İçimizi, dışımızı, duygularımızı yakan, insanlığımızdan utandıran, çaresizliğimize küfürler ettiren, ağlamanın hiçbir şeye çare olmadığını bildiğimiz için sessiz sessiz akan gözyaşımıza dahi söylendiğimiz günlerin içinden geçiyoruz.
Trenin penceresinden bakmıyorum bugün ama bu aralar her şey kırık dökük, paramparça… Koşan köpekler yoklar, çocuklar zaten saklanmışlar. Derin ve ürkütücü bir sessizlik… Dondurucu bir soğuk ve utanç…
Yüzyılın felaketini davet etmişiz meğerse hiç haberimiz olmadan. Çalmışız, çırpmışız büyük bir aymazlıkla aslında yaşamlarımızı çaldığımızı düşünmeden. Binlerce, on binlerce ailenin yok oluşunu oturduğumuz yerden izlerken, insan o kadar çok şey sorguluyor ki… On ev yapacak malzemeyle, yirmi ev yapmışız, nasıl olsa imar affı çıkar diye. Göçük altından çıkartılan çocukların kaçırılışını duydukça deliriyor insan, insanlığından nefret ediyor. Organları için mi kaçırılıyor bu bebeler diye bir düşünce girince aklıma, oturduğum yere sığamaz oluyorum.
Enkaz altında yardım eli beklerken, diri diri donarak canlarını yitirenler mi öldüler yoksa bizler mi insanlık mı? Yanıtsız kalan “Bizi kurtaracak kimse var mı?”yı nasıl yüreklerimizden sileceğiz? Silmeli miyiz? Tam tersi biz bu çığlıkları unuttuğumuz an, sürüden bir farkımız kalmayacak eminim.
Biz ancak toparlandık üçüncü gün, oralara gelebildik mi diyeceğiz gün gelip hesap sorulunca?
Aslında koskocaman olmadığımızı gördük seksen beş milyon olarak… Milyonlarımız ellerinden geleni yaptılar destek için elbette. Onlar bir yana ama kocaman (ağız alışkanlığı, beynimiz öyle yıkandı ya…) bir devlet olarak acizliğimizden utanıp aynada kendime bakamaz oldum.
Gurur duyduğum, yüreğime iyi gelen kurtarma ekipleri, sağlıkçılar, gönüllüler ve elbette gerçek işini yapan gazeteciler oldu. Onlardan biri olarak sahada olmayı o kadar çok isterdim ki… Ama belli bir yaştan sonra yük oluyor insan yalnızca.
Hepsinin ismini yazmak isterdim buraya tek tek: Sahada İsmail Saymaz, Beril Ötkan, Gülşah İnce, Sevgi Şahin, Merve Görgün, Barış Kaya ve kameraman kardeşlerimiz, Mehmet Akif Ersoy, haber başında ve yorumlarıyla Selçuk Tepeli, İsmail Küçükkaya, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, İpek Özbey, Fatih Altaylı, Dilara Gönder…
Hepsinin alnından öperim tek tek.
Ama biri var ki onu ilk kez bu deprem sırasında tanıdım. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Ödülü sahibi, Halk TV muhabiri Ferit Demir…İkinci depremi onu izlerken canlı olarak yaşadım. Malatya’nın Akçadağ ilçesinin Ören köyünde yıkılan evinin enkazında, oğlunun resmini aramak için enkazın içine giren köylü bir kadın ile konuşurken gözyaşından utanmayan Ferit kardeşim… Her yerde vardı. Onu görmeyince eksik hissettim kendimi. Karlı dağların arkasında üşüyen canlara ses olabilmek için yollara düşen Ferit kardeşim… “Adıyaman Yeni Mahalle Çınar Sitesi enkazından iki kişiden kalp atış sesi ve ısı alındı” anonsundaki heyecanını hissetmediğim an olmadı. Ona kalkan
ellerden insanlığım adına ben utandım. Daha nelerden utanmıyor ki insan. Ama dedim ya bu ayki konuğum; gurur duyduğum, görür görmez kocaman sarılacağım Ferit Demir. İşte sorularımız, işte Ferit’in yanıtları…
Sevgili Ferit, sizi tüm Türkiye gibi maalesef canımızı yakan deprem bölgesinde yaptığın haberlerle izledik. Haberciliğinize, fedakârlığınıza, deprem bölgesindeki tüm gerçekleri bize olduğu gibi yansıttığınız için hayran olduk. Bize biraz kendinizden söz eder misiniz? Kaç yıldır bu meslektesiniz?
Gazeteciliğe 1993 yılında, Milliyet gazetesinin Dersim muhabirliğini yaparak başladım, daha sonra Cumhuriyet gazetesinin muhabirliğini yaptım. Sadece Dersim’de kalmadım bölge illerini de gezerek haberler yaptım. 1995 yılında Reuters’ın bölge haberlerini yaptım, serbest gazeteci olarak BBC’ye çalıştım. 1999 yılında Doğan Haber Ajansı’nın
kurulmasıyla buraya geçtim. 21 yıl süreyle Doğan Grubu’nda çalıştım. Bölgeden daha çok Doğan Grubu bünyesinde olan CNN Türk’te, Star TV’de ve Kanal D’de; Uğur Dündar’a, Mehmet Ali Birand’a canlı yayınlar yaptım. 30 yıldır gazetecilik yapıyorum bölgede. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki bütün illerde haberler yaptım. Birçok sıkıntılar yaşadım. Doğan Grubu’nun Demirören Grubu’na satılmasıyla buradan istifa ettim. 2018 yılında Doğan Grubu, Demirören Grubu’na satılınca 1.5 yıl boyunca haklarımı bana vermemek için mobbing uyguladılar. Bu mobbinge dayanamadım ve 2020 yılının Eylül ayında istifa ederek ayrıldım. Daha sonra Halk TV’ye geçtim. Yaklaşık iki buçuk, üç yıldır Halk TV’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki haberlerini yapıyorum. Dersim merkezli olarak.
Sizi tanısak biraz… Ailenizden, varsa çocuğunuzdan söz etseniz
Evliyim, iki kızım var, Pelin ve Meltem isimleri…
Sizi mesleğe yönelten ne oldu? Rol modelleriniz kimlerdi?
1980 darbesinde ortaokul çağlarındaydım. 80 darbesinde bizim köye gelen darbeci askerlerin babama ve köydeki diğer yaşlılara yaptığı işkenceleri, bıyıklarını kesmelerini görünce… Dersim’in bütün köylerinde birçok kişiye aynı yöntemler uygulandı. Özellikle 50-60 yıldır bıyıklarını kesmeyen atalarımıza, babalarımızın hepsinin bıyıklarını kestiler, saçlarını sıfıra vurdular, karın içine soktular. Bunlar benim ağrıma gitti. Günlük gazetelerin hiçbiri bunları yazmamıştı. Sonra ben ortaokula başladım, askeri cuntanın elemanları, o dönem Dersim valisi, bütün devlet memurlarının bıyıklarını solcu bıyığı diye kestirdi. Birçok sıkıntı yaşandı ve o sıkıntıların hiçbiri basında yer almadı. Ben de üzüldüm, içime dert oldu. Gazeteleri o dönem aradık, söyledik ama kimse bizi dinlemedi. Böylece gazeteci olmayı kafama koydum. Zaman ilerledi, lise birinci sınıftan ayrılıp İstanbul’a gittim ve orada okumaya devam ettim. Bir yandan çalıştım. Çalıştığım sırada severek takip ettiğim, yazılarını kaçırmadığım Uğur Mumcu katledildi. Uğur Mumcu gazeteciliği, örnek aldığımız bir gazetecilikti. Ama tabii hiçbir zaman hiçbirimiz Uğur Mumcu olma gibi bir şeyimiz olamaz. Onun izinden gidip, onu örnek alıyoruz ama bir Uğur Mumcu olmak çok zor. Bizim her zaman örnek alacağımız bir gazeteci. Ve 1993 yılında dediğim gibi, Milliyet gazetesi Dersim muhabirliğiyle işe başladım. Dersim’in ilk gazetecisiyim. 2000 yılına kadar orada tek başıma gazetecilik yaptım. Birçok gazeteci, hem yerli hem yabancı gazeteci, benim bu fedakârlığımı örnek alıp haberler yaptılar, kitaplar yazdılar. Böyle devam etti gitti gazeteciliğim. Özellikle 1994 ve 1996 yılında Dersim’de köylerin yakılması, insanların kaybedilmesi, muhtarların öldürülmesi olaylarını Türkiye ve dünya gündemine taşıdım. Bunları taşıyınca hem Dersim’in hem bölgenin sıkıntılarını tüm dünyaya duyurdum ve birçok çevre benimle iletişime geçerek takdirlerini ilettiler ve destek oldular.
En çok neye dikkat ediyorsunuz gazetecilikte?
Gazetecilikte belgeli ve doğru habere dikkat ediyorum. Asla ve asla teyit etmediğim, gerçek ve doğru olduğunu bilmediğim bir haberi dünyaları verseler yapmam. Gerçeklerden hiçbir zaman vazgeçmiyorum. Belgeli gazetecilik benim her zaman önceliğim. Kanıtlı haberleri hep ön planda tutarım. Böyle çalıştığım için de Türkiye’de her gazetecinin almak istediği bir ödül olan Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Ödülü’nü yaptığım belgeli haberlerle aldım. Bu benim en büyük gururum. Çocuklarıma bırakacağım en büyük ve en önemli miras benim için.
Deprem bölgesinde ikinci depremi bölgede yaşadınız. O an neler hissettiniz?
Ben birinci depremi evimde hissettim. Uzun bir deprem anıydı. Kalktık ve olduğumuz yerde dona kaldık. Kaçılmıyor, nereye sığınacağını düşünüyorsun ve altında kalacağından çekiniyorsun. Öylece kaldık ve durunca şoku atlattık ve dışarı çıktık. Kötü bir andı. Merkez üssünü öğrenince, yıkım yerine en yakın yer olan Malatya’ya gittim. Sabah saatlerinde ilk yayınları yaptım. Öğlen saatlerinde yıkılan Ergünler Apartmanı’nın enkazına gittim. İki kardeş ve bir vatandaşımız canlı çıkarılıyordu. Bina Elazığ Ankara Karayolu üzerindeydi, daha net görüntüalmak için orada bulunan üst geçide geçtim. Hemen yan tarafta da depremde zarar görmemiş bir bina vardı. O anları canlı yayında anlatırken ikinci büyük deprem oldu. İnanılmaz bir şeydi. Oluşan toz bulutu ve gürüldü… “Artık hayat bu kadarmış, ölüm geldi.” dedik. Bulunduğumuz üst geçit,çelikten yapılmıştı ve sanki o bile 20 metre yukarı fırladı, yanımızda bulunan ağır hasarlı bina yıkıldı. O anda kaçmak istedik ama kaçmak isterken, enkazın yanından bulunan yüzlerce insan üst üste düştü. Hepimiz düştük. Kameraman Gökhan Uç, ben… Ben kalkamadım. İnsanlar sırtımın üzerinden geçerek gittiler. Ben toz içinde kalktım ve canlı yayını yapmaya devam ettim. İnanılmaz dehşet bir andı. O anı hiç unutamıyorum. Yaşadığıma inanmadım. Ben yaşıyor muyum dedim. Binanın molozlarının bir kısmı üzerimize geldi. Şu an bile yaşadığıma inanmıyorum.
Empati sizin için ne demek? Gazeteciliğin en olmazsa olmaz duygusu belki de. Ben sizi izlerken bu duyguyu o kadar yoğun yaşadım ki… Gazeteci olarak işinizi yaparken bu duygu sizi ne kadar etkiliyor ya da etkilemiyor?
Çok önemli empati. Bir gazeteciyseniz empati yapmadan bu işi yapamazsınız. Kendinizi karşınızdaki insanın yerine koymanız lazım. Karşınızdaki insanın yaşadıklarını içinizde yaşamıyorsanız zaten hiçbir şey beceremezsiniz. Birine soru sorarken, röportaj yaparken empati yapmalısınız. Deprem bölgesindeki insanların yaşadıkları, enkaz altındaki
çığlıkları inanılmaz etkiliyor. Karşındaki insanı anlamadan haber yaparsan o haberin bir manası olmaz. Empati olmadan hiçbir şey olmaz. Bir gazeteci için önemli bir duygudur. O duyguyu mutlaka yüreğinizde tutmanız gerekiyor. Kendimi karşımdaki insanın yerine koyuyorum, böyle olamazsa hem doğruyu hem gerçeği hem de yalın yansıtmayı yakalayamazsınız.
Orada en çok neye dur demek istediniz? Elinizde bir güç olsaydı ne için kullanmak isterdiniz?
Büyük bir gücüm yok, imkânsız bir şey ama o en çok enkazlarda çalışmak, 24 saat boyunca enkazın altında olan tüm canlıları kurtarmak için derman olabilmek için çalışırdım. Ki çalışıyorum… Balyozla, hilti ile çalışmıyorum belki ama yüreğimle çalışıyorum. Onların çığlığını dünyaya ve Türkiye’ye duyuruyorum. Onlara yardım gelsin diye günlerdir çırpınıyorum bölgede. Bir canın kurtulması ve tekrar hayata merhaba demesi için çaba sarf ediyorum. Olağanüstü bir gücüm olsaydı bir canın bile hayatını kaybetmesine izin vermezdim. Bu duygu çok çok zor. İnsanı inanılmaz duygulara sokuyor. Günlerdir uykusuzum. Ki yatağa girince uyuyamıyorum, o enkazdan gelen çığlık seslerini duyunca, kendimi bile suçlu hissediyorum o binalar neden denetlenmedi diye… Gücüm olsa o binaları yapan müteahhitleri, şahısları bulur ve yargılanmasını sağlardım, onları yargıya teslim ederdim, cezalarını çekmeleri için. Bir gram çürük malzeme kullanan herkes hesap vermeli. O insanlar inanılmaz acılar çekti, günlerce enkazların altında çığlıklar atarak hayata veda eden canların sesleri kulaklarımdan bir ömür boyu gitmeyecek. İnanılmaz derin bir duygu. Bir can kurtulsun diye her şeyi yapabilecek durumdayım. İmkanım oldukça söylüyorum ve o çığlıklara ses olabilmek için çok çabaladım, ne kadar faydalı oldum bilmiyorum.
Belki de gazeteci olarak görev yaparken Allah korusun sizin aileniz o enkazın altında kalsaydı siz ne yapardınız? Onlarca çaresiz insan bu duyguyu yaşadı, molozların başında kurtarılmalarını bekledi. Beklemekten başka çareleri mi yoktu?
Depremi Dersim’deki evimde yaşadım dediğim gibi. O anda çaresiz kalıyorsunuz. Hiçbir gücünüz yok. Olduğunuz yerde ölümü bekliyorsunuz ve o an ölümü kabulleniyorsunuz. Elimle, tırnağımla o betonu deler; o yakınımı kurtarmak için her şeyi yaparım. Çok zor bir durum. Gazeteci olmasaydım başka bir şey yapsaydım, her enkaza gider günlerce çalışırdım. Bir canı kurtarmak için her şeyi yapardım. O enkazın altında çığlık atan, ne olur bizi kurtarın diyen, ben buradayım diyen o insanları kurtarmak için enkazların en dibine gitmeye çalışırdım. O duyguları, o çığlıkları yaşamak çok acı. Kendini değil çocuklarını, yakınlarını düşünüyorsun. Ben hiç kendimi düşünmedim o anda. Evdeki diğer bireyleri nasıl kurtarırım, onlar nasıl zarar görmez, onu düşündüm. Ben önce kendimi değil evdeki herkesi kurtarmak için çabalardım. Dediğim gibi kendinizi düşünemiyorsunuz o anda.
Bu acıyı yaşarken gazeteci olduğunuza pişman oldunuz mu?
Asla pişman olmadım. Çünkü ben bu mesleği yaparak, çığlıkları duyurarak yardım gelmesini sağlamaya vesile oldum. Bu da önemli bir görev. Gazetecilik kutsal bir meslek. Haber kutsaldır. Ben habere her zaman kutsal olarak bakıyorum ve bu mesleği severek, isteyerek ve benimseyerek yapıyorum. Deprem bölgesinde, doğal afetlerde özellikle gazeteciliğin önemi çok büyük. Biz insanlara çığlık olabildiğimiz sürece mesleğimizi iyi yapıyoruz demektir.
Gönüllülük esasına dayalı bir iş gazetecilik sanıyorum sizinki. Gerçek ve gönüllülük arasında
gidip gelmek nasıl bir duygu?
O anı yaşarken deprem bölgesinde enkaz altındaki çığlıkları kurtarmak için neler yapabilirim diyorsunuz. Çünkü herkes bir görev yapıyor. Ben de, yardım görevlilerinin gelmesi, arama kurtarma çalışmalarında kullanılan malzemelerin eksiksiz gelebilmesi için çırpındım. Her yayında bunu dile getirdim. Adıyaman’da, Malatya’da, Antep’te, Maraş’ta, Hatay’da, Adana’da her yerden gelen yardım çığlıklarını canlı yayında söyleyerek onlara yardım gitmesi için çaba sarf ettim. Bazı vatandaşlarımız yardım ekiplerinin ve malzemelerinin ulaşması sayesinde kurtuldular. Keşke her canın, her enkaz altında kalan vatandaşımızın kurtarılması için koşsak, çaba sarf etsek ve onları kurtarsak. Keşke olağanüstü bir güç olsa o enkazları ellerimizle kaldırabilsek ama teknik cihazlar ile müdahale ediliyor. Bir canın kurtarılmasında emeğim olmuşsa benim bu meslekte yaptığım en önemli iştir diyorum.
Ve son olarak, bu mesleği yapan, yapmak isteyenlere bir tavsiye vermek isteseydiniz neler oldu?
Günümüzde gazetecilik ölmüş… Ölmüş derken, birçok kişi gazetecilik yerine algı yapıyor. Olmayanları yazıyor ve gerçeklerden kaçıyor. Asla ve asla gerçeklerden kaçmamalarını söylerim. Halkın içinden olun, halkın yanında olun, araştırmacı ve belgeli gazetecilik her zaman ilk hedefiniz olsun. Doğruları yazdığınız sürece hep halkın gazetecisi olduğunuz sürece takdir edilirsiniz. Belki bir süre sıkıntı çekersiniz ama sizin doğru yolda olduğunuzu halk size hissettirir. İdealiniz belgeli ve araştırmacı gazetecilik olsun. Bu açıdan bütün gazetecilerin belgeli gazetecilik konusunda Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Alican Uludağ… Özellikle Alican Uludağ en iyi belgeci gazetecilik yapan cesur gazetecilerden. Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Gökçer Tahincioğlu hepsi inanılmaz güzel haberler çıkarıyorlar. Gazeteci olmak isteyenler, mesleğe yeni giren arkadaşlarımız bu isimleri takip ederek mutlaka örnek alsınlar.
Bugün yolculuğumda çok sevdiğim, takdir ettiğim, hayranlık duyduğum, dünyalar güzeli bir kadın dostumla beraberim. Türk kadın hakları savunucusu, aktivist, organizatör ve Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı ve Uluslararası Cesur Kadınlar Ödülü’nün sahibi Canan Güllü. Müthiş cesur kadın sözcüğü bana çok kıymetli gelmiştir, hep çok sevmişimdir ve hayatım boyunca bunu bazı kadınlar için, benim için önemli […]
Devamını OkuKışa mı girdik, sonbahar mı devam ediyor, bilemiyorum. Fakat şu anda doğanın en sevdiğim hali var; Ağaçlar bütün yalınlığıyla çırılçıplak. Kırmızı, kahverengi sararmış yapraklar… Doğanın bu halini seviyorum; insana benzetiyorum, insanın orta yaşlılıktan yaşlılık dönemine geçişine benzetiyorum nedense. Bu güzel yolculukta bu kez konuğum Berna Laçin. Sevgili Berna’yı gazetecilik günlerimden tanıyorum, onunla defalarca röportaj yapmışlığım, […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku