlığın evrensel değerleriyle çelişince mecburen değişmek istedin ama bir türlü kendine gelemedin. Sanırsın nükleer savaşlar sonrası uygarlık sona ermiş. Ölümün kol gezdiği bir kaosun içindeyiz. Hayal kurmak gittikçe güçleşiyor. İnsanlar çöl ortasında demirden kentlerde yaşıyor, petrol için cinayetler işleniyor, bahis oynamak serbest. Adeta herkes Mad Max. Başkası için neyin doğru olduğuna başkalarının karar verdiği yük trenindeyiz. Başkalarıyla bozmuşuz kafayı hepimiz. Ve birbirimizin üzerinde tepindikçe, gelecekten umudu kestikçe, her gün beşer onar öldükçe, çok uluslu şirketlerin büyüyüşünü izlemekteyiz.
Ey yas, yaz beni. Ben ömrümce yasamadan duramadım ki. Tek bir harf farkla yitirdim sevme yetimi. Eğer gerektiği gibi tutabilirsem seni, belki yeniden bulabilirim kendimi. Kural bu, bir süre seninle yaşamalı biri. Şimdi oturup yasmaya çalışacağım. Sonra yatağa uzanıp yasacağım. Yas sıcağının soğuk cehenneminde uyumaya çalışacağım. Soracak bana “Kaç yasındasın?”, “Ne yastan geçerim ne de […]
Devamını OkuCumhuriyet Bayramlarında, Maltepe’nin tarihi Beşçeşmeler Meydanı’nda, Selanik mübadilleri eski bir geleneği inatla sürdürüyor. Tren yolunun üzerinden geçip Feyzullah’a uzanan köprünün adından da anlaşılacağı gibi Dramalılar, 29 Ekim’lerde davul-zurna eşliğinde tam yüz yıldır oynuyor, cumhuriyet coşkusunu suyun öte tarafından getirdikleri geleneksel danslarıyla yaşıyor. Çok eskiden bir gün önce başlayan müzik, şimdilerde bayram günü erken saatlerde duyuluyor […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku