19Aralık 2022… Bir çınarımızı daha kaybettik…
19Aralık 2022… Bir çınarımızı daha kaybettik… Kendisiyle sohbet edebilme
imkânına sahip olduğum için çok şanslı
hissediyorum kendimi. Aydın Amca’nın anlattıkları
çok ama çok kıymetliydi, uzun bir sohbetti ama hiç
sıkıcı değildi. Aksine birçok değerli bilgi edindiğim
çok keyifli bir sohbetti. Hatta hatırladığım kadarıyla
telefon konuşmasıyla, yani sesli olarak yaptığım ilk
röportajdı. Bu sebeple ayrı bir heyecan da vardı tabii
üstümde. Aydın Ilgaz ile röportaj yapacaktım, üstelik telefon üzerinden! Aydın Amca telefonu açtığı
andan itibaren sanki bir tanıdığı ile konuşuyormuş
gibi içtenlikle yanıtladı sorularımı. Biz gençlere ve
çocuklara ne kadar değer verdiğini de defalarca
vurguladı. Aydın Amca’nın yerinin bende çok özel
olmasının nedenlerinden biri de bizleri anladığını
her fırsatta dile getirmesiydi.
“Benim vaktim yok deseydim sana, hevesini
kırmış olurdum. Belki bir daha kitap bile okumazdın. Şimdi, kitap okumanın önemini daha iyi
anladın. Çünkü sen, bir yazar -Rıfat Ilgaz- hakkındaki bilgilere sahipsin ki birçok kişi bilmiyor
onları. Sen bundan gurur duyup bunları yazıya
dökeceksin. Bilakis elinden tutmam lâzım ki yarının iyi, başarılı bir yazarı olabilesin.”
Babası Rıfat Ilgaz’ın izinden giden çok değerli bir
isimdi, bir yazardı. Aynı zamanda kitapları severek
okunan bir yayınevinin de kurucusuydu. Kitaplarla,
yazıyla özel bir bağı vardı bence. Hatta yayımlanmış
iki kitabı var. Ama Aydın Amca o kadar alçakgönüllüydü ki…
“Önümde öyle yazarlar var ki… Saysan: Yaşar
Kemal, Orhan Kemal, Nâzım Hikmet, Karadeniz’den Rıfat Ilgaz… Bu kıymetli yazarların
arasından, ‘Ben yazarım.’ diyerek çıkmak benim
için zor bir iş.”
Babası Rıfat Ilgaz’dan da konuşmuştuk. Birçoğumuz gibi “yazar, şair” olarak tanımlamadı onu. Onu
yakından görmüş, sohbetler etmiş, onunla aynı evi
paylaşmış biri olarak anlattı onu. Ve tabii ölümsüz
eseri “Hababam Sınıfı”ndan da bolca bahsetti.
Büyük ustanın, büyük eseri… “Hababam Sınıfı”nın
o zamanki eğitim sistemini eleştiren bir eser olarak
yazıldığını biliyoruz. Peki nasıl ortaya çıktı? Çok
merak ettiğim bir şeydi bu ve tabii bu günleri bizzat
yaşamış birinden dinleyebilme imkânına erişmek
de mükemmeldi!
“Özel hayatında çok sabırlıydı. Bir olay olduğunda önce o olayı çözmeni ister, sinirlenmezdi.
Ben, babamın bana bağırdığını pek hatırlamıyorum. Daha çok anlatarak öğretmeyi isterdi.
Sabırlı ve iyi bir Kel Mahmut da odur bana göre.
Rıfat Ilgaz’ın elinde bir fırça var, doğaya
bakıyor. Diyelim ki ormanın resmini çiziyor. O ormandaki ağaçları çizerken gördüklerini, aklında
kalanları çiziyor. O da öğrencilik ve öğretmenlik
yaptığı için, benim gibi yatılı okuyan bir oğlu da
olduğundan yazarken bunlardan etkilenmiştir.
Ben, yatılı okurken çarşamba günü öğleden sonra
izinli olurduk. Babama giderdim. O da cumartesi
günü için, ‘Dolmuş’ adlı mizah dergisinde çıkacak
yazıyı hazırlardı. Bazen sorardı, ‘Okulda ne oldu
bugün?’ diye; yeni bir konu bulabilmek için. Ben,
okulda olanları anlatırdım ama o, aynısını yazmazdı. Bir anısını hatırlardı ve onunla harmanlayarak yazardı.”
Evet; Rıfat Ilgaz, “Dolmuş” adlı bir dergide yazıyormuş ve bildiğim kadarıyla “Hababam Sınıfı”nı
bölüm bölüm yayımlamış bu dergide. Bunu biliyordum, neden bir takma ad kullandığını ve takma
ad olarak neden “Stepne”yi tercih ettiğini Aydın
Amca’dan öğrendim.
“Derginin adı olan ‘Dolmuş’, bindiğimiz minibüslerdir aslında. Onun, ‘yedek lastiği’ anlamına
gelir ‘Stepne’; dolmuşun bir parçasıdır. Mesela
bazı yazarlar; ‘vites’, ‘ikinci vites’, ‘üçüncü vites’,
‘korna’ gibi takma isimler kullanmışlardır. Babamın takma adı da: ‘Stepne’dir.”
Belki de Aydın Amca’nın bizlere bu kadar değer
veriyor olmasının en büyük nedenlerinden biri:
Rıfat Ilgaz’ın da çocuklara ve gençlere çok değer veriyor olmasıydı. Aydın Amca’dan dinlemek istemez
misiniz?
“Babamın bir şiiri var, onu söyleyeyim: ‘Sınıfın
ozanıyım mimli/Hababam Sınıfı’nın yazarıyım
ünlü.’ Bu arada ‘mimli’, sakıncalı demek. Kim ne
derse desin: ‘Hep çocuklar için yazdım.’ der Rıfat
Ilgaz, babam bir öğretmen olduğu için. Yine bir
şiirinde şöyle der: ‘Hayatta iki iş yaptım köklüce/
Biri çocukları okutmaktı, ilk işim/İkincisi de yazdığımı çocuklara okutmak.’”
Aydın Amca, sorduğum sorulara yanıt verirken
bahsedeceği konudan yüzeysel olarak bahsetmiyordu. Çok güzel ve değerli örneklerle anlatımını daha
da değerli kılıyordu.
“Babamın öğretmeninin o zamanlarda sekiz
yaşında olan kızı, dağlardan çiçek toplamış.
Atatürk’e topladığı çiçekleri verirken Atatürk’ün
yanında, Yunan subayının bırakıp gittiği bir av
köpeği varmış. Kahverengi, bakımlı bir av köpeğiymiş. Kız da köpeği görünce çiçekleri Atatürk’e
verdikten sonra, ‘Köpek ne kadar güzel.’ demiş ve
başlamış köpeği sevmeye. Atatürk, o küçük kıza,
‘Sen bu köpeği mi daha çok seviyorsun yoksa
beni mi?’ diye sormuş. Orada bütün önemli kişiler
-milletvekilleri, komutanlar- var o esnada. Kız da
içinden geldiği gibi yanıtlamış bu soruyu, ‘Ben
köpeği daha çok seviyorum.’ Oradaki herkes, beklemiş ki Atatürk’ü daha çok sevdiğini söylesin.
Atatürk, ‘Neden?’ diye sormuş. Küçük kız, ‘Çünkü
o sizi koruyor.’ demiş. Bu yanıt, herkesin çok
hoşuna gitmiş, ‘Sekiz yaşındaki çocuk bunu nasıl
düşünür?’ diye düşünmüşler.”
Röportajı gerçekleştirdikten hemen sonra heyecanla yazıya geçirmeye başladım. Dokuz sayfalık bir
röportaj çıktı ortaya. Bilgiler çok değerliydi, anlatım
çok güzeldi ve Aydın Amca’nın telaffuzu da o kadar
güzeldi ki… Zaten dinlerken sıkılmak, aklınıza bile
gelmiyordu. Sorduğum soruları kısa yanıtlarla
geçiştirmeyerek tek tek ve öyle zarif bir üslupla
anlattı ki… Sohbeti çok değerliydi, işte bu sebeple
kendisiyle konuşabilme imkânım olduğu için çok
mutluyum.
Aydın Amca ile hiç yüz yüze görüşemedik. Ama
bayramlar gibi özel zamanlarda hep iletişim hâlindeydik. Bayram mesajlarıma yanıt vermesi beni
çok mutlu ediyordu, kısa bir yanıtla geçiştirmeyip
uzun mesajlarla yanıt veriyordu. Biz gençlere ve
çocuklara verdiği değerin apaçık bir kanıtı… Aydın
Amca’nın değerli sözleri, benim için çok kıymetli…
Röportajı, yaklaşık üç yıl önce gerçekleştirmiştik
yani henüz on iki yaşındaydım. Yeni yeni başlamıştım röportaj yapmaya. Çocuk olduğum için
ve tanınmadığım için birçok kez reddedilmişken
Aydın Amca isteğimi geri çevirmedi. Ve bana, o
güne kadar; röportaj için en uzun zamanı ayıran da
kendisiydi. Herkes tarafından tanınan ve yetişkin bir
gazeteciymişim gibi dikkatle dinledi beni ve özenle
yanıt verdi. “Yeni başarılara kavuşmam için büyük
biriymişim gibi anlattı”, Aydın Amca…
“İnşallah yazdıkların ses getirir, birçok kişi
okur. Sen, çok güzel bir hizmet yapıyorsun. Babam derdi ki: ‘Ben; büyüklerden çok küçüklere bir
şeyler anlatırım, vakit ayırırım.’ Ben de senin yeni
başarılara kavuşman için büyük biriymişsin gibi
anlattım sana bunları.”
Aydın Amca’ya minnettarım… Bana inandığı,
değerli bir büyüğüm olarak yolumu aydınlattığı
için… Ondan çok şey öğrendim. Bu yazıyı hazırlarken de yanımdaymış gibi hissettim, gerçekten…
Sanki bana destek olmaya devam ediyor gibiydi.
AYDIN ILGAZ’A MİNNET, SAYGI, SEVGİ VE HİÇ
BİTMEYECEK BİR ÖZLEMLE…
SENİ HİÇ UNUTMAYACAĞIM AYDIN AMCA…
Elinde, kenarları iyice yıpranmış küçük bir not kağıdıyla etrafına şaşkın şaşkın bakarak ağır adımlarla yürüyordu. Çevresindeki evlerin hepsi birbirine benziyordu. Hepsi kırmızı boyalıydı, penceresi rengârenk çiçeklerle süslenmişti. Gerçek olamayacak kadar samimi ve güzel bir yerdi. Herkes burada bir aile gibi olmalı, diye düşündü. Her evin önünde küçük bir bahçesi vardı. Kimi en sevdiği çiçekleri dikmişti […]
Devamını OkuAnnesi kıyafetlerini düzeltirken Ata durmadan şikâyet ediyordu, “Hadi ama anne, törenin başlamasına çok az kaldı!” Annesi son olarak kırmızı papyonunu düzeltirken onu ikna etmek istercesine, “Tamam oğlum, bitti işte. Pek bir yakışıklı oldun!” dedi. Ata, karşısındaki aynada kendini süzdü, “Çok yakışıklı oldum, değil mi anne? Tıpkı Gazi Paşa’mız gibi…” Annesi gülümseyerek onayladı onu. O da […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku