“Eğer dünya üzerinde ‘iyi’ yoksa onu icat etmek gerekir.”
Tarihte iradenin rolünü anlatmak için yazılmış gibi bir söz… Ama Galeano’nun bu sözüne belki şunu da eklemek gerekir: Bir şey icat etmek için tarihsel bir birikime ve biraz da talihe ihtiyaç vardır. Denenen olasılıklardan birinin, belli koşulların bir araya gelerek tutmasına… Hayat da böle bir şey… Newton’un gökten elma düşünce yer çekimini
bulduğunu iddia eden söylenceyi hepimiz biliriz. Doğruysa bu bir talih… Ancak bu da yetmez… Newton’un yakın arkadaşı arkeolog William Stukeley, Newton’la ilgili yazdığı biyografide, elma düşmeden önce zaten yer çekimine dair konuştuklarını, elmanın düşmesi sonrasında Newton’un “bak elma her zaman dik olarak yere iniyor, neden yana ya da yukarı doğru düşmüyor. Nedeni, kesinlikle dünyanın onu belli bir merkezden çekiyor olmasıdır.” şeklinde açıklama yaptığını anlatır. Newton’un kafasında zaten şekillenen bir şeyin şansın da yaver gitmesiyle daha kolay açığa çıkması diyebiliriz. Tarihsel meselelerde de durum benzerdir. Osmanlı’da cumhuriyet fikrini ilk düşünen kişi
Mustafa Kemal değildir elbette. Jön Türk hareketi içinde kimi aydınlar saltanatı yıkan ve dünyayı kasıp kavuran devrim hareketlerini biliyorlardı. Ülkedeki az gelişmişliğe saltanatın ve hilafetin neden olduğunu düşünenler vardı ve gelişmiş dünyada da gidişat bu yapılara karşıydı. Ancak cumhuriyet fikrini yüksek sesle dile getirmek, bunun koşullarını oluşturmak herkesin harcı değildi. Burada liderlerin ve kadroların iradesi devreye girer. Her mücadelede
olduğu gibi hayatta kalmak için biraz şansın da yaver gitmesi gerekir.
Sosyal medyada çoğu kez şu ifadelere rastlıyor ve elbette hak veriyorum: Kötülük iktidarı, saf kötülük, örgütlü kötülük vs… Siyasal olguları iyilik ve kötülük şeklinde tanımlamak çok doğru olmasa da sonuç itibariyle insanlık ve cümle mahlûkat için kötülük yapan insanların bu kötülükte arsızlaşması ve birbirinden güç alması bir gerçek. Yine de kötülüğün genetik olduğunu düşünmüyor ve toplum içerisinde çeşitli dinamiklerle kışkırtılan bir şey olduğunu biliyorsak, kaynağın siyasal olgulara dayandığını ve o siyasallıkla mücadelenin elzem olduğunu da görmeliyiz.
Ben bir edebiyatçı olarak “edebiyat kötülükten uzak durursa hızla sıkıcı hale gelir” diyen Georges Bataille’in tarafındayım. Yazdığım romanlarda “kötüyü”, biraz da rahatsız etmek pahasına kışkırtmayı seviyorum. İnsan davranışlarının “iyi ve kötü” olarak kodlanmasından bu yana iyinin de kötünün de ne olduğu konusu tartışma yarattı. Flaubert’in Emma Bovary’si çapkınlıklarından ve sınıf atlama telaşından dolayı öyle kötü görüldü ki Flaubert
mahkemede Madam Bovary kitabı yüzünden yargılandı. Oysa şu an aynı kitabı milyonlarca insan Emma için hüzünlenerek okuyor. Neyin iyi ya da kötü olduğu zaman içerisinde bilimsel temellere oturtulmaya çalışıldı. Pek çok
sosyolog ve siyaset bilimci özünde bunun peşindeydi. Toplumun evrensel yasalarını bulup iyiliği hâkim kılmak… Bunun için önce insanın genel yararı iyilik olarak düşünüldü. Bu iyilik sistemi için de kimileri doğadaki gibi müdahalesiz bir sistemi savundu, kimisi doğada olmayan üretim araçlarındaki özel mülkiyetin insan için de kaldırılmasını önerdi, kimisi de doğadaki gibi güçlünün ayakta kalmasını… Henüz bu ideolojilerden birinin galip geldiğine ve iyiliğin hâkim kılındığına şahit olmadık. Ancak neyin daha “kötü” olduğunu sezebilecek bir bilince
de ulaştık. Sadece insanlığın genelini değil doğayı da tahrip eden bir kâr hırsının ve rekabetin kışkırtılmasının, bu zırvaya teşne olması için insanların dinle ya da milliyetçilikle uyutulmasının sonuçlarını hep beraber gördük. Buna örgütlü kötülüğün zaferi demekte bir sakınca yok. Neticede örgütlü bir kötülükten bahsediliyorsa, bunun neden kötü olduğunu bilen ve değiştirmek isteyenlerin de güçlü yani örgütlü olması gerekir. Bu iradenin yani liderlerin, kadroların ve kitlelerin işi… Bunu destekleyen bir tarihsel momentum gerekir ki böyle bir dönemdeyiz. Bugüne kadar yardım etmeyen şans ise çoğu zaman ayağa geliyor aslında… Bu yazı gibi pek çok yazı özünde tek bir cümle için yazılır. Diğer her şey o cümlenin etrafında dolanan ya da desteklemeye çalışan bir görüntüdedir. Bu yazının cümlesi de şu belki: Kötülük iktidarından kurtulmak için fırsatlar var, tarihsel dinamikler uygun, toplum tüm medya kuşatmasına rağmen bu rejimin neden kötü olduğuna dair bir bilgi birikimine ulaştı, ancak kötülüğe karşı koyacak örgütlü bir toplumsal kuvvet henüz yok! Belki biraz oksijen için Gümüşsuyu ile Talimhane arasındaki yeşil alanda yürümek iyi gelebilir. Belki orada kafamıza bir elma da düşebilir, aklımıza bir icat gelebilir!
Çocuk edebiyatı, uzun yıllar “çocukları anlatan yetişkin kitapları” zannedildi ülkemizde. Grimm ve Andersen masalları çevirilerinin ötesine geçmeyen çocuk edebiyatı, Milli Eğitim’in devrimci döneminde yapılan atılımlarla çeşitlendi. Edebiyatın zevk almak, hayatı tanımak, başkalarının hayatlarına duyulan merak kısmı çocuklar tarafından keşfedildi. Ancak zamanla hem eğitimcilerde hem ailelerde kitap dediğin bilgi verir anlayışı öne çıktı ve kuru bir […]
Devamını OkuCumhuriyet’imizin 100. yılı ve kasım ayındaki Atatürk’ü anma haftası vesilesiyle kimi anekdotlar eşliğinde Mustafa Kemal Atatürk’ün zorlu yaşamından ve devrimlerle sonuçlanan mücadelesinden pek çok parça dinledik. Ben de İstasyon okurları için okuduğum hatırat kitaplarından, daha önce pek de aktarılmayan, kıyıda köşede kaldığını düşündüğüm bazı anekdotları bir araya getirdim. Cumhuriyet; yıllar süren savaşlar, göçler, ölümler üzerine […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku