Hande ÇİĞDEMOĞLU
Tüm Yazıları
Başka Dünyalar
Ana Sayfa Tüm Yazılar Başka Dünyalar

Ey Gilgameş! Bulamayacağın ölümsüzlüğü aramak için kaybettiğin zamana yazık olmuş. Sana verilen bu yaşamın tadını çıkarmaya bak! Her gününü üzüntüyle değil sevinçle geçirmeye çalış…”

Bazen hayatın gerçekleri, benliğimizi dayanılmaz bir ağrı gibi sarar. Bu gerçeklikler, sevinç, neşe, coşkudan daha
çok keder ve acı olarak belirir. O zaman kaçmayı arzular insan. Bedeniyle olmasa da zihniyle kaçmak, hayal dünyasının yumuşak yataklarında huzurlu bir uyku uyumak ister. Oysa insanın kendi hayal gücü, bazen kendini onarmaya yetmeyecek güçtedir. Bunun için başka belleklerin hayal dünyasına kurulmayı seçer. Sanat dallarından en çok edebiyat, bu insani arzunun hedefi olmuştur. Başka dünyalara gitmek, başka hikâyeler yaşamak.

Günümüzde de sıkça duyduğumuz bir söz bu; “Beni alıp götürecek, dünyamı unutturacak bir roman istiyorum.” Herkes bulunduğu dünyadan kaçmanın, sayfalar arasında gezinirken gerçekliğini unutmanın derdinde. Bu çağda, özellikle de bizimki gibi yaşaması sancılı coğrafyalarda, bu durum anlayışla karşılanabilir. Ancak edebiyat, bu arzunun karşılığını verecek bir sanat dalı olmasa gerek. Popüler kültüre hizmet edenler haricinde gerçek ve nitelikli edebiyatın taşıdığı anlamlı amaç, okuru gerçeklikten koparmak değildir. Çünkü asıl gerçek insan ve onun meseleleridir. Ne kadar farklı atmosfer, farklı kurgu hatta bazen doğaüstü olaylar yaratılırsa yaratılsın, edebiyat
döner dolaşır insan kucağında dinlenir. Evrensel insani değerler, duyguları sırtlanarak yol alır. Bu yüzdendir bir roman onlarca dile çevrilebilir, bir şiir yazıldığı yerden millerce uzaktaki insana dokunabilir, zamanlar ötesi bir varlık
gösterebilir. Destanların, binlerce yıldan bugüne ulaşmasının sebebi de bundandır.

Sözgelimi Gilgameş Destanı. Antik Mezopotamya’dan günümüze uzanan, çivi yazısıyla kil tabletlere şiir olarak yazılmış bu destan, insanlığın en eski edebiyat eseri olarak kabul edilebilir. Üzerinden binlerce yıl geçmesine rağmen aynı edebi iştahla okunur. Tarihin ilk kral kahramanı Gilgameş’in serüvenlerinin konu alındığı destan, farklı anlatılara, tiyatro oyunlarına, şiirler ve öykülere tekrar tekrar ilham vermiştir.

Asırlık çınar, Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ da, meşhur destanı, “Gilgameş Tarihte İlk Kral Kahraman” adıyla novella formunda kaleme almış. Sümerce yazılıp destana alınmamış öykülerin yanı sıra XII. tablette yazılanları ve destanda bulunmayan fakat Akadca şiir hâlinde yazılmış doğum öyküsünü de eserine katmış. Kitapta, bulunan tabletlerin direkt çevirisini ve konuyla ilgili görsel belgeleri de görüyoruz. Böylece hem destanın aslına şahit olup hem de yazarın kendine has akıcı üslubuyla düzenlediği öyküsünü okuyoruz.

Pek çoğumuz biliriz. Gilgameş Destanı, Uruk Kralı Gilgameş’in ölümsüzlük ve bilgelik yolunda tanrılar, korkunç yaratıklar, felaketler, olağan dışı olaylarla çevrelenmiş serüvenlerini anlatır. Bundan binlerce yıl öncesindeki insan
zihninin yarattığı bir hayal dünyası. Tam da bugünlerde adı geçen, insanı başka dünyalara götürecek türden. Ama yine de istediğiniz gibi sizi gerçeklikten koparmıyor bu destan. Bugünden çok uzak çağlarda kurgulanmış bir masal, sizi bugünün meselelerine itebiliyor. Kendinizi, etrafınızdakileri, yaşamı, kendi çağınızı sorgulatıyor. Çünkü kil tabletlere nakşedilen kelimelerin odağında insan var. Tutkular, umutlar, hayal kırıklıkları, sevinçler, acılar, iyilik ve kötülük var. Destanı okurken kralın şan ve şeref arzusunun, ölümsüzlüğü arayan umudunun yanı sıra derin bir dostluğun izlerini takip ediyor, tanrı bile olsa kadın erkek cinslerinin zaaflarına şahit oluyoruz. Gılgameş’in doğaüstü serüvenleriyle bezeli satırlar, sevgi, nefret, yalnızlık, intikam, ölüm korkusu gibi insani duygularla yükseliyor. Tüm bunlar güzellik ve estetikle yoğrulmuş kelimelerin büyülü etkisiyle gerçek bir edebiyat eseri hâline geliyor. Bu yüzdendir ki binlerce yıl sonra, insan elinde tekrar cana geliyor.

Tanrıça İnanna konuşurken Gilgameş’in aklından neler neler geçiyordu;

“Sen!” diyordu. “Sen soğukta ısıtmayan bir örtüsün! Sen fırtınaya engel olmayan bir kapı, üstüne örtüleni altında ezen bir fil derisi, içindeki kahramanların üstüne çöken bir saraysın. Sen taşıyanın sırtında eriyen ziftsin! Taş duvarı çatlatan kireç, düşmanı çeken yeşim taşı, ayağı sıkan bir ayakkabısın sen!”

Anlaşılmayı, anlatılmayı bekleyen bir muamma, insan. Çağlar değişiyor, nesiller, sorunlar, değerler değişiyor. Anlatılacak hikâye kalmadı denilen an, bir yenisi, başka bir elde, başka bir formla şekilleniyor. İnsan, varoluşunun
anlamını, soylu yüreğinin yaşam içindeki küçük görünen ulu yerini, çağının, içinde bulunduğu topluluğun meselelerini, derdini, tasasını, umudunu ve mücadelesini sanatla, edebiyatla görünür hâle getiriyor. “Bir ulu ırmak akıyor insan eli ilk mağaraya ilk bizonu çizdiğinden beri.” diyor ya Nâzım. İnsan, akan o ulu ırmağın duru bir damlası olma arzusuyla okuyor, yazıyor…

Alıntılar: Muazzez İlmiye Çığ – Gilgameş Tarihte İlk Kral Kahraman Kaynak Yayınları Kasım 2000

Yazarın Diğer Yazıları
HİKMET İYİDİR, CEHALET FENA Bir eğitim neferi Hasan Âli Yücel

1930 yılının sonları. Mustafa Kemal Atatürk, milletvekili ve bürokratlardan oluşan bir grupla dört ay sürecek bir yurt gezisine başlıyor. Gezi boyunca yanındakilerle sıkça sohbet ediyor, yeni kurulmuş bir devletin aydınlık yarınları için neler yapılabilir, onlarla birlikte düşünüyor. Her düşünce, her soru, her yanıt onun için altın değerinde. Yine bir gece, ufuk açıcı sohbetlere ev sahipliği […]

Devamını Oku
Üzümlü Kurabiye

Çocuk, okuldan eve döndüğünde kapıyı her zamanki gibi ritimli değil, alelade bir misafir gibi çaldı. Kapıyı açan annesini öptü, elini yüzünü yıkayıp üzerini değiştirmek için odasına gitti. Evi saran kurabiye kokusu bile onu neşelendirmemişti. Pencereden başını uzattı. Gökyüzü sonbahara yaraşır grilikteydi. Gördüğü bu rengi ilk kez kalbinde hissediyordu çocuk. Öğretmeninin son derste yaptığı duyuru her […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku