Zafer KÖSE
Tüm Yazıları
Kadın Hakları ve Ekim Devrimi
Ana Sayfa Tüm Yazılar Kadın Hakları ve Ekim Devrimi

Oy kullanmak, seçimlerde aday olabilmek, devlet işlerinde görev alabilmek…

Oy kullanmak, seçimlerde aday olabilmek, devlet işlerinde görev alabilmek, eşit işe eşit ücret, evdeki temizlik ve bakım işlerinde eşlerin ortak sorumluluğu, devlet tarafından giderleri karşılanan çocuk bakımı, boşanmak, ücretsiz ve sadece kadının kararıyla uygulanabilen kürtaj, doğum öncesi ve sonrasında dörder ay ücretli izin…

Kadın haklarını geliştirmek için gerekli yasalardı bunlar. 1917’de Rusya’da sosyalist devrim gerçekleştirildikten sonraki ilk üç yıl içinde çıkarılmışlardı. Diğer ülkelerden onlarca yıl önce sağlanan önemli gelişmelerdi. Birçok ülkede böyle yasaların sözü bile edilmiyor, nüfus sayımlarında sadece erkekler dikkate alınıyordu.

“Kadın Kurtuluş Hareketi” kitabında Ebru Pektaş’ın dikkat çektiği gibi, o tarihe kadarki dünya kadın mücadelesinin öncüleri bile, kadınlara oy hakkı talebini pek öne çıkarmamışlardı. Çünkü biliyorlardı, dünyadaki kadınların çoğunun bilinci ve duyguları tutsak edilmişti; erkek egemenliğini onaylayacak yönde oy kullanacak biçimde “eğitilmişti” kadınlar. Erkekleri o yönde eğitmek zaten kolaydı; onların işine geliyordu.

Bir kadın hareketi değildi devrim. Ama kadın sorunu, aşılmak istenen sınıflı toplum yapısının, yani emek sömürüsünün temel bir bileşeni gibi ele alınıyordu. Öyle ya; ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni aynı olduğuna göre, bu kökenden kaynaklanan sorunların çözümü de birbiriyle bağlantılı olmalıydı. İnsanlığın avcı toplayıcı döneminden sonra başlayan kadına yönelik baskıları önlemek için, tarihteki en etkili adımlar atılıyordu.

ESKİDEN BERİ
İnsan türü, günlük gereksiniminden fazlasını üretebilme aşamasına ulaşınca, büyük olanaklarla birlikte büyük dertlerle de karşılaştı. Dünya kaynakları nasıl kullanılacak, üretilenler nasıl paylaşılacak, bir sonraki kuşağa nasıl aktarılacak? Bugün “doğal” kabul edilen birçok yanıt, üretilen artık değeri yöneten sistemlerin icadıydı. Aile, kadın, miras gibi konulardaki genel düşünceler de öyle. Evlilik bir yandan mülkiyet ilişkisi biçiminde kurumsallaşıyor, bir yandan da bu gerçeğin üstü örtülüyordu. İnsanlar yaşadıkları koşulların belirlediği kavrayış biçimiyle algılıyordu hayatı.

Ekim Devrimi, işte bu hayatı yıkacaktı. Avcı-toplayıcı aşamaya geçmeden önceki çağların yaşam biçimine dönmek söz konusu olamayacağına göre, çağdaş koşullarda geçerli yeni bir bilinç yaratmak gerekiyordu. Elbette, eşit ve özgür ilişkiler geliştirmek sadece duygusal veya düşünsel bir mesele değildi. Üretim ve paylaşım süreçleriyle doğrudan ilişkili bir konuydu bu. Zaten kadınların evde ve sosyal hayatta eşitlik talepleri, çalışma hayatında eşit haklar istemeye başladıkları için somutlaşmıştı.

Örneğin 1857 yılında, Amerika’da 40 bin dokuma işçisi kadın grev yapmıştı. Ve polisin müdahalesiyle çıkan olaylar sonucunda, 129’u hayatını kaybetmişti. İster ev işleri söz konusu olsun, ister sokakta özgürce dolaşabilmek; kadınlara yönelik baskıyla mücadele, bu 8 Mart geleneğinden kopuk bir şekilde yürütülemezdi.

DÜNYA İKTİDARLARININ TELAŞI

Erkeklerin bu yoldaki desteği, hiçbir zaman “kadına yardımcı olmak” anlamına gelmiyordu. Çünkü her alandaki eşit haklar sadece kadınların hayatını değil, dünyayı güzelleştirecekti. Özgür bir dünyada yaşamak isteyen erkekler, kadınlar olmadan bu yolda ilerleyemeyecekti.

İnsanın insana kulluğu yok edildikçe, insanın insana lütufta bulunacağı koşullar da kaybolacaktı. Böylece, kadına “ev işlerinde yardım etmek” anlayışı aşılacaktı. Çünkü “yardım” yaklaşımı, aslında kendi işi olmayan bir konuda, birine “iyilik” yapmayı kabul etmek anlamına geliyordu. Özgür insan, birilerinin lütfuyla değil, ortaklaşa üretimlerin ve dayanışmanın sonucu ortaya çıkacaktı.

Zaten diğer alanlarda da dünyanın iyilikle, sadakayla güzelleşebileceği yalanı aşılmalıydı. Birilerinin iyiliğine gerek duyulmayan bir dünya kurulmalıydı. Bu dünya görüşünün güçlü sanatçılarından Bertolt Brecht boşuna demiyordu:

yi insan olacağınıza,
öyle bir yere götürün ki dünyayı,
iyilik beklenmesin!

Ne var ki, emeğin özgürleşmesine, dolayısıyla insanın özgürleşmesine, dünya egemenleri kayıtsız kalamazdı. Nitekim gelişmiş Batı ülkelerinin desteğiyle kısa sürede güçlü bir Beyaz Ordu oluşturuldu ve devrim sürecinden çok daha kanlı bir karşıdevrim hareketi başladı. İtilaf Devletleri de ülkenin her tarafına asker çıkararak iç savaşa dahil oldu.

Bolşevikler bu iç savaştan da zaferle çıktı. Ancak 1922’ye kadar süren savaş dolayısıyla ülkenin çok büyük bir yıkıma uğramasına ve ekonominin neredeyse tamamen çökmesine engel olamadılar. Daha kötüsü ise, kıtlık koşullarında yaşayan ve yoksulluğu iyice ağırlaşan halk kitlelerinden beklendiği kadar destek elde edilemedi.

Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde ilk yıllarda beklenen sosyalist uyanış da gerçekleşmedi. Bu nedenle Rusya’daki devrim yönetimi, köklü değişimler için mücadele etmekten uzaklaşmaya ve kazanımları korumak için baskıcı bir niteliğe bürünmeye başladı. “Kadınlar ve Sosyalizm” kitabında Sharon Smith, 1930’larda Stalin yönetiminin kadın haklarında kısıntıya gitmesini, pek gizlemediği bir öfkeyle anlatıyor. Oysa Lenin, 1918–19 yıllarında peş peşe çıkarılan eşitlikçi yasaların bile yeterli olmadığını düşünüyordu. Daha doğrusu, yasal eşitliğin sadece bir başlangıç
olduğuna, daha kapsamlı bir dönüşüm yaşanması gerektiğine dikkat çekiyordu.

MUHALEFETTE BİLE KAZANDIRAN SOSYALİZM

Sonuçta, Ekim Devrimi, insanlığın büyük bir girişimi olarak tarihte yerini aldı. Özellikle 1950–1980 yıllarında Batılı ülkelerdeki “sosyal devlet” anlayışının gelişmesinde çok etkili oldu. Bu ülkelerde kadın haklarında da en büyük kazanımlar aynı dönemde gelişti.

Sosyalizm Batı’da bir “tehdit” olmaktan uzaklaştığı oranda, 1980’lerden itibaren emekçilerin kazanımlarıyla birlikte, kadın haklarında da gerilemeler ortaya çıkmaya başladı. Açıkça görülüyor ki, Batılı ülkelerde sosyal devlet anlayışının gelişmesi, sosyalist muhalefete yönelik halk desteğini önlemek için verilen tavizlerden kaynaklanıyordu.

YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ

Kadınların erkeklerle eşit değerde olmadığını düşünenler hâlâ var dünyada. Ama kadın haklarının geliştirilmesi
gerektiği görüşü, yüz yıl öncekine göre çok yaygınlaşmış durumda. Kadınların mücadelesi büyük bedellerle, acılarla ve kazanımlarla devam ediyor. Her alandaki özgürlük mücadelesiyle iç içe elbette. Zaten başka da yolu yok, özgürlüğün.

Özgürlük neye yarar,
yaşarsa bir arada
özgürlerle tutsaklar?

Kadın sorununun tek başına ele alınıp çözülmesi mümkün olmadığı gibi, bu sorun görmezden gelinerek herhangi bir insanlık mücadelesi de yürütülemez.

Tanıştılar.
İlk Sevgililer Günü’nde kız arkadaşına gül aldı. İkincisinde yüzük. Evlendiler. İlk Sevgililer Günü’nde eşine elbise aldı. İkincisinde ütü. Tam kadının istediği gibi, iyi bir ütü.

Yazarın Diğer Yazıları
Hepimiz Birimiz İçin

Asaf, on bir gündür babasının gözlerini üzerinde hissediyordu. Aslında daha önce de bazen böyle olurdu. Okulda bir matematik problemini çabucak çözdüğünde, bunu gören babasının gurur duyduğunu hayal ederdi. Hele bu dönem okullar açıldığından beri, okulda babasının takdir edeceği başarılar elde etmeyi daha çok önemsiyordu. E, sekizinci sınıfın dersleri hiç kolay değildi. Futbol oynarken de kenardaki […]

Devamını Oku
Cumhuriyet Devrimi Demokrasi Reformu

Bir tepeye doğru yürürken öncekilerle aynı büyüklükte bir adım attığınızda, birdenbire dünyanız değişiyor. O adım sayesinde, tepenin arkası görünmeye başlıyor. Önünüze yeni alanlar seriliyor, ovalar, göller, uzakta yeni tepeler beliriyor. Öncesinde biriken adımlar olmadan o dönüştürücü adım atılamıyor elbette, ama dönüşüm birdenbire gerçekleşiyor. Memleketimizdeki Cumhuriyet Devrimi de böyle gerçekleşti. Öncesindeki binlerce adım mutlaka gerekiyordu. Bir […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku