Türkiye, kavgası eksik olan bir toprak değil.
Türkiye, kavgası eksik olan bir toprak değil. Bu kavga bana hep duyarlılar ile duyarsızların kavgası gibi gelir. İnsancıllar ile çıkarcıların, merhametliler ile acımasızların kavgası. “Sen kendine ne sanırsan- Ayruğa da onu san- Budur işte manası- Dört kitabın var ise” diyen Yunuslarla, onu sigaya çeken Molla Kasımların kavgası. Pir Sultanlar ile Hızır Paşaların kavgası… Kısacası aydınlık ile karanlığın kavgası… Bu kavganın en önemli kilometre taşlarından birisi Nâzım Hikmet. Büyük şair, dünyaya kocaman bir yürek olarak gelmiş ve ömrü boyunca bu yürek insanlık için, dostluk ve kardeşlik için çarpmış. Ve hepimizin bildiği gibi “karanlık” bu büyük insanın hayatını paramparça etmiş. Kurtuluş Savaşı’nın en güzel destanını yazan şairi ölümlerden beter hapislere, daha sonra da sürgünlere mahkûm kılmışlar. “Bahtiyar Ol Nâzım” kitabında Nâzım’ın bu yürek vuruşlarını duymak mümkün. Heyecanlı, ateşli, duyarlı, hesapsız kitapsız, “inandığına katıksız inanan, sevdiğini hilesiz seven” bir şair yüreği. Son eşi Vera Tulyakova’nın yazdığı kitabı Hülya Aslan, Türkçeye çevirmiş, Yapı Kredi Yayınları da basmış. Bu anıları mümkün olduğu kadar çok insanın okumasını isterdim. Çünkü “Bahtiyar Ol Nâzım” sadece bir büyük şairin hayatını değil, hepimizin trajedisini anlatıyor. Karanlığın aydınlığı boğmaya çalışmasının ve buna direnen şair yüreğinin hikâyesi bu. Büyük bir yurtseverin destanı. Nâzım ihale peşinde koşmadı, makam peşine de düşmedi. Harp zengini olmak da değildi niyeti. Devlet büyüklerinin gözüne girmeye çalışmadı, kişiliğini hiç kimseye satmadı. Onu iftiralarla bunalttılar. Asılsız suçlamalarla yok etmek istediler. Canını kurtarmak için kaçtığı Sovyetler Birliği’nde “Beni Stalin yarattı” dediği yalanını yaydılar. Onu halkının gözünden düşürmeye çalıştılar. Nâzım böyle bir şey söylemeye tenezzül edecek adam değildi, söylemedi de. Tam tersine Stalin’e karşı çıktı. Stalin döneminde Nâzım’a pasaport verilmedi, oyunu yasaklandı. Ve o ölünce Nâzım, Stalin’i “Çek bıyıklarını çorbamızın içinden” diye mahkûm etti. Ama ne yazık ki Türkiye bir yalan dolan memleketi. Nâzım›ın huzuruna bile çıkamayacak küçük adamlar, mercimek beyinlerinden çıkan iftiralarla onu karalamaya çalıştılar. Ellerinde devlet, hükümet, basın, servet, silah vardı. Nâzım›ın ise bir tek mısraları. O yakıcı mısraları. Gün geldi o mısraların, koca koca sistemleri devirdiğini gördük. Nâzım, Türk dilinin en büyük şairleri galerisinde Yunusların, Şeyh Galiplerin, Bakilerin, Nef’’îlerin, Pir Sultanların yanında yerini aldı. Onun hayatını parçalayanlar ise çöp sepetine gittiler. Ama gönül yine de razı gelmiyor. Ne olurdu Nâzım bu acıları çekmeseydi, yurduna hasret ölmeseydi. Bir kelimesini duyunca deli divane olduğu anadilinden ayrı düşmeseydi. Hem Nâzım’a yazık ettik, hem kendimize. Alın bu kitabı okuyun ve gözyaşlarınızın kimin için aktığını sorun kendinize: Nâzım için mi, yoksa Türkiye için mi?
Bizde hiçbir zaman yeteri kadar değer verilmediğini düşündüğüm “deneme” türü, edebiyatla felsefe arasında ilginç bir noktada durur. Yazarın toplumla ve bireyle ilgili gözlemlerini, tahminlerini, tezlerini, geçmişe ve geleceğe bakışını, eleştirilerini çarpıcı bir yazı türüyle ortaya koyması “deneme” türüne girer. Denemenin en önemli özelliklerinden birisi, son derece kişisel olması. Kişisel olmayan; düşünen, gözleyen, hisseden bir insanın […]
Devamını OkuŞimdi moda Atatürk’ü tartışmak! Türkiye’deki birçok aksaklığın temelinde Mustafa Kemal Atatürk’ü görmek ve resmi ideolojinin allayıp pullamalarına karşı çıkmak prim yapıyor. Tartışmaya bir diyeceğimiz yok. Her şey gibi Atatürk de tartışılmalı. Ne var ki bu tartışmalarda sap samana karıştırılıyor gibi geliyor bana. Mustafa Kemal adlı imparatorluk subayını ve Atatürk adını alan Cumhuriyet kurucusunu sevip sevmemek […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku