Deniz ÖZEN
Tüm Yazıları
Feyza

“Zaman tül perde gibi savrularak havalandı üzerimizden.”


Zaman tül perde gibi savrularak havalandı üzerimizden. Geriye gittiğimde
çok ileride bir yerdeymişiz diyorum
şimdi. Ne varsa orada, ufukta işte. Ta şu karşı
tepenin ucunda. Bir daha oraya varıp varamayacağımız da meçhul üstelik. Bırakalım mı
bildiğimiz her şeyi? Onca emek, onca yol?
Oysa bak, her yeri zapt ediyor umursamadıklarımız şimdi, her yeri. Yanımızdan geçmeye
cesareti olmayan bilgi yoksunları, izin versek nefes borumuza kadar sızıp kepenk indirecekler.
Başka diyarlarda başka insanlar aynı bulutun altında bizim hayallerimizi, sıradan bir
hayat olarak yaşıyorlar oysa. Çabasız, sorunsuz,
hedeflemeden. Bunu görüp nasıl kalınır? Tam
olarak buydu içimden geçenler, yirmi yıl önce
gittiğimde. Onulmaz bir yara bu diyordum,
iyileşmez asla!
Mutlu oldum mu? Oldum aslında. Bal gibi bir
yirmi yıl geçti. Önceleri fark edemediğim o ufacık delik büyüyene kadar tabii. Önceleri görmezden gelsem de eksik bir şeyler hep vardı. Öteki
olmanın ne menem bir şey olduğunu yaşayarak
anladım. Bunun parayla, pulla, denizle, toprakla, adayla, havayla ilgisi yokmuş. Çatır çatır o
dili konuşsan da, işinde yükselsen de bu böyle.
Ötekisin. Başka coğrafyadan.
Artık zapt edemez oldum. İçinden geçen
rüzgâr beni kavurdu. Bilemiyorum Feyza. Çok
bunaldım. O içimde ki kocaman delikler yama
tutar mı, kapanır mı dikiş bilen olsa, görmeye
geldim biraz da.
Ama bu zeytin bizim işte. Bu taş evler, bu
pazarcı Nusret Amca’nın yaşlı elleri bizim.
Fırından çıkan sıcak simit bizim. Mustafa’nın
ıslığındaki türkü de. Şehirler, ışıklı yollar, büyük
gökdelenler onların olabilir, ama hâlâ dağlar,
denizler, ağaçlar, masallar, sokaklar, kediler
düşler bizim.’’
Dönüp yüzüne baktı Feyza’nın. Sözlerinin
etkisinin yankısını ararcasına gözlerine baktı.
Tepkisizdi.
Denizin üstünde karabataklar bir inip bir
çıkıyorlardı. Denizin mavisine konmuş kara bir
öbektiler sadece. Feyza hiç ayırmadan gözlerini
onları izliyordu şimdi. Bunca yılın ardından
devam etti Nejat.
“Çünkü o düz çizginin ardını merak edip
gittim ben bak. Yalan değil. Çok uzun kaldım.
Vatandaşlığı aldım eyvallah, dil de öğrendim,
e fena da kazanmadım ama özledim ya Feyza!
Burnumda tüttü. ‘Bizim’, ‘bizden’ gibi sözcüklerin akrabalığına tavım inan ki, sabah bir ‘günaydın’ selamına ya da. Bir çay demlemeye, şu
simide tavım. Öteki olmanın dayanılmaz ağırlığı
diyelim ya da.’’
Bir tık daha ötesini merak edip sorguladıkları, deneyledikleri, her sözcüğün ağırlığını tarttıkları günlerden arkadaştılar Feyza ile.
Yirmi yıl hiç konuşmamış olsalar da yazışmışlardı. Hep virgülden devam etmişler, en fazla üç
nokta koymuşlardı aralarına. Bir de büyük bir
hasret vardı Nejat’ın içinde. Tam döndüğünde
o mu gidecekti yani. İzin vermemeliydi buna.
Gençken gitse belki başka bir umut havalanırdı
içinden ama bu yaşta cidden zordu.
Vize randevusuna iki saati vardı Feyza’nın.
Onu hiç böyle dalgın görmemişti Nejat.
Yirmi yılın ardından gördüğü Feyza’nın göz
kenarlarında oluşan kazayakları, sünen bir cilt
ve adlandıramadığı neşeli bir şaşkınlık hali vardı.
Sandalyesinde kaykıldı geriye. Elindeki çay
bardağıyla denizi izledi biraz. Kıyıya çarpan
dalgalara minik bir tekneden duyulan ud sesi
eşlik ediyordu. Nasıl bir ferahlıktı içine yayılan?
Sahiciliğin değer görmediği, yapaylığın yozluğun
bir numara olduğu zamanlar olsa da biz vardık
işte. Hâlâ yan yana gelebilen. Hiç evlenmemişti
Feyza. Sorsa mıydı? Utandı pat diye sormaya.
Vazgeçti.
Feyza gençlik aşkıydı Nejat’ın. Aynı bölümde
okudukları hâlde farklı meslekler edinmişlerdi.
Yurtdışına çıktığı andan beri düşünmediği an
yoktu onu. Arada yazdıkları maillerle haberdardı hayatından. Memlekete kesin dönüş yapınca
ilk aradığı Feyza oldu. Gideceğini öğrenince
telefonda dünya başına yıkıldı. O yapamazdı
oralarda, incinirdi. Hemen buluşalım dedi Nejat.
Hemen yarın sabah. Vize randevum var dese de
Feyza, ‘Gelirim ben.’ dedi Nejat. Gece hiç uyuyamadı. Sabahı zor etti. Ondan çok evvel geldi
buraya. Beklerken nasıl razı edeceğini planladı.
Ama Feyza’yı görünce her şey uçtu gitti aklından. İçinden ne geldiyse başladı söze.
Nasılsın diyen sesini duyunca büyük bir
rahatlama gelmiş göğsünün ortasına oturmuştu
sanki.
Feyza çöl gönüllü ve yüzlü insanların içinde
inci gibi parlıyordu.
Dimdik gözlerinin içine bakıp Nejat’ın, “Anlat.” dedi, “dinliyorum.”
Dönüp garsona işaret etti; iki çay!
Nasıl özlemişti bu bakışları. Kendini hâlâ
otuzların başında hissetti Nejat. Neşelendi. Bir
yudum aldı çayından.
Yan masadakiler kavga ediyorlardı yüksek
sesle.
Uyum sağlamaya çalışırken bir sürü şey
hayalinden çok başkacaydı. İnsanların mutsuzluğu, şehrin kalabalığı, hayatın monotonluğu,
eski arkadaşların savrukluğu, her şey garipti bir
yanıyla.
Feyza, ah Feyza! Kavuşacak mıyız ki?
Bir yudum daha alıp çayından devam etti;
“Lokmamız kadar aklımızdakileri de paylaşırdık. Uzun uzun susar, uzun uzun güler, uzun
uzun yürür, uzun uzun tartışırdık. Şimdi her
şey göz açıp kapayıncaya kadar. Aşklar kadar
dostlukları da!”
Göz göze geldiler. Gülümsüyordu Feyza. ‘Sen
gittin belki fark etmedin ama biz buradakiler fatura, kira derdiyle kavrulup durduk hep. Tadımız
kalmadı uzundur desem yeridir. Hepimiz ekmek
derdindeyiz. Zorla gülümseyenler, mecburi
konuşmalar, sahte bir dünya. Ya ayak uyduracaktık ya da mutsuz olacaktık. Mutlu kalmayı
seçtim ben Nejat!”
Feyza çantasından bir zarf çıkarıp “Ben gideceğim. Sen geldin, mutlu ol, ama bırak ben de
deneyeyim.” dedi. Birden ayağa kalkıp paltosunu giymeye başladı.
Nejat tüm ağırlığıyla oturup kalmıştı sandalyeye. Gözleri umarsızca bir denize bir Feyza’ya
bakıyordu. Feyza elini uzatıp sıktı Nejat’ın.
“Mutlaka görüşürüz bak, tüm ikazların için sağ
ol, kendine iyi bak!” diyerek kalktı masadan. El
sallayarak uzaklaştı.
Gözlerini tamamen denize çevirdi Nejat.
Kıyıda karabataklar denize girip çıkıyorlardı.
Dudaklarından, uzaklaşan Feyza’ya doğru fısıltı
halinde “Gitme!” döküldü.

Yazarın Diğer Yazıları
Sultan

İliklerine kadar üşümüş bir şekilde girdi dolmuştan içeri. Mesaiye kalmak değil de şu eve gitme meselesi hakikaten canını sıkıyordu. Bir vesait ayarlasalar ölürler sanki, ama çalışmaya gelince “Sultan Hanım, bu akşam dosyayı bitirip öyle çıkalım.” diyorlar. Adamlara anlatamazsın da yahu ben şehrin en uç bölgesindeyim. Sizler gibi şıkır şıkır aydınlık sokaklarda yürümüyorum diye. Al işte […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku