Zafer KÖSE
Tüm Yazıları
İyimserlik Ölebilir, Umut Ölümsüz!
Ana Sayfa Tüm Yazılar İyimserlik Ölebilir, Umut Ölümsüz!

İyimserlik ölebilir, umut ölümsüz!

İktidardan beslenen, hele ki faşist
yönetimlerle işbirliği yapan bütün yandaş
yayınlar gibi, “Salzburg Eyalet Gazetesi” de
insanlığı kirleten, çürüten bir işlev yerine getiriyordu. Şubat 1942’de, “Bir mülteci yaşamı daha
alışılmış biçimde sona erdi.” diye yazıyordu.
Stefan Zweig’ın ölüm haberini böyle veriyordu.
Avusturyalı büyük edebiyatçı, sığındığı Brezilya’da intihar etmişti.
Aynı on yıl içinde, dünyanın diğer ucundaki
bir büyük şair, Nâzım, hapsedildiği zindanlardan
dostlarına öğütler gönderiyordu:
yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir artık,
boynunun borcudur fakat,
düşmana inat
bir gün fazla yaşamak.
İYİMSERDİLER, DÜNYALIYDILAR
Zweig, özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın
yıkımına tanık olduktan sonra, tam bir savaş
karşıtı olarak hayatını sürdürmüştü. İyimser bir
kişiydi. İyimserlik, onun hayat kaynağı, yaşama
vesilesiydi.
Örneğin, uçakların icadından dolayı çok
heyecanlanıyordu. Uydurulmuş ülke sınırları ve
savaşa neden olan devletlerarası ilişkiler artık
yok olacak, milliyetçilik aşılacak, dünyaya barış
gelecekti.
Ne var ki çok geçmeden, bomba taşıyan uçakların kentleri yıktığını görmek, şok yaşamasına
neden oldu. Zaten, Hitler’in iktidara gelişiyle
hayalleri sarsılmaya başlamıştı. Hızla yükselen
Nazileşme sonucunda memleketinden ayrılmak
zorunda kaldı.
Dünyada sevilen ünlü bir yazardı. Ama bütün
edebiyatçılar gibi, anayurdu anadiliydi. Almanca
konuşulan coğrafya adım adım Nazi egemenliğine geçiyordu. “Artık Alman dilinde yazamayacağız.” diyordu bir yazar dostuna gönderdiği
mektupta, “Çünkü basmayacaklar.”
Nâzım, “İyimserlik” adlı şiirine şöyle başlıyordu:
Şiirler yazarım
basılmaz
basılacaklar ama
Bu şiirin Eylül 1957’de yazılmış olması önemliydi. Ustamız o sırada Moskova’da yaşıyordu.
Oradaki iktidarla da arası pek iyi değildi. Ama
Türkiye’den, Sovyetler Birliği’nden, insanlıktan
umutluydu.
Zweig, bütün gençliği boyunca Avrupa
halklarının birleşeceğine inanarak yaşamıştı.
Yakın geleceğin daha güzel, daha özgür olmasını bekliyordu. Hayallerini o kadar yükseltmişti
ki, oradan aşağıya düşmek, yaşama isteğini
paramparça etti. Hayatında önemli yer tutan
mektuplaşmalarındaki sözleri, son döneminde
iyice karanlık hâle geldi. İntihar etmeden birkaç
ay önce ilk karısına “Dünyanın bugüne değin
görmediği dehşetlerle dolu bir kış yaşayacağız.”
diye yazıyordu. Artık “Kültür Avrupası” düşünün gerçekleşmeyeceğini görüyordu.
Nâzım, şiirine devam ediyordu:
Bir mektup beklerim müjdeli
belki de öldüğüm gün gelir
mutlaka gelir ama
Hitler, Viyana’yı işgal edince Zweig’ın memleketi Avusturya dünya haritasından kayboldu.
Sımsıcak onca anısı zihninde hâlâ capcanlıyken
buz gibi bir gerçekle karşılaştı: Artık bir haymatlostu. Tüm dünyanın, en azından bütün
Avrupa’nın vatanı hâline gelmesini beklerken,
vatansız kaldı. Avrupa kültürünün saplandığı
bataklığı görmeye dayanamıyordu. İkinci eşi
Charlotte Altmann’la birlikte, hayatlarını sonlandırma kararı aldılar.
Önemli kısmı iyimser biçimde geçen Zweig’ın
hayatı böyle sona erdikten 15 yıl sonra yazdığı
İyimserlik şiirini, Nâzım şöyle bitiriyordu:
Ne devlet ne para
insanın emrinde dünya
belki yüz yıl sonra
olsun
mutlaka bu böyle olacak ama
İYİMSER ZWEİG, UMUTLU NÂZIM
Zweig, memleketimizde en çok okunan
yazarların başında geliyor. İnsanlığın kadim
konularını, çeşitli insanlık hâllerini, kişisel
dünyalardaki fırtınaları büyük bir ustalıkla
kaleme aldı. Onun edebiyatı ve hayatıyla ilgili de
çok yazıldı, birçok çalışma yayınlandı. Özellikle
Freud’la olan dostluğu ve psikanalize duyduğu ilgi sayesinde edebiyata katkıları biliniyor.
Yapıtlarındaki kahramanların özelliklerini ve
davranışlarını derinlemesine ele alışıyla dikkat
çekiyor.
Bunlara ek olarak, Zweig’dan yola çıkıp iyimserlik ve umut kavramları üzerine düşünmek iyi
olabilir. Bir yönüyle “umudun şairi” diyebileceğimiz Nâzım’ı da dâhil etmek, konuyu somutlaştırmamıza fayda edecektir.
Kuşkusuz, iki ustamız da iyimser kişilikler geliştirmişti. Her sorundan çıkış yolunun, o sorunu
yaratan koşulların içinde bulunduğunu düşünüyorlardı. İnsanlığın sürekli gelişeceğine, dünyayı
güzelleştireceğine inanıyorlardı. Nâzım, ayrıca,
umutlu bir sanatçıydı. Zweig ise kişiliğindeki
capcanlı iyimserliğe onca yeteneği ve birikimi
eklemiş büyük bir edebiyatçıydı ama umut niteliği bu yönlerinin gerisinde kalıyordu.
İnsan, sonucun mutlaka iyi olacağına inanınca iyimser oluyor, iyi sonuç uğruna mücadele ettiğinde ise umutlu. Hatta, sonucun iyi
olacağına ille de inanmak gerekmiyor. Bazen
kötümserlik ve umut bir arada bulunabiliyor.
Çünkü olumsuz gidişatı görmek, uyarmak, önlem almak önemli.
UMUTSUZ YAŞANMIYOR
“İyimserlik” dediğimiz, kişilik özelliğinden öte
bir şey değil. Hatta çoğu zaman bir ruh hâlinden
ibaret. Mücadele sorumluluğunu içermiyor.
Bazı durumlarda ise, pasifliğe gerekçe olabiliyor.
Nasılsa her şey iyiye gidecekse, sorunları çok da
dert etmeye gerek yoktur, değil mi?
İyimserlik-kötümserlik eğilimi, sonuçta
durum tespitiyle ilgili yorumlardan ibaret.
Oysa umutlu olmak, “Bu durumda ne yapmak
gerekir?” sorusuna yanıt geliştirmektir. Yaşanan
gerçekliğin bir üst boyutudur. Kişinin kendindeki, toplumdaki, insanlıktaki potansiyele güvenmesidir. Belki de hepsinden önemlisi, insanın
ve toplumun çeşitli nitelikleri arasında taraf
tutarak hayata müdahale etmektir.
Umut bilinciyle ulaşacağız daha güzel bir
dünyaya. Maviliklere.
Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz…
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz…
Bunları düşünmek, elbette Stefan Zweig gibi
büyük bir ustanın değerini azaltmayacaktır.
Ama onun sözlerinin üstüne bir de Nâzım Usta’mızın “umutsuz yaşanmıyor” sözünü eklememiz gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları
Hepimiz Birimiz İçin

Asaf, on bir gündür babasının gözlerini üzerinde hissediyordu. Aslında daha önce de bazen böyle olurdu. Okulda bir matematik problemini çabucak çözdüğünde, bunu gören babasının gurur duyduğunu hayal ederdi. Hele bu dönem okullar açıldığından beri, okulda babasının takdir edeceği başarılar elde etmeyi daha çok önemsiyordu. E, sekizinci sınıfın dersleri hiç kolay değildi. Futbol oynarken de kenardaki […]

Devamını Oku
Cumhuriyet Devrimi Demokrasi Reformu

Bir tepeye doğru yürürken öncekilerle aynı büyüklükte bir adım attığınızda, birdenbire dünyanız değişiyor. O adım sayesinde, tepenin arkası görünmeye başlıyor. Önünüze yeni alanlar seriliyor, ovalar, göller, uzakta yeni tepeler beliriyor. Öncesinde biriken adımlar olmadan o dönüştürücü adım atılamıyor elbette, ama dönüşüm birdenbire gerçekleşiyor. Memleketimizdeki Cumhuriyet Devrimi de böyle gerçekleşti. Öncesindeki binlerce adım mutlaka gerekiyordu. Bir […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku