Dilek Neşe AÇIKER
Tüm Yazıları
İnsanlaşan Böcekler ve Böcekleşen İnsanlar
Ana Sayfa Tüm Yazılar İnsanlaşan Böcekler ve Böcekleşen İnsanlar

Dönüşüm’ün Gregor’u ise ailesi için faydalı olmaktan bir asalağa evrilirken bu dönüşümün acısını çekmiştir. Kafka’nın böcekleri günlük hayattaki sıradan insanların içsel, felsefi ve ekonomik meselelerini sert kabuklarıyla üstlenir ve okuyucuya düşünecek sayısız malzeme verir.

Krem rengi ön kanatlarıyla güneş ışığını yansıtarak çöl sıcağında bedenini serinleten Nicrophorus americanus’tan, küçük bir memelinin, bir kuşun, bir sürüngenin bütün karkasını kemiklerine kadar tüketebilen leş böceğine ya da yırtıcıları savuşturmak için arka kanatlarında yanıp sönen göz şeklinde lekelere sahip benekli ipek böceğine kadar eklem bacaklılar dünyası her daim insan merakının öznesi konumunda olmuştur.

Edebiyatın hamamböceğine dönüşen Gregor Samsa’sı ya da sinemanın örümceğe dönüşen Peter Parker’ı olsun, bir kısım insan paranoyasının kaynağı bu küçük yaratıklar varlıklarıyla geçmişten günümüze sanatın besleyici unsurlarından biri ve olmaya da devam edecek. Eğlenceli animasyonlarda, korku filmlerinde, klasiklerde ya da günümüz romanlarında, eklembacaklıların hayal dünyasının sınırlarını zorlayan var oluşları ve dönüşümleri tartışmasız şekilde sanata büyük katkı sunar. Üstelik sadece hikâyeye değil, kimi zaman büyük bir başlangıca da.

Kafka’nın Dönüşüm’ü (Die Verwandlung) yazdığı yıl aynı zamanda sinemasal bir başarının da yaşandığı yıldır. Litvanya’nın Kaunas kentindeki Doğa Tarihi Müzesi’nin o zamanki müdürü, 1882 doğumlu Ladislas Starevich* ölü böceklere tekerlekler ve ipler takıp ara sıra da bacaklarını plastik İnsanlaşan böcekler ve böcekleşen insanlar veya metal aksamlarla değiştirerek onları kamera önünde geçirdi ve 13 dakikalık bir stop-motion film çekti. Ana karakterleri böcekler olan, sadakatsizlik gibi sıradan bir konuyu oldukça eğlenceli hale getiren The Cameraman’s Revenge adı bu film animasyon tarihinde son derece önemlidir. Filmde böcekler birer karakter olmanın ötesine
geçer ve sanki hikâyeyi yaratan taraf olurlar.

Böcekler kimi zaman başkahraman, kimi zaman kötü adam, kimi zaman sevimli bir çizgi karakter olarak karşımıza çıkarken gerçek hayattaki inşa etme becerilerini, küçük dünyalarındaki gizemin insan zihnindeki yansımalarını ve sıra dışı bedenlerinin etkileyici unsurlarını sanatın hizmetine sunarlar.

Alice Harikalar Diyarında’nın Tırtıl’ı böceklerin edebiyat dünyasındaki bir başka temsilidir. Dev bir mantarın üstünde oturan tırtıl, tavırları ve söyledikleriyle değişimi ve bilgeliği sembolize eder. Kaba olmaktan imtina etmeyen umursamaz tırtılın dünyasında değişim olağandır.

J.R.R. Tolkien de eserlerinde böcekleri korku ögesi olarak kullanan yazarlardan biridir. Tolkien çocukluğunu geçirdiği Güney Afrika’da bir tarantula tarafından ısırılmıştı. Mark Horne ve Emily Asher-Perrin gibi pek çok yazar Silmarillion, Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi’ndeki korkunç dev örümcekleri yaratmasının altında bu olayın yattığını ileri sürer. Tolkien böcekler meselesinde çeşitli zamanlarda farklı açıklamalar yaptı. 1961’deki bir röportajında “Örümcekleri sevmiyorum. Bu patolojik bir korku değil, ama onlarla hiçbir ilgim olmamasını tercih ederim.” dedi. Hobbit’e örümcekleri koymasının amacınınsa oğlu Michael’ı korkutmak olduğunu söyledi. Nihayetinde eklembacaklılar korku aşılamak için etkili varlıklardır, çünkü insan zihni onlardan korkmak üzere koşullanmıştır. Açıklamalar ne yönde olursa olsun Shelob’un sadece hikâyeye katkısından dolayı Yüzüklerin Efendisi evreninde kendine yer bulmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Tabii mevzubahis eklembacaklılar olunca konuya Kafka’sız
devam edilemez. Çevreye yabancılaşma duygusunun işlendiği Taşrada Düğün Hazırlıkları’nın sorumlulukları
altında ezilen kahramanı Raban bir kaçış yaşamak için özgür bir böcek olarak yatağında kalmayı düşlemiş, Dönüşüm’ün Gregor’u ise ailesi için faydalı olmaktan bir asalağa evrilirken bu dönüşümün acısını çekmiştir. Kafka’nın böcekleri günlük hayattaki sıradan insanların içsel, felsefi ve ekonomik meselelerini sert kabuklarıyla üstlenir ve okuyucuya düşünecek sayısız malzeme verir.

Sinema endüstrisinin böcekleri edebiyattakilere göre daha renkli ve çeşitlidir. Görülebilir olan karakterler beyaz perdede adeta yeniden can bulur.

1940 Walt Disney animasyonu Pinokyo’daki bir karakter olan böcek Jiminy Cricket filmde insanlaştırılmıştır.
Eklembacaklılar genellikle animasyon çocuk filmlerinde antropomorfize edilerek sempatik hale getirilir ve korkutucu
özelliklerinden arındırılır. Karakterler sevimlidir, anatomik olarak metamorfoza uğramıştır, sevecen ve eğlencelidir.

Yetişkin filmlerine geldiğinde işler değişir. Böcekler artık korkunç yaratıklardır. Kendi varlıkları dışında kötücül başka yaratıkların bedenlerine de ilham kaynağı olurlar. Bazen başka galaksiden gelen bir düşmana dönüşürler, kimi zaman da başka bir bedenle birleşip yeni ve şeytani bir varlık olarak karşımıza çıkarlar. Alien, Predator gibi sinemanın ikonik karakterleri de böcek bedeni ve davranışlarından esinlenen karakterlerin en bilinen örneklerindendir. Doksanlı yıllarda örümcek korkusunu artırdığından şüphe duyulmayan Frank Marshall filmi Arachnophobia da yapılmış en iyi örümcek temalı filmlerden – hatta kimilerine göre en iyisi – biri olarak kabul edilir.

Türün kült filmlerinden, sıradışı yönetmen David Cronenberg elinden çıkmış The Fly izleyiciye bilim insanı Seth Brundle’ın yavaş yavaş ve ürkütücü bir biçimde sineğe dönüşmesini gösterir. 1986 yapımı film zihnin, ruhun ve bedenin aynı anda değişimini başarıyla verirken felsefecilere de tartışma zemini sunar.

Korku, bilim kurgu ve fantastik gibi türlerin yazar ve yapımcıları için böcekler adeta birer nimettir. Anatomik yapıları, sürü zekâsına sahip olmaları, çoğu alt türün kast sistemi kullanması gibi özellikleriyle roman ve senaryo yazarlarının hayal gücünü nasıl ele geçirdiklerini anlamak kolaylaşır.

* Ladislas Starevich’in adına çeşitli kaynaklarda Vladislav Starevicz ve Wlasdislaw Starewicz olarak da rastlayabilirsiniz.

Yazarın Diğer Yazıları
Bana Kurallardan Bahsetme Canım

“Bana kurallardan bahsetme canım. Nerede olursam olayım kahrolası kuralları ben koyarım.” Sarsıcı kişiliği ve izleyeni kışkırtmaya varan sıra dışı performans tarzı sorulduğunda “La Divina” olarak anılan Maria Callas böyle cevap vermişti. Kurallar sıkıcıdır. İster başkaları koysun ve uymanızı beklesin, ister siz kendi kurallarınızı kendiniz koyun. Öte yandan onlarsız yaşamı idame ettirmek de imkânsız olurdu. Zorlu […]

Devamını Oku
Sonbahar Sayıklamaları

Orion’a inat su üstünde yürüyorum. Yeknesak, alabildiğine mavi bir kütle benimle savaşmaya can atıyor. Kaçıyorum. Ortak olmadığım suçların cezasını çekmeyeceğim. Kuşların kanatlarına, balıkların yüzgeçlerine, kelebeklerin hafifliğine içim gidiyor. Huyumdur, kalbim hep bende olmayanın peşine takılır durur. Bir boynu büküklük taşıyorum eskiden kalma. İşte bu yüzden müsamahakârım kendime. Susuyorum. Sonbahar geldi, geçiyor. Kibirli, bir o kadar […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku