Haydar ERGÜLER
Tüm Yazıları
Lale Belkıs: Dame De Olgunlaşma
Ana Sayfa Tüm Yazılar Lale Belkıs: Dame De Olgunlaşma

Türkçe Sözlü…

Seramik yapmış mıdır bilmiyorum, öğrenirim hemen de, bir süre kendi bildiklerim ya da düşündüklerimle yetineyim. Hiç mi şaşırmayacağız artık, her şeyi hemen öğrenince bilmiş mi sayılacağız öte yandan?

Bildiğim kadarıyla aramızda iki kuşak filan var. Nereden bileceğim, şarkılarını dinlediğim, birkaç filmde karşılaştığım zamanlardan elbette. Sonra da Ayla Dikmen’i yazacağım, bir de Belkıs Özeren’i, Gönül Yazar’ı da bu vesileyle anmış olacağım. Şöyle diyeceğim sözgelimi, Ayla Dikmen Ankara’ysa Lale Belkıs İstanbul’dur. Yazar Ayla Kutlu’nun Ankara, Leyla Erbil’in İstanbul olması neyse.

Lale Belkıs’ı unutulmayan, yıllar sonra yeniden dillere düşen, klasik olmuş şarkılarıyla seviyoruz, bunu o şarkıların güzelliğine, iyiliğine borçlu olduğunu biliyoruz, ama biz onda başka bir şey daha görüyoruz, sesi, şarkıları, tavrı kadar sevdiğimiz bir şey bu.

Lale Belkıs’ta bir Cumhuriyet kadını görüyoruz. Sesleri, söyleyişleri, şarkıları ve yaşam biçimleriyle benzettiğim Ajda Pekkan’ın “Hür doğdum hür yaşarım” deyişindeki kadın o. Kadıköylü olmalı, değilse de İstanbul’un Kadıköy kadar kadim ve asude semtlerinden birindendir. Özgürlüğü coşkuyla havalandıran tüm kadınlar gibi, pek çok şeyi birarada yapmak ve hepsini bir yaşama sığdırmak istemiştir. Lale Belkıs’ı seramik sanatçısı gibi düşünmem bundan.

60’lı 70’li yılların Cumhuriyetçi, Kemalist, biraz da solcu evlerinde Ruhi Su, Tülay German dinlenirken, Anadolu’nun mavi olduğu da keşfedilmiş, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun resimleri kadar renkli şiirleri okunmuş, seramik kuşlar, güvercinler, Nuri İyem kadınlarının süslediği evlerin sakinleri de resme, seramiğe merak salmışlardır. Belki de o yıllarda Cumhuriyetin kadın imgesi seramikle özdeşleşmiş, bereketli toprağın doğurganlığıyla kadının mayasındaki üretkenlik seramikte buluşmuştur.

Lale Belkıs’a da yakışır, onun yaydığı aydınlığa, asude zamanlarda biçimlenmiş güngörmüşlüğüne. Belki resim de yapmıştır. İnsan özgürlüğü nerelere taşıyacağını bilemez bazen, sevinçten. Şarkılara, filmlere, toprağa, boyaya, renge ve hepsinden olma bir ufka ki gökkuşağı bir kapıdan geçerek.

Kimi filmler, diziler, Aragon’un “zaman sensin” dediği sırrın, Belkıs’ın, Dikmen’in şarkılarını kullanarak,  zamanaşımına uğramadığını gösterdiler. Şarkılarının da uzun bir ömrü oldu, şarkıları da Lale Belkıs’la birlikte yaşıyor diyelim, daha çok yaşamalarını dileyerek kuşkusuz.

Herkes için öyledir sanıyorum, benim için de öyle, özel bir ses, şarkı sözlerini de kendisi yazıyormuş, Fransızca’yı yakıştırmıştım ona, konuşuyormuş, Moda’da oturmuş, Olgunlaşma’yı bitirmiş, öyle bir havası var, belki yıllar öncesinden katıldığı defilelerdeki fotoğrafları, giysileri kalmış aklımda, öyleyse ‘milli manken’ olduğunu da yazayım, üstelik ilk!

Film oyunculuğu kadar tiyatroda da ünlü ve başka şeyler, şairliği, anılar kitabı…’Vamp kadın’ olarak ünlü Yeşilçam sinemasında, en güzel vamp kadın, en Batılı, en sarışın, en uzun. Ajda ile Semiramis Pekkan arası bir yüzü var, güzelliği iddialı. Şarkı söyleyişi de öyle, Cumhuriyetin laik kesinliği de yansımış aksanına, tabii canım, o kadar da olsun, nasıl olsa Cumhuriyet Devrimi de Fransız Devrimi’nden etkilenmemiş miydi? Seslendirme yaptığını da yazalım. Belki kendini de seslendirmiştir. Örneğin, “Aşkına Doyum Olmaz” derken: “Gel desem döner mi sanki/aşkımızla dolu günler /ayrılıkla dargınlıkla/bitiyor yazık ömürler/ne kadar severse sevsin/ neden ilk aşk gibi olamaz/bir ömür boyunca insan/ ilk aşkın tadını bulamaz”. Devam ediyor:“Sana gel diye gel diyebilsem/sana aşkımı anlatabilsem/yine maziye maziye dönsem/ senin aşkına hiç doyum olmaz”

Cesurdur söyleyişi, oyuncudur, Olgunlaşma’yı bitirmiştir ama Dame de Sion’da iyi öğrenmiş gibi bir Fransızca aksan parlatır, hafif kusurlu, hafif ‘ejnebi’ olmanın ayrıcalıklı olduğunu bilir o zamanlarda, yakıştırır da. Düz saçlıların büyüyünce sınıftaki kıvırcık saçlı oğlan olmak istedikleri gibisinden bir kusur ya da hafif fırlak öndişinin kattığı sevimliliğinin farkındaki genç kadın gibi.

Varsa kusurlarıyla genç olmak ve kalmak, işte huzurlarınızda Laleeee Belkıssssss!

Ayla Dikmen: “Yanan Mum”

Lale Belkıs’a uzun ömürler dilerim, Ayla Dikmen’in aramızdan ayrıldığını biliyordum ama yıllar önce ve bu kadar erken gittiğini bilmiyormuşum. Belki de unuttum, ‘ne vardı bu kadar da erken gidecek?’ deyip biraz bozulmuş da olabilirim, niye ve neyeyse artık!

Öte yandan neden ikisinin birlikte aklıma geldiğini de bilmiyorum, bu yazıyı yazarken de evvelden de, yüzlerini karıştırmam ama şarkılarını karıştırdığım olmuştur, sarışınlık da karışıklık yaratmak için esmerlik kadar koyu ve kuvvetli bir sebep sayılmaz bence! Yoksa esmerlik ‘gizli sarışınlık’ mıdır?

46 yaşındaymış daha, 1990’da dünyaya veda ettiğinde! Bir sevgilisi varmış, Enis Berki, şimdi onunla kavuşmuş hem de sonsuza kadar… Böyle yazıyor internette, onu tanıyor muyum diye baktım, Ayla Dikmen’le fotoğraflarını görmüşüm, sevgilisiymiş, Alsancaklı, zengin, sevilen, üstü açık arabaları olan, renkli giyinen, evinin tüm odalarını Dikmen’in portreleriyle kaplamış, 22 senelik beraberlik az değil çünkü sonraki eşi de evin mi diyeyim Enis Berki’nin mi bu hâlini anlayışla karşılamış. Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı filmi gelir bu durumda herkesin aklına, benim de o geldi. “Onunla aldığımız mobilyaları ve perdeleri o gittikten sonra da değiştirmedim” demiş bir de, Ayla Dikmen’den 20 yıl sonra o da gitmiş. Mezarı da onun yanındaymış…

Yazmasam mı bunları diye düşündüm, sonra 46 yıllık kısacık yaşamının 22 yılını böyle bir adamla, belki de yaşamının en renkli yılları olarak yaşayan Ayla Dikmen yazısında anmamak olmazdı dedim. Ceketinin ve fularının rengini de o gün kullanacağı üstü açık antika otomobilin rengiyle uyumlu seçen böyle renkli bir adamı da, fotoğraflarından da belli, biraz da 60’lı 70’li yılların Fransız komedi oyuncularına benzeyen bir sevimliliği var, yazmamak olmazdı. Bir kez de benim yazımda buluşsalar ne olurdu, iyi olurdu diye de düşündüm.

Ankaralı değil Egeli Ayla Dikmen. Lale Belkıs gibi sanatın hemen her dalında boy göstermemiş, erkenden başlamış müziğe, iyi orkestralar, Türkiye ve Balkanlar’da müzik ödülleri, dinlenen, sevilen şarkılar, sonra sesini anı olarak bırakarak apansız… Anıların sesi de sayılır, sesinde anılar var da denilebilir, öyle bir ses, hatıralı. İz bırakmış ve bırakan. Bende de çok şarkısı var, adlarını bildiklerim bilmediklerim, dinlemeye başlar başlamaz, ‘severmişim meğer!’ dediğim şarkılar. Söylemem gerek, Lale Belkıs’ı da Ayla Dikmen’i de zamanında öyle pek bayılarak dinlemezdim, dinlemezdik, kimi şarkıları, birkaç dizesi zaman zaman kulağımıza çalınır, dilimize dolanır, sonra da uçup giderdi. Onlarla aynı dönemde söyleyen devrimci, protest, muhalif şarkıcıları dinliyorduk, başka müziklerle beraber, onların da adları belleğimizde birer hoşluk olarak duruyordu. Daha sonraki dönemden Yeliz de öyleydi örneğin, bir-iki şarkısı gençliğimizin halet-i ruhiyesine iyi geliyordu, yoksa iyi gidiyordu mu demeliyim, onu yineleyip duruyorduk, aklıma gelirse yazarım buraya da örnek olarak. Hatırladım, “Olmaz böyle şey/yoksa rüya mı/tam mutlu oldum derken/yıktın bütün dünyamı!” Bizim asıl şarkıcılarımız başkaydı, Cem Karaca, Erkin Koray, Barış Manço, Fikret Kızılok, Selda, sonraları Bülent Ortaçgil, böyle sürüp gider…siniz!

Türkülerle başlamış, ‘aranjman’lar söylemiş, sonra da Murat Meriç’in saptamasıyla geç dönem Anadolu Pop olarak nitelenebilecek şarkılar: “Alyanaklım”, “Çoban Pınarı”. Ondan “Zehir gibi aşkım var”ı dinleyen kim unutabilir ya da “Onu bunu bilmem kararlıyım” demeyi, kaç kez demişizdir, bize de kaç kez söylenmiştir!

Elbette Çağan Irmak’ın Issız Adam filminde bir kadirbilirlikle de ağırladığı “Anlamazdın”la özdeşleşti Ayla Dikmen en çok. Gençken sahiden de “Anlamazdın” dediği gibi anlamadan, dinleyip geçtiğimiz şarkıyı kaç kuşak sonra, çocuğumuz yaşındakilerle birlikte anlayıp, üstelik ağlayacakmışız da! Anlamadığımıza mı, geçen yıllara mı, şarkıcının vakitsiz ölümüne mi, belki de hepsine ve şarkının hatırlattığı daha bilmediğimiz şeylere… Şarkılar ve şiirler öyle değil midir, bildiklerimizden, yaşadıklarımızdan çok, bilmediklerimiz, yaşamadıklarımız için hüzünlendirmezler mi bizi?

Terbiyeli bir ses, kibar, düzgün, iniş çıkışları yok, söylediklerine fazladan bir şey katmak için çabalamayan, zaten yeterince anlattığını düşünen bir duyguya alıştırmış sesini de, öyle dinletiyor kendini, sese, söze ve müziğe aynı anda kulak veriyor, dikkat kesiliyoruz. O sesin kadını esmer midir sarışın mıdır, gülüşlü müdür gamzeli midir, aklımıza bile getirmiyoruz. İyi, güzel, anlayışlı olduğunu anlıyoruz sesinden, bu da bize yetiyor ziyadesiyle: “Anlamazdın anlamazdın/kadere de inanmazdın/hani sen acı veren/kalpsizlerden olamazdın”.

En bilinen şarkısı “Anlamazdın” oldu, fakat onu vaktiyle dinlemiş ya da sesine rastlamış olanların, en azından şimdi 60 yaşın üstünde olanların Ayla Dikmen’le hatırlayacağı şarkı, Şevket Rado’nun şiirinden bestelenen “Yanan Mum”dur. Benim de tabii. Sesi de sözleri de siyahbeyazdır, öyle duyumsatır: “Son saatim çok erken/çalsın istemiyorum/ beni dostlar yaşarken/alsın istemiyorum/…/Ölümümde sonumda/ yalnızlığım ruhumda/ gözlerim yanan mumda/kalsın istemiyorum”.

Belkıs Özener: Sahibinin Sesi

Onun o olduğunu bilmeden sesini sevdiğimiz Belkıs Özener ey! O değil yalnızca, onlar da senmişsin meğer! Künyelere meraklıyımdır, kitapların, dergilerin, gazetelerin yönetmenleri, editörleri, yazarları, dizgicileri, düzelmenleri, sayfa tasarımları, kapakları, büroları, hatta basımyerlerine dek bakarım. Sait Maden’i, Derman Över’i, Reyhan Koçyiğit’i, Suat Aksu’yu, Hüsnü Abbas’ı, vb. unutmam.

Filmleri de jeneriğini izlemeden bırakmam, en sonunda ‘copyright’ ve yılı çıkıncaya dek bakarım. Fakat çoooook uzun zamandır Yeşilçam filmi izlemediğim için, daha doğrusu Yeşilçam sineması da artık kalmadığı için aklımda çok az isim var. Onları da burada yalan yanlış söylemek istemem, adlarına, sanatlarına, emeklerine ayıp ve yazık olur. Müzik Metin Bükey, Kriton İlyadis, görüntü yönetmeni, Gani Turanlı da…

Müziklere de bakardım seslendirenlere de, lakin Yeşilçam şarkılarını onun seslendirdiğini unutmuşum. Neyse vefalı birileri çıktı da, hanım hanımcık daktilo kız izlenimi veren, Ziya Osman Saba’nın şiirlerinden çıkmış ve adeta Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nde vesikalık çekimi için mahcup gözlerle bakan Belkıs Özener’i hatırlattı. Vallahi biz de o günden beri mesud olduk, zira o güzel şarkıların işveli, içli, çapkın, masum, oyuncu, bin kılıkta sesi olan Belkıs hanımı bulduk!

Üç kızkardeşin sonuncusu, iki abladan biri Gönül! Hangi Gönül diyorsanız, unutulacak gibi olmayan Gönül diyelim, Yazar! Ben bu yazıyı 66 yaşımda yazıyorum, demek ki 60 yıldır bildiğim bir Gönül Yazar var benim de! Lakabını unutmuşum, baktım ‘Taş Bebek’miş, Gül annemden de iki yaş büyük, ona da, anneme de, Belkıs Özener’e de uzun ömürler dilerim.

İki kızkardeş: İki farklı kişilik ve müzik anlayışı. Ablası Gönül sınavlarını kazandığı Radyoya, Belkıs çeşitli hocalar ve sanatçılardan müzik eğitimi almaya. Sonra da gazinolara, sahnelere ve 1967’de Sinekli Bakkal filminde Türkan Şoray’ın yerine şarkı söylemeye.

Türkan Şoray yerine 100, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Filiz Akın yerineyse 200’den fazla filmde şarkı söylemiş! Biliyorduk o şekerli konuşmaları seslendirme sanatçılarının yaptıklarını, şarkılarını da onların söylemediğini biliyorduk ama hepsini aynı kişinin söylediğini ve onun da Belkıs Özener olduğunu bil-mi-yor-duk!

İlk şarkılarını 14 yaşında okuduğunu da, 15 yaşında plak doldurduğunu da!

Gönül Yazar Türk Sanat Müziği şarkıcısı olarak başlayıp sonra her türden şarkı söylemiştir, Belkıs Özener de öyle. Bir tavernada, kimseyi takmayan Fosforlu Cevriye’nin yerine “Karakolda ayna var/ kız kolunda damga var” derken de, “Sevemedim kara gözlüm seni doyunca/hep kıskandım seni elden ömür boyunca” diye adeta dua edercesine söylerken de, gönül sayfasını kapatmak için söylediği “geçse de gençlik çağım/boş kalsa da kucağım/ sözümü tutacağım/adını anmayacağım” diye sitem bildirirken de… Başkalarının sesleri olsa da o sahibinin sesidir! Yeşilçam sinemasının sonraki dönemlerinde afişlerinden oyuncularına iç gıcıklayıcı olarak sunulan kimi filmlerin şarkılarını da söylemiştir. “Çik çiki çak çak çiki çak çak/civciv çıkacak kuş çıkacak/ördek çıkacak kaz çıkacak/erkek çıkacak kız çıkacak…”

Nostaljinin günün yerini aldığı 1990’lı yıllarda çıktığı televizyon programlarında da şarkılarını o filmlerdeki genç kız sesiyle söyleyince hakkı olan niteleme de yapılmıştır, hayli gecikmiş olmakla birlikte Belkıs Özener ‘sahibinin sesi’ olarak tescillenmiştir.

 

Yazarın Diğer Yazıları
Genç Osman Gibi Meşhur

“Böyle ikrar ile böyle yol ile/ vefasız yar bana lazım değilsin...” diye Türkçe çalıp Türkçe söylemeye başladı.

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku