İnanın her ortamda, her fırsatta anlatılması gerek Muazzez Hanım’ın. Kuşaktan kuşağa milyonlarca insana örnek bir bilim insanı. Zaten baksanıza, daha çocukken bilim yolculuğu aile büyüklerinin hayali-dileği olmuş…
Öyle ya… Babası ilim öğrensin diye adını İlmiye koymuş! Ve ardından bilimin ışığına, ilimin gerçeğine adanmış bir hayatın, çığ gibi her geçen gün büyüyen bir bilgi hazinesinin başkahramanı, bilge kraliçesi, “asırlık çınar” misali bir cumhuriyet kadını olagelmiş. “Sümer Kraliçesi Muazzez İlmiye Çığ”ımız 110 yaşına merdiven dayadı. 107 yaşına ayak
bastığı günlerde Mersin’in Erdemli’sinde, portakal kokulu bahçeli evinde (kızının evi) buluşmuştuk. Çok mutlu olmuştum; bilge bir kadınla, yaşama sevinci aşılayan bir insanla sohbet imkânı bulduğum için. Gülümseyerek İstanbul’a döndüğümü hatırlıyorum. Gazete haberlerinde Muazzez Hanım’ın hasta olduğunu öğrendim; bu vesileyle geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum. Onurun, cesaretin, kadınlığın ve bilgeliğin sembollerinden Muazzez Hanım’ın
yine bu vesileyle yaşam öyküsünü paylaşmak istiyorum…
•••
20’nci yüzyılın başları sayılırdı aslında. Bursa’da yaşayan göçmen bir ailenin kızları olmuştu. Yoksullukla büyümüştü öğretmen babası… Annesi şapka dikerek İlmiye’ye ilk kemanını almıştı. İlmiye de ülkedeki savaş yıllarının sıkıntılı günlerinde babasıyla birlikte dikiş dikecekti. Eskiye ait eserler, çizgiler ilgisini çekmeye başlamıştı gençlik yıllarında, okumayı, öğrenmeyi, araştırmayı seviyordu.
Muazzez İlmiye, üniversitede Hititoloji okuduktan sonra artık “Çivi Yazılı Belgeler Arşivi”nde, çiçeği burnunda bir uzmandı.
Şark Eserleri Müzesi, âdeta ikinci yuvası olacak, 32 yılını bu yuvada geçirecekti. Bu müze, birikimlerini kilitler altında saklı tutan paha biçilmez bir hazine gibiydi âdeta. Muazzez İlmiye, ilk tableti eline aldığında gözlerine
inanamamıştı; ama daha binlercesi sıradaydı.
Uzman oydu, bilgi ondaydı, sabır da, araştırma azmi de. Özetle, ‘âlem buysa kraliçe o’ olacaktı.
Her gün evini şöyle bir temizliyor, çocuklarını annesine teslim edip koşarak tutkusuna, tabletleri temizlemeye gidiyordu. Toz toprak kalkınca tabletler binlerce yıldır sakladıkları gizemlerini birer birer sunmaya başlamıştı.
Ortaya bir hazine çıkmıştı. Binlerce tabletten oluşan çivi yazılı belgeler arşivi… 3000 tanesinin kopyasını yapıp bir katalog olarak yayımladı. Almanya’da çalışmalar yaptı, kongrelere katıldı, İtalya ve Londra’da Hitit sergileri açtı. Dünyaya kanıtlamıştı başarılarını, tanıtmıştı ülkesini, topraklarını…
“Tarih Sümer’le Başlar” adlı kitabı Türkçeye çevirdi Muazzez İlmiye Çığ. Kitap büyük ilgi gördü, bunun üzerine çocuklara Sümer ve Hitit kültürlerini tanıtan kitaplar yazdı.
Bilimle, ilimle ilgilenirken toplumsal sorunlarla ilgilenmekten hiç vazgeçmedi o. Hep cumhuriyet kadını olmakla övündü, başarısını cumhuriyete borçlu olduğunun her fırsatta altını çizdi. “Biz kadınlar sanatta, bilimde devrimimizin en yüksek çağındayız.” dedi. Ata’ya sonsuz bağlıydı, Ata’ya söz ettirmezdi, söz edenlere öfkesini, sözünü esirgemedi… Ki kuruculara saygısızlıkla yarışıldığını gördükçe, işittikçe canı yanıyordu…
İlmiye Çığ, TEMA Vakfı Başkanı, yoldaşı Hayrettin Karaca ile “Giderayak” adında bir televizyon programı hazırladı, sundu.
Sık sık eylemlere katıldı ileri yaşlarında Muazzez Hoca. Eylem yaparken sıcak su torbalarını yanında getirdiği için soğuktan da çekinmedi.
Yıllarını adayıp şifresini, gizemini çözdüğü Sümerce, Hititçe kelimeler artık dünyaya yayılan kitaplarda, bir çocuğun kitaplığında…
Tabletlerde gördüğünü aktaracaktı bilimsel olarak ama bilime aldırmayanlar çıkıp gerçek olan sonuçlara tepki göstereceklerdi güya, en karanlığından… Hakaret edecekler, hedef gösterecekler, tehdit edeceklerdi…
Neyse… Cesaretinden tabii ki ödün vermeyecekti…
Onun için artık önemli olan dostluğun sıcaklığı, çiçeğinin yaşaması, hayatın sade ama güzel ayrıntıları…
Bu arada, Muazzez Hoca, 100 yaşından sonra ‘tebdilimekânda ferahlık vardır’ misali, Mersin’in Erdemli’sine, kızının yazlığına taşındı…
Portakal ve zeytin ağaçlarıyla, çiçeklerle dolu bahçeli bir eve…
Ama Türkiye’nin her yanından gelen ziyaretçilerini ağırladı, öğrencileriyle sohbet etti, imza günleri yaptı. İşte o evde buluştum Muazzez Hanım’la.
Aklı, hafızası zehir gibi, bilgeliği zirve yapmış bir kadınla saatler geçirdim…
Yıllarını bilime, ilime, gerçeğe adamış bu kadının kitaplığının en görünen yerinde “NUTUK” var ve günde 4-5 kez ziyaret ediyor kütüphanesini. Kitaplar ve sevdikleri onu hayata bağlamış hep. Yılların haklı yorgunluğu var yüzünde ama aynı zamanda şu hayattan geçip giderken dünyaya bir şeyler bırakmanın, bilimin ışığını yaymanın paha biçilmez tatmini ve karşılıksız hazzı… Mutlu, barışık bir yorgunluk onunki… O buluşmada anlattıklarından örnekler bırakmak istiyorum sayfaya. İstasyon’da hep kalsın, duvara kazınsın yıllar boyu okunsun diye…
“Kadın olmaktan ben daima mutlu oldum. Bir sıkıntım olmadı kadın olmaktan. İşin tuhafı. Bazı kadınlar şu veya bu şekilde bazı baskılar görmüştür evet ama ben mutlulukla söylerim; ne iş hayatımda ne evliliğimde hiçbir sıkıntı görmedim erkeklerden. Yani, sıkıntı görmediğim için herhâlde kadın olmaktan mutlu olarak yaşadım. Ama ülkenin genel hâline, kadınlarımızın durumuna bakarsak… Kadınlar şiddetin orta yerinde, çünkü sevgisizlik ve kindarlık aşılanıyor topluma…”
•••
“Bu kadar uzun yaşamaktan bıktım çünkü lüzumsuz, bundan sonraki yaşamamı lüzumlu bulmuyorum, yazamadığım için. Yani, herhangi bir şey yazamadığım için o yüzden şey diyorum… Sonra evlatlarım, Allah ömür versin, onlar sağ iken, onlar iyi durumdayken ben gideyim. Bütün arzum o. Sağlıklı yaşayayım, öleceğim kadar
sağlıklı olayım. Uzun ömür değil. Sağlıklı olarak öleyim.”
•••
“Bakın bütün spor yapanlar, her hususta son derece ileri kadınlarımız var. Bu 80 yılda yapılacak iş değil. Yaptık. Avrupa’nın 400 yılda yaptığı bir işi, biz 80 yılda yaptık. Bu kadar kadınlarımız demek ki çok zeki ve bu yerlere
girdiler. Şimdi bana hemen kötü tarafını göstermeye çalışıyorsun, böyle kadınlar var. O kadınların kabahati yok. Onları eğitmeyen aileler, onları eğittirmeyen devlet. Herkesin kabahati var. O kadınların elinden tutup onlara imkân sağlamayan bütün milletin kabahati var.”
•••
“Mesleğimi artık bitirdim. Yazılarımı da yazdım. Şimdi gelenler benden bilgi alıyorlar, o bilgileri paylaşmaktan mutluyum.”
Cesur hayatları, mucizelerden gelip geçmiş kadınları, bıkmadan usanmadan anlatmalı… Her fırsatta, her defasında… İşte, Nermin Abadan Unat… Cesur bir kadın, macera ve mucizelerle dolu bir ömür sürdüren abide, efsane bir akademisyen. Gazetecilik de yapar hocalık da, araştırmalara da boğulur ve memleket hikâyelerine de, yani ülkemizin tarihine de hâkimdir. Bu satırlar kaleme alınır MACERA DOLU ÖMRÜN […]
Devamını OkuÜlkenin varlığını tescil eden Lozan, çoktan imzalanmış, Ankara başkent ilan edilmiş, Cumhuriyet kurulmuş, Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı… Ve üç aya kalmadan halifelik kaldırılıyor, eğitim karma oluyor, Anayasa kabul ediliyor. Eski ölçü birimleri kaldırılıyor, devrimler işaret veriyor. Ümmetten millete geçiliyor. Ülkenin doğu topraklarında Şeyh Said ile başlayan pek çok isyan ve idamlar sürerken, İstiklal Mahkemeleri Cumhuriyet’in kuruluşunun […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku