Güneşin sisli perdelerden, buğulu camlardan uzak durduğu ve en sıcak, en saf hâliyle günü aydığı bahçelerden biri. Meryem’in evi ve onun çiçekleri. Bazıları kırmızı, bazıları mavi. Her birinin kıvırcık yaprakları var, az nemli toprakları. Her biri çocukları gibi, isimleri ayrı ayrı.
Güneşin sisli perdelerden, buğulu camlardan uzak durduğu ve en sıcak, en saf hâliyle günü aydığı bahçelerden biri. Meryem’in evi ve onun çiçekleri. Bazıları kırmızı, bazıları mavi. Her birinin kıvırcık yaprakları var, az nemli toprakları. Her biri çocukları gibi, isimleri ayrı ayrı. Bahçenin kenarlarında, evin dış köşelerinde, pencerelerin önünde; kuru dallara asılmış eski saksılarda, kurumuş ağaç kovuklarında birkaçı.
En şifalı olanlar, en yukarıda. Göze şenlik olanlar bahçenin ortasında, ışıklar saçan bir renk bayramı. Meryem en çok
ağaç kovuklarına gizlediği ve herkesten sakındıklarını seviyor. Onlara birden fazla isim ve anaç bir sevgi veriyor. Ancak diğerlerine de küsmüş sayılmaz. Her biriyle konuşuyor, kıvırcık yapraklarını okşuyor. Bazen de büyük, küçük ve ortanca kardeşler olarak ayırıyor.
“Uyandın mı sarı ışık?” diye seslenerek yapay gölün etrafına diktiği ve yeni patlamış sarı gülün yanına gidiyor. Nafile bir çabayla kokusunu almak için derin bir nefes çekiyor içine. Ellerini toprağına sürüyor. Kendiyle beraber geri kalan herkesi de kaldırıyor. Uyuyakaldıysa eğer, eve doğru uzanan yokuşun etrafına dizilen papatyalar, biraz bağırıyor.
Onlara da sesleniyor, “Günaydın çiçeklerim!”
Sol kanadındaki ufak yarayla Meryem’e doğru yaklaşıyor küçük ispinozun biri. İlk durağı da, etraftaki ciyaklayan her canlının şifası olan topraklı elleri ve meşhur çiçekleri. Her daim yukarı bakan ince kaşları buruk bir hisle yakınlaşıyor Meryem’in. Yaralı kuşa daha yakından bakıyor hüzünle dolmak üzere olan gözleri. Yeşil yapraklar ve mavi saksılarla
koruduğu birkaç çiçeği indiriyor yukarıdan. En iyi bildiği şeyi yapıyor. İyileştiriyor ona gelen her acıyı birer yaprak kopararak özenle büyüttüğü canlardan. İspinoz havalanıyor, yalnızca bir gece uyku çektiği kovuktan. O da karışıyor seslere. Her biri sevinçle ciyaklıyor, acı içinde olsa bile. Çünkü Meryem, kapıları sonuna kadar açıyor.
Günler geçiyor. Çiçeklerin rengi de sayısı da artıyor günden güne. Bir avcı geliyor yakındaki ormana. Meryem de saksıları ayırıp parçalara, avlanan her canın imdadına koşuyor. Kendi hâlinde, güzellikle, iyilikle yaşayan birçok
kadın gibi avcının avı oluyor.
Hâlbuki çiçekleri yetiştiren, onlara hayat veren ve verdiği hayatlarla da diğerlerini iyileştiren kadın olmaktan; toprağa feda olup, ömrünü kurumuş ağaçların kovuklarında yeşerten o kadın olmaktan gurur duyuyor. Günün
sonunda ise kendisinin yokluğunda kuruyan çiçeklerden biri olarak anılıyor.
“Yine de kovuklara gizlediğin her saksı, hâlâ sarıyor yaralı kanatları.” derken küçük ispinoz, papatyalı yokuşu çıkıyor ve umutla bekliyor Meryem’i.
Zaman değişmez, insanlar gelişmez yoktan. Dünya döner, gece bellidir sabahtan. Kendi içinde devrilen bir düzendir yaşam, suyun üstünde kalır, düzensizlik çamurlu yosunlar gibi dipte dalgalanır. Bazı balıklar zehirlidir, kimi otlar şifalıdır; var olan, yaşama dair kıyılarda çalkalanır, zamanın git gelleri ve değişmeyen düzeninde, yaşıyor insanlar yüzer gibi en derinde. Zaman değişmiyor ancak ilerliyor dalga dalga. […]
Devamını OkuCamları çatlamış, içi gaz dolu lambaların. Üstünden geçilmiş yanmaya devam eden mumların. Tüm aydınlığını söndürmüşler evlerin, kundaklamışlar saltanatıyla korkuların. Gündüz inmiş umuda kapanan perdelerin üstüne. Perdeleri dondurmuş keskin soğuğu camların ve ısınmamış uzun bir süre. Hastalıklar söndürmüş altını ocağın, sefalet de basmış yanan son kibritin üstüne. Devası bir kağıtta kıta kıta yazıyormuş da okuyanı bulmak […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku