Nasuh MAHRUKİ
Tüm Yazıları
Türkiye’nin İyilik Enerjisine İhtiyacı Var
Ana Sayfa Tüm Yazılar Türkiye’nin İyilik Enerjisine İhtiyacı Var

Türkiye’nin bugün her zamankinden daha fazla iyilik enerjisine, sevgiye, anlayışa, barışa, hoşgörüye, birlikteliğe ve pozitif bakış açısına ihtiyacı var. Cumhuriyet tarihinin belki de bu en karamsar sürecinde ve en tehlikeli seçiminin arifesinde, topluma hâkim olan mutsuzluğu, endişeyi, kaygıyı, gelecek korkusunu, belirsizliği ve en kötüsü bölünmüşlüğü ve bu bölünmüşlüğün yaratabileceği tehlikeleri aşabilmek…

Her birimiz ortalama 70-80 yıl süresince, geçmişinde yüz binlerce yıllık bir yaşam tecrübesi bulunan ve gelecekte de
muhtemelen en az bu kadar daha var olacak olan gezegenimizin en özel türünün bir temsilcisi olarak yaşıyoruz. Kendi küçük penceremizden baktığımızda, bu yüz binlerce yıllık tarihin anlamını kavrayamayıp, birkaç on yıldan oluşan kendi kısacık hayatımızı, tarih okyanusunda bir damla kadar olmasına rağmen, her şeyin merkezi gibi algılıyoruz.

İçgüdüsel olarak türümüzün devamını sağlamak için yapmamız gerekenleri yapıyoruz. Ancak bütün zekâmıza ve kapasitemize rağmen, çoğumuz bunu bilinçli olarak kurgulamıyoruz bile. Doğuyoruz, büyüyoruz, gelişiyoruz, ürüyoruz, yaşlanıyoruz ve ölüyoruz. Yaşam adını verdiğimiz bu sürecin nasıl geçtiğinin ya da nasıl geçmesi gerektiğinin çoğumuz farkında bile değiliz. Çoğumuz, Sartre’ın “kazayla doğmuş, yanlışlıkla yaşayan ve bilgisizlik içinde ölen insanı” gibi geçip gidiyoruz bu dünyadan.

İnsanoğlunun bu dünyayı paylaştığı diğer canlılardan en büyük farkı, yaşamı süresince öğrendiği tecrübelerini, kendinden sonraki kuşaklara, onların da teker teker tecrübe etmelerine gerek kalmadan doğrudan aktarabilmesidir. Bir kurt yavrusu, yalnız geçireceği ilk kışı sağ salim atlatabilmek için, annesinin bildiği bütün avlanma, savunma, saklanma tekniklerini, kendisi deneyerek öğrenmek zorundadır. Anne kurt ne kadar tecrübeli olursa olsun, yavru kurt her şeyi en başından teker teker denemek zorundadır. İbn Rüşd, insanlığın ortaklaşa düşünüşünden söz etmiş; İnsan ölür, insanlık kalır. İnsan şu kısa ömründe çok şey öğrenemez ama insanlığın ortaklaşa ürettiği düşünün
ulaşamayacağı sınır yoktur.

Bir toplumda, belirli oranda eğitimli insan, doktor, avukat, öğretmen, öğrenci, sanatçı, mühendis yani çoğunlukla pozitif, doğru, olumlu, sevgi ve barış içeren enerji üreten insan olduğu gibi, yine belirli oranda hırsız, dolandırıcı, tacizci, katil yani çoğunlukla negatif, olumsuz, bencillik, saldırganlık ve şiddet içeren enerji üreten bireyler bulunur.
Çoğunlukla ifadesini kullanıyorum, çünkü kişinin öğretmen ya da doktor ya da eğitimli bir kişi olması
illaki pozitif enerji üretecektir demek değildir. Aynı şey diğer durum için de geçerlidir. Bu gruplardaki insanların sayıları, tamamen o toplumun iç dinamikleri sonucunda oluşturduğu iç dengesine bağlıdır. Doğa duygudan yoksun olduğu için, bu durumların hiçbirine aldırış etmez çünkü hiçbirini fark etmez, birini diğerinden daha değerli ya da değersiz hissetmez. Hiçbirinin onun için bir anlamı, diğerlerinden farklı bir değeri yoktur. Doğa her şeyin ve herkesin ana kucağıdır ve yalnızca olasılıklarını gerçekleştirir. Aynı şekilde her birey için de sonsuz sayıda olasılık vardır. Doğu düşünündeki karma yasasına göre, bugün pozitif enerji üretenler, yarın pozitif enerji bulacaklardır. İyilik yapan iyilik bulur ya da tam tersi. Bu olasılıkların varlığı aslında din kitaplarının “kader” diye adlandırdığı şeydir. Her birimizin kaderinde sonsuz sayıda olasılık vardır. Biz, seçimlerimizle ürettiğimiz negatif – kötü ya da pozitif – iyi enerjilerle, bu olasılıklardan bazılarının gerçekleşmesine sebep oluruz. Sonra da onları, bize göre iyi ya da kötü diye niteleriz. Yaşam, aslında kısmen bizim seçimlerimize kısmen de diğer değişkenlere bağlı olan bu olasılıkların peş peşe ortaya çıkması, bir diğer deyişle kaderin adım adım nedensellik ilişkisiyle gerçekleşmesidir. Kaderimizde sonsuz olasılık var. Bizim seçimlerimiz ve ürettiğimiz enerjiler, diğer değişkenlerle birleşerek bu olasılıklardan hangilerinin gerçekleşeceğini belirler.

Hindu Upanişad’larında şöyle bir cümle geçer; “İnsan eylemleriyle kendisini yaratır, insanın arzuları ne ise kaderi de odur.” İnsanoğlu sürekli elinde tuttuğu seçim özgürlüğü ile geleceğini de kendisi belirler. Daha önceki seçimlerine göre sürpriz bir seçim yapabilme özgürlüğüne her zaman sahiptir. Aslında hepimiz belirli sınırlar içinde sınırsız bir
özgürlüğe sahibiz ancak hep aksi yönde koşullandırıldığımız için bunu kullanamıyoruz.

Bir toplumda hırsızların, yalancıların, dolandırıcıların, katillerin, kötülerin sayısı, dürüst ve iyi bireylerin sayısının üzerine çıkarsa, ya da daha doğru bir yaklaşımla toplumda negatif ve kötülük enerjisinin toplamı, pozitif ve iyilik enerjisinin toplamını aşarsa; çünkü bireylerin sayısı değil, üretilen enerjinin miktarıdır önemli olan, o toplum geleceğindeki muhtemel olasılıklardan negatif, kötü olanlarını çoğunlukla gerçekleştirir. Çünkü negatif enerji, negatif enerjiyi getirir ve toplum kendi sonunu hazırlar. Karma yasası, yani sebep-sonuç ilişkisi, bireylerde olduğu gibi toplumlarda da aynı şekilde etkilidir.

Bu nedenle eylemlerimizde, duygularımızda, düşüncelerimizde mümkün olduğu kadar pozitif olmaya, iyilik hedefiyle hareket etmeye gayret etmeliyiz. Bence yapmamız gereken şey, görünüş ne olursa olsun, mütevazı kapasitemizce evrendeki pozitif enerjileri, iyilik enerjisini artırmaya çalışmak olmalı. İyilik enerjisi ve sevgi kültürü beraberinde
korumayı, sahip çıkmayı, güzelleştirmeyi, daha iyi yerlere taşımayı ve sevdiğimiz şeyin mutluluğundan ve başarısından mutlu olmayı da getirir; hatta onun için fedakârlık yapmayı bile.

Türkiye’nin bugün her zamankinden daha fazla iyilik enerjisine, sevgiye, anlayışa, barışa, hoşgörüye, birlikteliğe ve pozitif bakış açısına ihtiyacı var. Cumhuriyet tarihinin belki de bu en karamsar sürecinde ve en tehlikeli seçiminin arifesinde, topluma hâkim olan mutsuzluğu, endişeyi, kaygıyı, gelecek korkusunu, belirsizliği ve en kötüsü bölünmüşlüğü ve bu bölünmüşlüğün yaratabileceği tehlikeleri aşabilmek için, ülkenin tüm aklı başında ve namuslu insanları, tüm yurtseverleri, Cumhuriyet’in kazanımlarının, Atatürkçülüğün, laikliğin, çağdaşlığın öneminin farkında olan tüm unsurları birleşmelidir. Türk milletinin kültür köklerinde yer alan barışı, sevgiyi, anlayışı, hoşgörüyü, adaleti ve birlikteliği ödünsüz savunmalı ve biricik ülkemizi, başarısı tescilli kuruluş ayarlarına geri getirerek, bunca soruna yol açan ve koca Türk milletini çok büyük belirsizliklere ve tehlikelere atan bu keyfi, adaletsiz, yağma ve talan düzeninden hepimizi kurtarmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları
ERKEĞİ KADINDAN ÜSTÜN GÖREN TOPLUMLAR GERİ KALMAYA VE KAYBETMEYE MAHKÛMDUR

Bunca çok, başarılı ve çağdaş sürdürülebilir örneğe rağmen, laikliği hâlâ benimseyememiş, dini kurallarla yönetilen ve toplumsal hayatını dine göre düzenleyen ülkelerin en önemli sorunu kadına ve kadının toplumsal hayatın içindeki yerine bakışıdır. Kadın ve erkeği günlük hayatın içinde birbirinden uzak tutmasıdır. Daha doğdukları andan itibaren kız ve erkek çocuklarının yetiştirilmesinde, ayrı sınırlar ve ayrı özgürlükler […]

Devamını Oku
BAŞÖĞRETMEN Atatürk

“Cumhurbaşkanı olmasaydım, Millî Eğitim Bakanı olmak isterdim.” sözü, Atatürk’ün eğitime verdiği önemi göstermesi bakımından çok anlamlıdır. Kendi eğitimine ve kişisel gelişimine küçük yaşlardan itibaren büyük önem veren ve, “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyen Atatürk’ün, kendi gibi milletinin eğitimine de özel […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku