Nasuh MAHRUKİ
Tüm Yazıları
Türkiye’de Kadın Korunmak Zorundadır
Ana Sayfa Tüm Yazılar Türkiye’de Kadın Korunmak Zorundadır

Her insanı bir kadın doğurur ve her insanı bir kadın yetiştirir.

Kadın toplumun varlığını sürdürmesinin teminatı, geleceğe hazırlanmasının başlangıcıdır. Çocuk hayata annesiyle hazırlanır. Anne ne biliyorsa çocuk da ilk başlarda o kadar bilebilir ve ilk 3 yaş insanın benlik algısının oluştuğu, duygu dünyasının şekillendiği, temel güven duygusunun oluştuğu insan hayatının en kritik dönemidir. Bireyin tamamen anneye ve çevreye bağımlı olduğu bu hayata başlangıç dönemindeki hasarlar, ömür boyu iz bırakabilir ve toplum sağlığını zorlayabilir. Evde çocuklarının gözü önünde eşinden psikolojik ve fiziksel şiddet gören kadınların olduğu aileler, çocuklarına nasıl sağlıklı rol model olabilirler? Çocuklarının geleceklerini nasıl sağlıklı kurgulayabilirler? Kadının gerektiğinde dövülebilir hatta öldürülebilir bir varlık olduğu bilgisi, duygusu, töresi; bir çocuğun saf, temiz, her şeye açık dünyasını, eşitlik algısını, değer yargılarını alt üst eder. Bu tür çocukların çoğunlukta olduğu toplumlar sağlıklı bir gelecek kuramazlar.

Toplumlar kadın ve erkeklerden oluşur. Her yaş ve meslek grubundan kadınlar ve erkekler toplumun çeşitli katmanlarında kendi rol ve sorumluluklarını üstlenirler ve kendilerinden sonra gelenlere kendi izlerini bırakırlar. Süregiden yaşam içinde kadınların geride bırakıldığı toplumlar hiçbir zaman kadın ve erkeğin birlikte geliştiği
toplumların seviyesine erişemezler. Nüfusun yarısının diğer yarısından ayrıcalıklı olduğu bir toplumda, performans her zaman potansiyelin altında kalır. Kadın ve erkeğin biyolojik olarak iki ayrı cinsiyete sahip olmalarının dışında birini diğerinden daha altta ya da daha üstün görmemizi gerektiren hiçbir özellik yoktur. Ancak bir başka canlıyı vücudunda var etme yeteneği olan doğurganlık ve annelik nedeniyle kadın vücudu daha üstün niteliklere sahiptir. Yine de kadın erkeksiz, erkek de kadınsız var olamaz. Toplum kadın ve erkeğin sentezidir. Kadın, doğası gereği daha duyarlı, maneviyatı ve sorumluluk duygusu daha güçlüdür. Kadınların sosyal sorumluluk çalışmalarında daha aktif olarak görev alması, toplumun pozitif yönde değişimi ve gelişimi açısından son derece gereklidir. Kadın ve erkek potansiyelinin birlikte sentezlenmediği her işte ve her yerde bir şeyler eksik kalır ve eğer bu durum düzeltilmezse, toplum her geçen gün giderek çağın daha fazla gerisinde kalır. Kadını ve özgün potansiyelini hayata katamamanın bedeli, buradaki boşluğun karşıtıyla doldurulmasının yaratacağı tekdüzelik, küntlük ve toplumda, bilimde, sanatta, edebiyatta, kültürde, sporda, yaratıcılıkta, daha doğrusu hayatın içinde her şeyde, her alanda kısırlıktır. Türkiye gibi kadına ve çocuğa şiddette üst sıralarda yer alan, kadının erkeğe eşit olmadığı düşünülen, kadın-erkek ilişkilerine İslamcı bakışın belli bölgelerde hâlâ hâkim olduğu erkek egemen toplumlarda, kadın mutlaka pozitif ayrımcılığa tabi tutulmalı ve gerekli durumlarda korunmalıdır. Çünkü kadına yönelik şiddet bir insan hakkı ihlalidir ve caydırıcı önlemler alınarak sistem tarafından mutlaka engellenmelidir.

Uluslararası hukukta kadına karşı
şiddeti ya da ayrımcılığı yasaklayan pek çok
düzenleme bulunmakla birlikte, İstanbul
Sözleşmesi kapsamı ve oluşturduğu denetim
mekanizmasıyla özel bir yere sahip. Sözleşme,
kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyete
dayalı ayrımcılık konularında o güne kadar
yapılmış en kapsamlı tanımlara yer vermiş.
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacı
devletlerinden olup, 24 Kasım 2011›de Türkiye
Büyük Millet Meclisi›nde 247 vekilden 246’sının
kabul oyu, 1 vekilin çekimser oy vermesiyle
sözleşmeyi uygun bulan ve onaylayarak
parlamentosundan geçiren ilk ülke oldu. Ancak
ne yazık ki TBMM Genel Kurulu’nda oybirliğiyle
kabul edilerek yürürlüğe giren kanun, 10 yıl
sonra TBMM kararıyla geri çekildi. Türk kadınını
bugünün şartlarında koruyabilecek en önemli yasal
düzenleme elinden alındı.
Tam adıyla, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile
İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye
İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, Avrupa Konseyi
tarafından hazırlanan, 45 ülke ve Avrupa Birliği
tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve
aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede
temel standartları ve devletlerin bu konudaki
yükümlülüklerini belirleyen İstanbul Sözleşmesi,
uluslararası bir insan hakları sözleşmesidir.

Ülkemizde geri plana itilen, örtülen, haklarını yitiren, can güvenliği tehlikeye giren, sosyal hayatı kâbusa dönen, mahalle baskısının en yoğunuyla karşılaşan, özgürlükleri elinden alınan, siyasete malzeme yapılan, din adına istismar edilen ve değeri bu kadar ayaklar altına alınınca da vücut dokunulmazlığı ve düpedüz hayatı tehlikeye
giren kadınlarımızı koruyabilecek en önemli yasal düzenleme olan İstanbul Sözleşmesi, coşkuyla kutlanarak gururla imzalanmışken, 10 yıl sonra sözleşmeden çıkmışık. Bugün yasal koruma geçici olarak kalksa da, kadın haklarını korumak toplumu oluşturan bireyler olarak hepimizin ortak sorumluluğu ve vicdani görevidir.

Yazarın Diğer Yazıları
BAŞÖĞRETMEN Atatürk

“Cumhurbaşkanı olmasaydım, Millî Eğitim Bakanı olmak isterdim.” sözü, Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermesi bakımından çok anlamlıdır. Kendi eğitimine ve kişisel gelişimine küçük yaşlardan itibaren büyük önem veren ve, “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyen Atatürk’ün, kendi gibi milletinin eğitimine de özel […]

Devamını Oku
Bugün Türk Milletinin Görevi, Koruyamadığı ve Savunamadığı Bağımsızlığını ve Cumhuriyet’ini Kurtarmaktır

Birinci vazifemiz olan, Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyet’ini, değil ilelebet 100. yılına kadar bile tam manasıyla koruyamamış ve savunamamış olmanın derin acısını hissediyorum. Bunun hepimiz için çok ağır bedelleri olacağının kaygısını taşıyorum. Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarının, imkansız şartlar altında büyük fedakârlıklarla bize armağan ettiği, güzeller güzeli biricik vatanımıza ve biricik Cumhuriyet’imize hedefleri doğrultusunda sahip […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku