Sanki geçmişten değil de gelecekten, hayallerimden bir yermiş gibi. Çünkü oraya vardığımız an kapanıyor bu dünyanın kapıları. Başka bir yere gidiyorum, küçük bir eşikten geçip büyük bir yol atlıyorum ve bir süreliğine olduğum yerde kayboluyorum. Zamanın geçmesinden, birinin beni bulup eve geri götürmesinden korkuyorum.
Boş zamanlarımda pek huyum değildir ama bugün erken kalktım. Hava birkaç gündür normalden daha sıcak. Yağmur da yağdı. Babam da evde, bizim için çalıştırır arabayı. Biz dediğim, ben ve oyun eşim. Daha doğrusu abim. Severiz yüksek yerlere çıkarken avlanıp maymunluk yapmayı, boş bahçelere girip böğürtlen çalmayı. Avlarımızı da akşam olunca közler yeriz. Yemeden önce de zehirli mi diye mutlaka tereddüt ederiz. Ancak günün sonunda tabaklar boşalır, çünkü avın tadı zehirden daha leziz. Her zaman olduğu gibi bıçaklarımız poşetlerimiz, eve eli boş gelme ihtimaline karşı da anılarımızı sakladığımız birkaç fotoğraf. Hem onlar mantarlardan daha kalıcı.
Kulaklarım epeydir tıkalı. Yükseğe çıkıyoruz, her zamankinden biraz daha yukarı. Aslında yabancı bir yer değil, eskiden yaşadığımız köyün ormanları. Ancak sanki geçmişten değil de gelecekten, hayallerimden bir yermiş gibi. Çünkü oraya vardığımız an kapanıyor bu dünyanın kapıları. Başka bir yere gidiyorum, küçük bir eşikten geçip büyük
bir yol atlıyorum ve bir süreliğine olduğum yerde kayboluyorum. Zamanın geçmesinden, birinin beni bulup eve geri götürmesinden korkuyorum. Alice gibi bir delikten düşüp avlamak için geldiğim mantarların beni avlayacak kadar büyük olmasını istiyorum. Fakat ben, oyun eşimle birlikte olduğum sürece gittiğim yerlere Harikalar Diyarı’nı da götürüyorum. Şapkacı da muhtemelen çay saati geçsin diye bekliyor, kendisi bu hikâyede babam oluyor. Şapkasıyla gezdirmiyor ama kendine ağaç dalından bir baston bulup bana rehberlik ediyor.
Geziyoruz, üstü pür kaplı bütün çıkıntılara bakıyoruz eşeleyip, eğer bir tane mantar varsa etrafını talan ediyoruz. Yarış yaptığımız da oluyor, hiç bulamayıp ot kazdığımız da. Ancak ben her türlü galip hissediyorum. Elim toprağa değdiği anda sanki kuşların sesi içime işliyor. Bazıları ağlıyor bazıları gülüyor. Hikâye anlattıklarına şahit olduklarım bile var. Ama Bizim Harikalar Diyarı’mızda en çok, şarkı söyler kuşlar. Onlar etrafta hoş bir fon oluştururken biz de yerine göre savaşır, yerine göre ittifak kurarız. Eğer ormanda zalim avcılar olup yarışacaksak hırslanır, bahçelere gidip dolaşacaksak dedektif kesiliriz. Dürüst olmak gerekirse ben bu durumda Doktor Watson olurum en iyi ihtimalle. Hele uzak gözlüklerim yoksa mantarlardan daha beter av olurum.
Her sene aynı yerlerde gezerken dahi eğlencesi artıyor bu yolculuğun. Aynı yollardan geçip aynı yerlere bakıyoruz. Ben her seferinde başka bulutlar görüyorum, yalnız kokusu hiç değişmeyen aynı yağmurla ıslanıyoruz. Bazen kenara atıyorum zalim avcı kostümümü, şarkılarımı dinlediği için dalındaki çiçekleri öpüyorum, kıkırdayan ağaçlarla bakışıyoruz. “Eve dönme vakti” gelmeden de sarılıp vedalaşıyoruz. Ancak hiç gitmiyorum oradan, ruhumun parmaklarıyla küçük otların arasında biz, gezinmeye devam ediyoruz. İki küçük oyuncu şebek, her bahardan önce kör bıçaklarımızı kuşanıyoruz. Eminim bir gün Mavi Tırtıl da eşlik eder, avcı olarak gittiğimiz bahçe ziyaretine. Kış
geçsin artık, baharı bekliyoruz…
Zaman değişmez, insanlar gelişmez yoktan. Dünya döner, gece bellidir sabahtan. Kendi içinde devrilen bir düzendir yaşam, suyun üstünde kalır, düzensizlik çamurlu yosunlar gibi dipte dalgalanır. Bazı balıklar zehirlidir, kimi otlar şifalıdır; var olan, yaşama dair kıyılarda çalkalanır, zamanın git gelleri ve değişmeyen düzeninde, yaşıyor insanlar yüzer gibi en derinde. Zaman değişmiyor ancak ilerliyor dalga dalga. […]
Devamını OkuCamları çatlamış, içi gaz dolu lambaların. Üstünden geçilmiş yanmaya devam eden mumların. Tüm aydınlığını söndürmüşler evlerin, kundaklamışlar saltanatıyla korkuların. Gündüz inmiş umuda kapanan perdelerin üstüne. Perdeleri dondurmuş keskin soğuğu camların ve ısınmamış uzun bir süre. Hastalıklar söndürmüş altını ocağın, sefalet de basmış yanan son kibritin üstüne. Devası bir kağıtta kıta kıta yazıyormuş da okuyanı bulmak […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku