Nebahat AYHAN
Tüm Yazıları
Kendimi Sana Doğru Savuracağım
Ana Sayfa Tüm Yazılar Kendimi Sana Doğru Savuracağım

1882’de Londra’da doğar. Kadının eşine veya babasına tabi olduğu; okula gidemediği, oy kullanamadığı, mal-mülk sahibi olamadığı Victoria Devri’nin yazarlarından Sir Leslie Stephan’ın kızıdır. Şansı babasının aydın oluşu ve evde güçlü bir kütüphanenin bulunuşudur.

1882’de Londra’da doğar. Kadının eşine veya babasına tabi olduğu; okula gidemediği, oy kullanamadığı, mal-mülk sahibi olamadığı Victoria Devri’nin yazarlarından Sir Leslie Stephan’ın kızıdır. Şansı babasının aydın oluşu ve evde güçlü bir kütüphanenin bulunuşudur. Okuma yazmayı babasından öğrenir. Latince ve Klasik Yunanca dersleri alır;
sonrasında kendini geliştirir. 9 yaşında kardeşi Thoby ile evde Hyde Park Gate News dergisini çıkarır. 1895’te bir gazetede hikâyelerini yayımlatır. Aynı yıl annesini; 1897’de kız kardeşi Stella Duckworth’u; 1904’te babasını kaybeder. 1905’te Times Literary Suplement’te ve Cornhill’de açık sözlü ve sivri dilli bir eleştirmendir. 1906’da Yunanistan gezisinde tifodan Thoby Stephen’i kaybeder. Art arda gelen ölümler hayali yaratıklar görmesine, olmayan
sesler duymasına neden olur.

Kardeşleriyle taşındığı Bloomsbury’de entelektüel bir grup kurar. Yazar, ressam, eleştirmen, felsefecilerden oluşan Bloomsbury Grubu Victoria Dönemi’nin katı kurallarına karşı her alanda özgürlüğü savunur; kural tanımaksızın eğlenir, tartışır ve söyleşirler. 1912’de Leonard Woolf’la tanışır; bedenen çekici bulmamasına rağmen 1913’te onunla
evlenir. Leonard eşine bir basımevi kurar. Evlilikleri özünde özel bir dostluk ve sevgi ilişkisidir.

Mizahi, sıcak, insanî bir dille kadın haklarını, sınıfsal farklılığı, aşkı, evliliği, özgürlüğü konu edinir. Mücadeleler, umutlar, acılar başköşesindedir. Bilinç akışı sıra dışılığıdır. Karakterleri yaşanan dönemi yansıtır. Ele aldığı olay, ruhundan süzülen kahramanlar sanat çevresinde ışıldar. Biçim ve içerikte yeniyi denemekten çekinmez. “Bir
olay örgüsüne uyarak değil, bir ritme uyarak.” yazar. Sanrısı, öfkesi, özlemi bazen de sıra dışı aşkıdır anlattığı. Dalgalar, dallar, hayvanlar onun dünyasından kardeş kardeş sıralanır satırlara ve şiir gibi yüksek sesle okunarak düzeltilir, güzelleştirilir en sonunda.

Kadının Kendine Ait Bir Oda’sı; Dışa Yolculuk’u ilginç, etkili ve özel olmalıdır. “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!..” diye haykırır.

Öncüleşmek bedele tabidir genellikle. Yaşamı eserlerine yansıyacak; depresyonları özgün bir üslup kazandıracak; etkileyici betimlemeleri ve dans eden sözcükleri edebiyat dünyasında özel bir yere yerleşecektir.

1922’de bir mektup alır. Sıradan bir hayran değil “Kadim bir ırkın aristokratı”dır mektubu yazan.
Çılgın, ruhu kabına sığmayan şaire, mükemmel beden, çok satan bir kalemdir. Mektupta “Bağımsızlığın cinsiyeti olmaz.” der. “O kadar yüksekte düşmeden nasıl dolaşıyorsunuz?” diye sorar. Eserlerine ve kendisine karşı hayranlığını dile getirir ve aşka davet eder. Mektubu yazan sıra dışı insan Vita Sackville-West’tir.

Her kadın aslında gerçek ya da rol biraz delidir ya bazıları –ne yazık ki sayıları çok az- muhteşem delidir.

Virginia önce bu davete karşı ilgisizdir; ama ateş düşmüştür bir kere düşmesi gereken yüreğe. Beyinlerden savrulan kıvılcım dalgalanır da ilk kıyıları vurur. Aşk, sevda, tutku gibi duygu; özgürlük, mücadele ve hak gibi düşünce gücü aştırıverir dağları… “Bütün bu atalar ve yüzyıllar, bu gümüşlerle altınlar, kusursuz bir beden yetiştirmiş. O bir geyiğe benziyor ya da bir yarış atına… Beden olarak onunki kusursuz.” dediği Vita’nın desteğiyle sorunlarından biraz uzaklaşır. Kısa süren ve dostluğa dönüşen tutkulu aşkı bir başyapıt doğurur sonuçta: Orlando

Dalgalar’a kardeşlerinin; Deniz Feneri’ne annesinin özlemi siner. Yaşamı, ölümü, toplum düzeniniişler hâlinde en yoğun biçiminde eleştirmek ister.

Kitap kapaklarını tasarlayan ressam kız kardeşi Vanessa Bell’e “Sahip olmadığın şeyler değersizdir nasılsa gibi hâller takınma asla… Örneğin, çocukların yerini başka şeyler alabilirmiş gibi hâller takınma asla!” der çocuksuzluk en derinini delerken. O aşk, tutku, cinsellikten çok sevgiye değer verir ve sevgiyi kaleme alır.

26 Şubat 1941’de keyifle yazdığı “Perde Arası”nı bitirir, fakat kitabı sonra beğenmez, yeteneğini yitirdiğini düşünür.

Bir şeyler başarmak isteği değildir sadece inatla mücadele ettiği. Yazmak anlamlı, dalgalı, ritimli ve coşkulu olmalıydı; ama asla yanlış değil. Sözcükleri zihinde yakalamak, yakalarken yazmak; dinlemek, sözcükleri uydurmak ve mutlaka hep doğru yazmaktır amacı. Toprağa değil de bir beden bir bedene nasıl gömülür? Merak ettiği bir şey de buydu. Savaşın da verdiği stresle bunalımı artar. Ölümle dansı başlamıştır artık.

“Hiçbir şey birbirine bağlı değil… Süreklideğil… Derin değil…”

Büyük bir merakla düşündüğü ölümü deneyimlemek ister ama bilir anlatamayacağını, tarif edemeyeceğini, betimleyemeyeceğini… Sonunda başarır ölümle dansı da.

28 Mart 1941’de evinin yakınındaki Ouse Nehri’nin akışına ceplerinde taşlarla bırakır kendini. Onun ruh sağlığının gözetmeni, yaratıcı kişiliğinin en önemli destekleyicisi Leonard Woolf’a “En sevdiğim, yine delirecekmişim; bu korkunç günleri atlatamayacakmışız gibi hissediyorum. Ve sanki giden zamanı geri çeviremeyeceğim.” sözleriyle başlayan “Artık senin hayatını mahvetmeyeceğim. Kimse, seninle mutlu olduğumuz kadar mutlu olamazdı.” diye biten mektup bırakır.

Hayatı öyle bir yaşamıştır ki sonra kendi kendini alkışlar dalgalarda…

3 hafta sonra bulunur, yakılır; külleri Monks House’da evlerinin bahçesine gömülür. Mezar taşında “Dalgalar” adlı eserinin son cümleleri –belki de dalgalar arasında son haykırışı ve meydan okuyuşu– yazılır.

“Kendimi sana doğru savuracağım, yenilmeksizin ve boyun eğmeden, ey ölüm!”

Yazarın Diğer Yazıları
Evvela Adam

Yaldız dallarda çiçek yerine Yıldız açmaz mı artık ağaçlar? 13 Nisan 1914’te İstanbul’da gün doğmadan, deniz daha bembeyazken gül rengi ışıklarla doğar fecir gibi bir çocuk. Adı :Ahmet Orhan. Ufku beyaz cennetlere iten kıyıların, sallanan beyaz keten mendillerin acısıyla aydınlık rüyaların peşine düşen bir ebabildir. Gariptir. Dünya denilen deniz dolu bu kâsede uzun ve kısa […]

Devamını Oku
Hat’ta Eğitim Saht’ta Eğitim

Cumhuriyet; ruhunda özgürlük, bedeninde bağımsızlık, kanında kudret, geçmişinde asalet, özünde adalet taşıyan; kendine insanca yaşamayı yakıştıran hür doğmuş ve hür yaşamayı her daim başarabilmiş bir milletin özünü eğitimle yüceleştirmesinin bir sistemidir. Özlenen gelecek; toprağa akan kan ve bağımsızlık uğruna feda edilen canların umududur ve bu umutlu aydınlığın adına “Türkiye Cumhuriyeti”; soyadına da bir nevi “Millî […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku