Türkiye ile Yunanistan arasında (30 Ocak 1923’te) yapılan Mübadele Antlaşması ile karşılıklı olarak nüfus değişimi sağlandı.
Türkiye ile Yunanistan arasında (30 Ocak
1923’te) yapılan Mübadele Antlaşması ile
karşılıklı olarak nüfus değişimi sağlandı.
Lozan Barış Antlaşması’na ek olarak imzalanan
bu sözleşmeyle toplam iki milyonu aşkın insan,
doğup büyüdükleri toprakları bir daha geri
dönmemek üzere terk ettiler.
Toplam sayı verdim çünkü hepsi aynı kaderi
paylaştılar. Ortak adları da var: Mübadiller! Yani
mübadeleye maruz kalmış insanlar!
“Mübadele” kelimesi o tarihe kadar
hep hayvan ve mal değiş-tokuşunda
kullanılagelmişti. İlk kez 30 Ocak 1923’te
insanlar için kullanıldı.
Resmi tarih metinlerinde özetlenerek
anlatıldı. Kurtuluş Savaşı sonrasında İsviçre’nin
Lozan şehrinde imzalanan Lozan Barış
Antlaşması sonunda Anadolu’daki Rumlar ile
Yunanistan’daki Türkler yer değiştirdiler.
Yerlerinden yurtlarından edilenlerin de uzun
süre sesleri solukları çıkmadığı için basit(!)
bir antlaşma metninin yol açtığı tahribatı
yaşayanlar dışında kimseler bilip öğrenemedi.
Ben bir gazeteci olarak mübadelenin
sonuçlarını ancak Lozan Mübadilleri Vakfı
kurulduktan sonra öğrenebildim. 1999’da bir
araya gelen Türkiye’deki mübadiller, 25 Mayıs
2001’de Lozan Mübadilleri Vakfı’nı tüzel kişiliğe
kavuşturdular. İşte zaman o mübadelenin ne
olduğunu öğrenebildik!
Lozan mübadilleriyle birlikte Kavala, İskeçe,
Gümülcine, Selanik, Edessa, Yanya, Yanitza gibi
şehirlere gidip döndüm. İki kez de Girit’e gittim.
Onlarsız da gittiğim çok oldu. Bu seyahatlerden
geriye İZTV ekranlarına beş belgesel düştü.
Yazı dizileri de var Milliyet, Akşam ve BirGün
gazetelerinde yayımladığım.
Neler öğrendim?
Bu seyahatlere “gezi” denilmiyor “Mübadil
Buluşmaları” deniliyor. Sonra Yunanistan’da
bu tür örgütlenmeler çok daha önce başlamış.
Küçük Asya Dernekleri var. Bizimkilerle buluşma
anları inanılmaz geçiyordu. Karşılıklı gözyaşları
ilk önce kavuşmanın sevinciyle dökülüyordu,
sonra veda anı geldiğinde…
Birbirlerini hiç görmemiş olmalarına karşın
çok özledikleri hemen belli oluyordu. Aralarında
çok güçlü hısım-akraba bağları oluşmuştu.
Toprağından sökülmüş çiçeklerdi. Hepsi
mübadele rengiydiler ve hasret kokuyorlardı!
Bir yolculuk sırasında Kuzey Yunanistan’da
kasabadan çıkış yolunu bulamıyorduk. Rehber
otobüsün ön camından yaklaşık tarifler
alıyordu. Yine böyle yol sorduğumuz beyaz
saçlı yaşlı bir adam “ben sizi kasabanın çıkışına
kadar götüreyim” diyerek araca bindi. Türkçe
konuşuyordu. Samsunlu olduğunu söylüyordu.
Mübadele sonrası Yunanistan’da doğmuştu.
Yani ikinci kuşak mübadildi. 1923 ve daha öncesi
doğup karşı kıyıya yollananlara birinci kuşak
deniliyordu. Samsunlu abimiz, şen şakrak
anlata anlata yolu bitirdi. Buradan sonrası artık
şoförümüze kalıyordu. Otobüsten inme anı
geldiğinde sesi çatallaştı, gözleri doldu:
-Sebep olanları Allah kahretsin!
Birinci Dünya Savaşı ve sonuçlarına içten bir
bedduaydı bu…
Batı Trakya’da yaşayan Türkler ile İstanbullu
Rumlar, mübadele dışında tutulmuşlardı. Yani
onlar yerlerinde kalabileceklerdi.
2022’de İBB Yayınları’ndan çıkan “Köyleriyle
İstanbul” kitabının Beykoz köyleri bölümünü
yazmak için bölgeyi dolaşıyordum. Her gittiğim
köyde “burada eskiden Rumlar varmış, onlar
gidince muhacirler gelmiş.” diyorlardı. Lozan
Mübadilleri Vakfı kurucusu ve genel sekreteri
Sefer Güvenç’i arayıp “İstanbul Rumları
mübadele dışı değil miydi?” diye sordum.
Güvenç “o konu hâlâ tartışmalıdır.” dedi:
-Uluslararası sözleşmede İstanbul vilayet
hudutları, diye geçiyor. Türkçe metinde ise
belediye hudutları yazılmış!
Bu da ayrı bir hüzün elbette…
Yunanistan’a her gittiğimde çok fazla yakınlık
gördüm diyenlerin sayısı hiç de az değildir. Ben
de onlardan biriyim. Bir gün Atina’da gazete
bayiinden Hürriyet gazetesi isteyince satıcı
benimle Türkçe konuşmaya başladı. İstanbul
Tarlabaşı doğumluydu. Biraz dertleştik. Sonra
burada rahat olup olmadığını sordum, başını iki
yana salladı:
-Yok be, gurbet zordur!
İster Anadolu’dan Yunanistan’a gitsinler, ister
Yunanistan’dan Anadolu’ya gelsinler mübadele
mağdurlarının hepsi aynı gruptalar:
-Hasret kokan insanlar!
Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını OkuKadın Voleybol Milli Takımı -yaygın adıyla Filenin Sultanları- 2023 yılında bir Dünya Şampiyonluğu üstüne de bir Avrupa Şampiyonluğu kazandılar. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir, bu büyük başarı “sürpriz” olmadı. Kadın voleybolcularımızın kulüpler bazında kazandığı pek çok Avrupa ve dünya şampiyonluklarının bulunduğunu unutmamak gerekiyor. Ayrıca hemen eklemeli, voleybolcularımız başarılı kadın sporcularımız bakımından tek başlarına değiller. Sporun diğer […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku