Bazı zamanlar ev her zamankinden daha sessiz olur.
Bazen hiç konuşulmaz bazense kimse yoktur. Ancak konuşacak birileri mutlaka vardır. Çünkü yalnız olan
insandır, evse kalabalıktır her daim. Koltuklar muhakkak dedikodu içindedir, kırlentler ise konuşmaktan aciz. Onlar ezilen vücudunun derdindedir. Kimse de hâl-hatır sormayınca iyice sessizliğe gömülürler. Kalın perdeler çekilir, insanlar işten gelir, atarlar kendilerini koltuğa. En çok da o zaman üzülürler.
Eminim ki eşyalar da en az bizim kadar düşünürler. Özellikle bir evde yer ettikleri zaman. Belli bir köşesi, kullanmak için belli bir zamanı olduğunda yavaş yavaş bir canlı oluyorlar gözümde. Arada düşünüyorum acaba bunu hisseden tek kişi ben miyim diye. Fakat her birinin ayrı bir yaşı, ayrı bir adı, ayrı bir cinsiyeti bile var. Eğer bunu görmüyorlarsa hissetmekten yoksundur insanlar. Kimi zaman ait olduğu insana benzer kimi zamansa onu hor kullanana zıt bir karakteri tavrı olur. Sanki sevildiğini hisseder gibi hiç beklenmeyecek kadar uzun süre hizmet eder. O evde huzur varsa şımarır, ortalıkta gezer, dağınıklık yaratır ama biraz durgunsa evin içi, suçunu bilen bir çocuk gibi kenarda bekler, birçok insandan daha fazla bilir haddini. Hatırladığım ilk canlı eşya benden önce dünyaya gelmiş eski bir süpürgeydi fakat ben ne kadar büyürsem büyüyeyim o her zaman benden gençti, dinçti. Yine de biraz ahmaktı, bazı zamanlarsa tek yaptığı kapı kenarlarına çarpmaktı. Ona zaman zaman sinir olduğumu hatırlıyorum, çünkü çok ağır ve taşıması zordu. Bununla birlikte sevecen bir tarafı da vardı, eminim evden giderken en çok prizler
ağladı. Onunla bazen dertleştim, gerçi onun yaşanmışlıkları benden fazlaydı. Tahta bir ekmek sepeti vardı mesela, eminim bir insan olsaydı etek en çok ona yakışırdı. Eski çekyat koltuklar, bozulan çamaşır makinası her birinin kendine ait bir karakteri insandan hallice bir ruhu vardı, şahsen yeni bir şey alındığı zaman ona alışmak da bu yüzden hep zaman aldı.
Şimdi ne zaman evde kimse olmadığını bilerek açsam kapıyı, anahtarın şıngırtısı ile yankılanır sessizlik. En çok da o sessizliğe kulak kabartırım. Çünkü içinde evden ayrılan bazı eski ve canlı eşyaların olmayan sesini duyarım. Sonra
kalın perdeleri çeker kırlentlerin ağıtlarını göz ardı ederek uzanırım. İzlemesem de televizyonu açarım. O koca süpürgenin varlığını hayal ederim, onun çalışırken çıkardığı sesi duyunca kapanır gözlerim. Uyuyuncaya dek dertleşiriz duvarlarla. Sabaha dek süpürgenin ninnisini dinlerim.
Bir gece ansızın yıkıldı anıların balkonu. Çöktü, çatırdadı ve un gibi dağıldı. Yüzlerce binlerce toz tanesi, yüzlerce hatıra ve yüzlerce yaz gecesi. İçinde uğultulu sohbetler vardı, kenarlarında çiçekler; bir iki tozlu sandalye, aşınmış küllükler. Hepsinde ayrı neşe hepsinde ayrı bir hüzün. İlk dileğimi tuttuğumda, ilk yıldızım kaydığında, bir kar fırtınasını ilk kez savrulmadan tuttuğumda oradaydım. […]
Devamını OkuYıldızların asaletini bozan şehrin ışıkları gibi patavatsız olmak, olduğum yeri bilmek ve özgürlüğe uzanmak. Bir ışık olmak dileğim. Işıklara tutunmak, ışıklara uzanmak. Yıldızların asaletini bozan şehrin ışıkları gibi, gökyüzünü kirletmek, gökyüzüne dokunmak. En çok da kışı kanatları altına alan uzun gecelerin ve kısa günlerin hatrına. Çünkü en çok bu dönemlerde, cam vitrinlere, duvar kenarlarına yerleştirilen […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku