Burcu SALANTUR
Tüm Yazıları
Sonucu Beklemeden
Ana Sayfa Tüm Yazılar Sonucu Beklemeden

Hastanenin önündeki bankın ucuna ilişmiş, etrafındaki insanların meraklı bakışlarına aldırmadan sarsılarak ağlıyordu.

Çantasından yeni bir kâğıt mendil çıkarıp gözlerini, burnunu sildi. Avucunda buruşturduğu mendili trençkotunun sağ cebine -diğerlerinin yanına- attı.

Bahar mevsiminin ortaları; güneşin yakmadığı nisan sabahlarındandı. Hemen yanı başındaki ağacın dallarında kuşlar cıvıldaşıyor; tahlil vermeye, sonuç göstermeye, muayene randevusuna gelen hastalar telaşla koşuşturuyordu. Başını usulca göğe kaldırdı. Berrak gökyüzünde birkaç küme bulut dağılıyordu. Gözlerini kapayıp derince nefes aldı. Serin hava burun deliklerinden ciğerlerine doldu. İçi şükranla doluydu. Öncekinden de derin bir nefes daha aldı. Bu kez tüm ciğerlerini umutlu havayla doldurmak ister gibiydi.

Gülümsediğini fark ettiğinde mutluluğundan duyduğu utançla etrafa göz gezdirdi. Hastane bahçesindeydi -üstelik onkoloji servisi önünde- ve etrafı sağlık arayan insanlarla doluydu.

“Allah’ım sen şifa ver.”
Herkes için mırıldandı duasını. Çok değil yarım saat önce doktorun odasında tahlil sonuçlarını göstermek için beklerken ömrünün son günlerini nasıl değerlendireceğini planlıyordu oysa.

Yaklaşık bir ay önce almıştı doktor randevusunu. İnternette ne bulduysa okumuş, kendi teşhisini koymuştu zaten. Meme kanserinde kaçıncı evrede olduğunu öğrenecek ve tedavi için çok geç kalınmışsa kalan ömrünü geçirmek için basıp gidecekti bu şehirden.

Mamografi, ultrason, MR… Hiçbirini atlamamış, tüm sonuçlarla bekliyordu. Doktor ekranabakarken o da bakışlarını adamın yüzüne kilitlemiş, her mimiğinden anlam çıkarmaya çabalıyordu. Boğazını temizleyen adamın açıklama yapmaya hazırlandığı sırada içeri dalan bölüm hemşiresi yalnızca duyacağı felaket haberini geciktirmek için gelmiş gibiydi. Dışarı çıkmak zorunda kalan doktor, özür diler gibi izin istemişti.

Odada yalnız kalan kadının kilitli elleri kucağında, bacaklarını titretiyor, zaman geçirmek için yerdeki karoları sayıyordu. Gözlerini yerden kaldırıp odayı incelemeye başladı. Açık mavi duvarlar, ahşap kaplama mobilyalar, beyaz dolaplarla oldukça sade bir odaydı. Masada isimlik, kalemlik, o yıla ait ajanda, karısı olduğunu tahmin ettiği orta yaşlarda zarif bir kadın ve golden cinsi köpek ile birlikte doktorun da olduğu fotoğraf vardı. Dudağının kenarında alaycı bir gülüşle kendi kendine söylendi. “Sevgilisininki de çekmecesindedir herhalde.”

Son zamanlarını sorumsuz bir doktorun odasında harcadığına inanamıyordu. Odayı incelemeye devam etti. Doktor masasının sağındaki duvarda daire biçiminde saat vardı. Beyaz zemin üzerinde siyah akrep-yelkovan ve kan kırmızı saniye göstergesi olan bir saatti. Gözleri ile saniyeleri takip ederken odadaki tek sesin saatin tik-takları olduğunu fark etti. Tik-tak. tik-tak… Durmaksızın tik-tak… Ses, sinirlerine dokunmaya başlamıştı.

Sandalyesinden kalktı, duvardaki saati aldı, frizbi gibi camdan fırlattı. Saat, bahçedeki çim alanın üzerine tok bir ses çıkararak düştü. Bu olayı anlatacak kimsesi olmadığına üzüldü. Oysa anlatırken gözünden yaşlar gelene kadar gülmek isterdi.

“Ya kızım deli misin, gören olsaydı?” “Ay ben yanlış gelmişim! Psikiyatri servisi üst katta mıydı? der geçerdim ayol. İş mi bu da?” Şayet anlatacak birisi olsaydı… “Ben de istifa dilekçemi uçak yapar masamdan fırlatırım. Kimseye anlatamasam da benden sonra ardımdan anlatan çok olur.” Gülümsedi. Rahatlamaya başlamıştı.

“Attımsa attım saati de canım. Hepi topu saat. Ölüm mü var ucunda? Ölüm var ucunda…”

Neden orada olduğunu hatırlamıştı. Yüreği burkuldu.

“İyi ki evlenmemişim. Çocuğum da yok. Zaten çocuk sevmem ne öyle mıy mıy. Hep ayakaltında. Her şeye engel. Ne hastalığı biter ne ihtiyacı. Hele koca! İmza altına alınmış hizmetçilik. Aşkmış. Tutturmuşlar aşk aşk aşk. Pabucumun âşıkları. Bir de akıl vermeleri yok mu saftiriklerin? ‘Sen hiç âşık olmadığın için bıy bıy bıy…’ Evet, olmadım tabii! Olayım da sizin gibi don mu ütüleyim her pazar akşamı?”

Doktor içeri girdiğinde hâlâ kendi kendine aşka ve âşıklara saydırıyordu. Yerinde huzursuzca kıpırdandı. Duyacaklarına hazırdı hazır olmasına ya, bırakıp gitmek de kolay olmayacaktı bu renkli dünyayı. Doktor, masasına geçti. Yeniden ekrandaki tahlil sonuçlarını inceledi. “Test sonuçlarınız temiz. Sağ göğsünüzün alt kısmında birkaç yağ bezesi var, yıllık kontrollerle gözlem altında tutalım. Bunun dışında korkulacak husus yok. Çok geçmiş olsun.”
“…”
“Çıkabilirsiniz.”

Kafasında pek çok senaryo hazırlamıştı ama hiçbirinde böyle bir son yoktu. Teşekkür anlamına gelen birkaç sözcük geveleyerek odadan ayrıldı. Hissetmediği ayakları, onu ancak hastane önündeki banka kadar taşıyabilmişti. Yığılırcasına bıraktı kendisini banka. Günlerdir bastırdığı duyguları sonunda patlamış, dakikalarca ağlamıştı. Gözyaşı dindiğinde, bahçeye fırlattığı saati gördü. Akrep ve yelkovan camsız zeminden fırlamış, çimlerin arasında kaybolmuştu. Yalnız kırmızı saniye göstergesi kıpırtısız duruyordu. Kafasını kaldırdığında, saniyenin işaret ettiği, yolun karşısındaki reklam tabelasındaki siyah beyaz Hepburn fotoğrafı ile göz göze geldi. Fotoğrafın üzerinde tırnak içinde: “Bir daha asla ama asla hayattan kaçmayacağım. Aşktan da.” yazılıydı.

Yazarın Diğer Yazıları
Kuşku

Saat sekize geliyordu. Misafirler neredeyse gelmek üzereydiler, neyse ki sofra çoktan hazırlanmıştı.

Devamını Oku
Gidebilmek

Gün ağarırken aklında tek bir şey vardı; yıllardır hayalini kurduğu o yere gidebilmek.

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku