“Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim.
Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kaydı ve düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım…
“Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kaydı ve düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım…. Çiçek zorlu geldi. Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan.”
Böyle anlattı her şeyin tek bir renge döndüğü o anı. O güne kadar öğrendiği renkler, gördüğü insan suretleri, bildiği hayat artık hafızasının en kıymetli hatıralarıydı. Veysel için gereken elleriyle tanımaktı dünyayı. Seslerle tanış olmaktı dostla, sevdayla. Gördü ki tüm noksanlara rağmen birdi, aynıydı insan. Gördü ki tüm servetine, gücüne rağmen fakirdi insan…
“Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben sac mıyım”
Çiftçiydi babası. Toprak hayattı, toprak can getiren, canı sakınandı. Ne gördüyse yedisine kadar, yetti doğaya sevdalanmaya. Gerisi gönlünün çizimleri, gerisi düşlerinin cennet köşeleri. Gözün gördüğünü, o duyardı. Suyun sesinden akışını, ağacın sesinden mevsimleri, rüzgârın sesinden günleri bilir oldu. Ve insan… Veysel için insan da bir sesti. Hangi ses yol erbabı, hangi ses vicdanlı, hangi ses hiçlikten azade bilirdi. Kendini aynada gören insan, Veysel’in
gönlünde nasıl görünür hiç bilemedi. Böylelikle o; insanın ötesine ulaşmayı da bildi.
Oyalansın diye tutuşturuldu eline bağlama. Tıngırdadı teller. Söylendi ozanlardan ezber edilmiş türküler. Kararan gözün derdinden geçildi, gönül penceresi açıldı. Bilmeyen diyarlar, hiç görülmemiş renkler, görüldü. Gayrı duramazdı yerinde, elleriyle dünyayı tanımak vardı ya hani. Duramazdı, dışarıda gürül gürül çağlayan bir hayat vardı. Duramazdı, sözünü söylemesi gereken insan vardı. Yol uzun, yol ince, ne güneş hep aynı yerde, ne ay aynı şekilde. Yol uzun, yol ince ve şaştı Veysel iş bu hale…İçinde bulunduğu karanlık dünyadan geçti başka bir aleme.
“Düşünülürse derince
Uzak gözükür görünce
Yol bir dak’ka, mıktarınca
Gediyorum gündüz gece”
Tertemiz sevdalandı Veysel. Beden erişkindi, ruh çocuktu. Ses yetişkindi, düş çocuktu. Aşkı keşfetti Veysel. Düşün ötesini, sözün, sesin ötesini, yüzlerin, renklerin, insanların ötesini keşfetti. Deli oldu gönül. Bir çağlayandı taşı yaran, bir fırtınaydı ekin biçen. Yaşama heves etmeyi, belki ilk defa ertesi sabaha düş kurmayı öğrendi. Kendi sözleri, kendi tellerine kavuşmadan önce sevdalandı Veysel. Yuva kurdu. Ondan daha mutlusu yoktu cihanda. Ve büyük mutluluklar, derin acıları saklardı. En sevdiğinden kırıldı Veysel. Hissetti, gün be gün içinde büyüttü ayrılığı. Hissetti, dil lal oldu söyleyemedi, gidecek olana kal demek ne çare, gidecek olan elbet gidecekti. Hissetti, aşkla merhabalaştığı, elvedasız gitti. Dünya bir kuyu, dünya zamansızdı artık. Bu dert, dünyanın tadı, bu dert olmazsa anılmazdı Veysel Adı…
“Güzelliğin on par’ etmez
Bu bendeki âşk olmasa
Eğlenecek yer bulamaz
Gönlümdeki köşk olmasa”
Düştü yollara Veysel. Köyden köye, kasabadan şehre, insandan insana… Kimi sözü kalabalığa edildi, kimi sözü sadece kendisine. Bir sazı vardı yanında, bir karanlık… Bir sazı vardı yanında, bir sözü… Böyle böyle çıktı kuyudan, insanla yakaladı zamanı. Aşıktı artık, her beşere çaldı sazını. Can sazını, sevdası sazını, dost sazını… Diyar diyar gezdi ozan. Gamlı kuşun ötüşünden, hevesli insan neşesinden, sancıyan doğadan geçti. İki lokma bir hırka sofradan, sonsuz hasbihalli gönüllerden geçti. Gördü ki her şeyin ilki, nefesin nihayeti topraktı. Dost belledi toprağı. Çiçek vereni, meyve dökeni, nefes vereni, sadık yâri toprağı…
“Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel’i bağrına basar
Benim sâdık yârim kara topraktır”
Yüzyıllardır yaşadığımız bu toprakların hafızası, gerçekliği, ışık tutanı oldu halk ozanlarımız. Ellerinde sazları, dillerinde sözleri tanığı oldular çağların. Kiminin sözleri ağır geldi, taşlandılar. Kimi zulme karşı kuşandı
fikirlerini, asıldılar. Hepsi de sazlarıyla, sözleriyle, öğretileriyle, yaşanmışlıklarıyla hâlâ yaşamaktadırlar.
Âşık Veysel yüzlerce yıldır süre gelen “Âşık” geleneğini yirminci asra kadar taşıyan en büyük temsilcisiydi. Her satırında yaşanmışlık, her adımında kırgınlık, her sözünde kardeş olmak, dost olmak, sevmek vardı. Elinde sazı, yüreğinde sözü köy köy, kasabadan şehre anlattı… Ve sadece bir dileği vardı bu toprakların büyük ozanının…
“Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın”
“Yolcular ellerinde tek gidişlik bir biletHenüz bilmeseler de hayat bundan ibaret” Güzel şarkıdır “İstasyon İnsanları”… Bu şarkı bana neleri gözden kaçırarak yaşadığımızı anımsatır. Her dinlediğimde unuttuklarımı, gözden kaçırdıklarımı ararken bulurum kendimi. Bir anahtardır kendime, başkasında ki kendime. Herkesin bir istasyon macerası vardır elbette. Birbirinden farklı olmayan ama çok farklı izler bırakan. Mesela hepimiz için soğuktur […]
Devamını OkuDünyanın kendi etrafında üç yüz altmış beş kere, güneşin etrafında tam bir tur dönüşüdür geride kalan yıl. Yani aslında döne döne aynı noktaya gelip, yeniden başladığımız için bu kadar sevinçliyiz. Başlangıç tarihimiz 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece yarısı saat tam 00:00. Son on saniyeyi geri sayarak, kimi zaman önde, kimi zaman birkaç saniye geride […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku