“Elden düşme sevdalar değil benim istediğim.
Ya yüreğinin sahibi olmalıyım ya da hiçbir şeyin.”
1931… Erzincan… Ovadan gözü bağlı leylak kokuları çevirir küçücük bir güneşi. Karakaş karagöz de olsa cemali apaydınlıktı yazın alanına armağan edeceği sözleri. Ömründe “Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi”.
Annesi Gülbeyaz Hanım; babası Hüseyin SEBER. 1938 Dersim İsyanı’nda amcası Memo valiyle tartışır ve olay ailenin Bilecik’e sürülmesiyle sonuçlanır. Şairin hafızasında kalan bir yük vagonu, iki er, geçilen köyler ve köpek havıltıları.
Annesi, şair 7 yaşındayken, ömürlük bir hüzün bırakarak vefat eder.
“Annem çok küçükken öldü
Beni öp, sonra doğur beni.” der dizelerinde.
Okula 1939’da İstanbul’da başlar. 2. sınıfta yazdığı kompozisyon öğretmeni tarafından “Yavrutürk” dergisiyle ödüllendirilir. 3.sınıfta Bilecik’e döner.
İlk şiiri 1953’te Mülkiye dergisinde yayımlanan “Şarkısı-Beyaz”dır.
Babasını 1957’de trafik kazasında kaybeder ve acısını “Sizin hiç babanız öldü mü?” adlı şiirde dizeler. İlk kitabı 1958’de “Üvercinka” gizli kalmış bir sevdanın ve sevdalının anısınadır.
Ali’nin üçgenini çizer yoksul mu yoksul,
Ve işte Afrika da dâhildir şiirine.
Öpüşü hançerlenen bir kadının, katlanıp bir kenara konulan gökyüzünün ve yarım kafiyenin hatırı sonsuzdur şairde.
1961’de Paris’te tamamlar “Göçebe” adlı şiirini. 1965’te “Papirüs” dergisini çıkarır.
Bazen “Ali FAKİR” bazen “Osman MAZLUM” bazen de “Yürüyen Adam” oluşu takma ad kullanmakta sınır tanımayışının göstergesidir.
Tutar ellerinden kaldırtır adı kötüye çıkmış tüm sözcüklerin. Üç kulaç öteden yürütür İstanbul’u.
Hürlüğün, barışın, sevginin aşkına cıgaralar atar denize ve bütün hüzünleri, bütün kelimeleri bir bir denemiştir kendinde ve öylesine sevecektir ki sevdiğini kuşlar gibi cıvıldayacaktır tattığı, yaşadığı acılar; üstelik sürgündür sevdiceğinin yüzüne.
Şiiri isyankâr, kural tanımaz bir asi, sarsıcı, sınırsız ve imgeleri kendine özgüdür. Konu yelpazesi geniştir. Batı ve Doğu edebiyatı izlerini taşır. Aşk, yalnızlık, ölüm, kadın ve cinsellik sık kullandığı temalardır.
Şair bir hevesle adına SÜREYYA’yı ekler. Hafızasına güvenip bir iddiaya girer; kaybederse soyadından bir harf atacağını belirtir. İddiayı kaybeder, soyadından “y” harfi eksilir. Cemal SÜREYA adını kullanır.
Ona göre sanat sanat içindir. Dostoyevski’den etkilenişini “1944 yılında Dostoyevski’yi okudum. O gün bu gündür huzurum yoktur.” sözleriyle anlatır.
Siyasi partilerde yer almaz. Sol sempatizanı demokrat bir aydındır kendi tanımınca. Türkiye’nin kurtuluşunun ve gelişiminin sosyalizmle olacağını dile getirir.
Şair şiiri içinde bulur ve büyütür kendini; şairleşmektedir kelimeler dalında yeşerdikçe. Şiirini dilin hatta kültürün köpüğü olarak nitelendirerek bir yerde gülen, bir yerde ağlayan yani trajik unsurla humor unsurunu yan yana, bazen iç içe götürmek isteyen bir şiir olarak tanımlar.
İkinci Yeni Hareketi’nde bir süre yer alır; fakat tamamen bağdaşamaz. Konuşma dilini şiirde kullanması, kaleminin özgür olması Garip Akımı özelliğini gösterir.
İlk evliliğini 1953’te Seniha NEMLİ ile yapar.1955‘te Ayçe adlı bir kızı olur. Bu evliliği 1965’te sona erer. 1967’de 2.evliliğini Zuhal TEKKANAT’la yapar. 1969’da oğlu Memo Emrah dünyaya gelir. Bu evlilik de ayrılıkla sonuçlanır. 3. evliliğini 1975’te Güngör DEMİRAY’la yapar; fakat aynı yıl boşanır. Son evliliğini 1980’de Birsen SAĞNAK’la yapar.
59 yaşında İstanbul’da 9 Ocak 1990 Salı günü vefat eder. Cenazesi Memo amcasının yanına, Kulaksız Mezarlığı’na, defnedilir.
Bir geyik kendini çizer karanlığa sonra kayboluyor; o anlardan götürdüğünü verir şaire; daha ne versin ki başka…
Çan çalarken büyük yaşamaklara savruluşumuzdur budanan hep kimsesizliğimizden.
Ey şairim, sana yaptığımız yolculukların bileti hep dilden, gönülden hep can kenarı!
Nehirler boyunca gördüğün, sevdaya tutulmuş ve neyi varsa ortaya koymuş yanakları gülkurusu kadınlardan selam olsun!
Selam olsun okyanusta ölmeyip bir kaşık sevdada boğulanlara!
İstanbul Bakırköy’de, 5 Nisan 1945’te doğar adını Türk müzik tarihine “Bay DADALOĞLU” olarak geçiren Muhtar Cem KARACA. Doğuştan uğrar “müzik” denilen bir fidana. Annesi tiyatro sanatçısı Toto KARACA, babası tiyatro kurucusu Mehmet KARACA olunca tiyatro ve müziğin beşiğinde sanatın ninnisiyle büyüyüp gelişir. Önce 14 yaşında ilk aşkının ilgisini çekmek için müzik yapar… Sonra umudunu iyiye, […]
Devamını OkuÖzgür, azimli, savaşkan ve muzaffer; hayatlarının ve kararlarının sahibi; kişilikli, korkusuz; çağdaş, eşit, yaratıcı ve güçlü; genç, güzel, özgüvenli ve zeki Türk kadınları bir araya gelirse ne olur? 1961’de ilk kez uluslararası maça çıkar, 1970 ve 1980’lerde adını duyurmaya başlar, 2000’den sonra da önemli başarılar elde ederek bizim Filenin Sultanları olurlar. 2003’te Ankara’da Avrupa Kadınlar […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku