Halil İbrahim ÖZCAN
Tüm Yazıları
Zengin Coğrafyaların Yazarı : Murat Tuncel
Ana Sayfa Tüm Yazılar Zengin Coğrafyaların Yazarı : Murat Tuncel

Romanlarınızı, öykülerinizi okuyanlar elbette size tanıyorlar. İstasyon Dergisi okurlarımız için kısaca bunlara neler ekleyebilirsiniz?

-Romanlarınızı, öykülerinizi okuyanlar elbette size tanıyorlar. İstasyon Dergisi okurlarımız için kısaca bunlara neler ekleyebilirsiniz?
1952 yılında Kars-Hanak’ta doğdum. Artvin Öğretmen Okulu’nu, İstanbul Atatürk Eğitim Fakültesi’nin Türkçe Bölümü’nü bitirdim. Hollanda Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Formasyonu sertifikasını aldım. Türkiye’de ilk ve ortaokullarda çalıştım. 1984 yılında öğretmenlikten ayrılarak Günaydın gazetesinde gazeteciliğe başladım. Beş yıl gazetecilikten sonra 1989 yılında Hollanda’ya göç ettim. Hollanda Eğitim Bakanlığı’na bağlı temel eğitim okullarında anadili dersleri ve Rotterdam’daki bir yüksekokulda Türk dili ve edebiyatı dersleri
verdim.
1981 yılında ilk öykü kitabım yayımlandı.

-Zaten ilk kitabınızı yayımlandığında Türkiye’de çeşitli dergilerde öyküleriniz ve şiirleriniz, yazılarınız yayımlanmaktaydı.
Evet, “Varlık”, “Edebiyat Gündemi”, “Damar”, “Yaşasın Edebiyat”, “Kıyı”, “Karşı Edebiyat”, “Dönemeç”, “Türk Dili Dergisi”, “Güzel Yazılar”, “Evrensel Kültür”, “Cumhuriyet Kitap”, “Dünya Kitap” gibi edebiyat dergilerinde öykülerim, tanıtım yazılarım ve söyleşilerim yayımlanıyordu.

Bugüne kadar büyükler için on altı, çocuk ve gençler için de altı tane roman, öykü ve masal kitabım yayımlandı.

– Siz örgütlü yazarlardansınız ve tanık olduğum gibi üyelik sorumluluklarını da yerine getirirsiniz. Bu çok önemlidir. Hangi yazar örgütlerine üyesiniz?
Türkiye Yazarlar Sendikası, Hollanda Yazarlar Sendikası, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye PEN Kulübü üyesiyim.

1979 yılında Kültür ve Spor Bakanlığı Gençlik Öykü Ödülü’nü, 1997 Hollanda NPS Radyo’su Öykü Ödülü’nü, 1994 Şükrü Gümüş Roman Ödülü’nü, 1997 Halkevleri Kültür -Sanat Yarışması Roman Ödülü’nü, 2000 Yılı Orhan Kemal Öykü Ödülü’nü aldım.

Öğretmen ve gazeteci kökenli yazarlardan birisiniz. 1989 yılında Hollanda’ya göç ettiniz. Yazın yaşamınızı burada olduğu gibi Hollanda’da da sürdürürken bir yandan da Hollanda Eğitim Bakanlığı’na bağlı temel eğitim okullarında anadili dersleri ve Rotterdam Konservatuarı’nda Türk dili ve edebiyatı dersleri verdiniz. Göçmenliğin ve çalışırken yazmanın sizin yazın yaşamınızdaki etkileri nelerdir?
Ülkemizde göçmenlik denilince akla ilk gelen “ayrılık, hasret ve garip kalma” sözcükleridir. Ama benim için insanlarımızın düşündükleri bu sözcüklerin karşılığı değildir. Benim için göç; insanın yaşadığı koşullardan daha iyi bir yaşamı arama serüvenidir. Ben on yaşımda köyümdeki yaşamdan daha iyi bir yaşamı aramak için ilk göçümü yaşadım. Köyümüzde üçüncü sınıfa kadar okul vardı. O yıllarda eğitmenler böylesi okullarda görev yapardı. Onların görev süresi üç yıldı. Yani üçüncü öğretim yılının sonunda başka bir köyde görevlendirilirdi eğitmenler. Eğer başka bir eğitmen tayin istememişse sizin köyünüzün okulu kapanırdı. Ben böyle bir okulda üçüncü sınıfa kadar okudum.
Okulumuz kapanınca da benim göçüm başladı. Hanak’ta bir akrabamızın yanında kalarak ilk ve ortaokulu bitirdim. Sonraki göçüm, Artvin Öğretmen Okulu’na girmemle başladı. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra da görevim nedeniyle yurdun çeşitli illerine göç ettim. Daha sonra ailemle Kars’tan Kocaeli’ne göç ettim. Ondan sonra da Hollanda’ya. Emekli olunca da yeniden İstanbul’a göç ettim. Hayatımdaki bu göçlerin benim yazın yaşamıma zenginlik kazandırdığını söyleyebilirim. Ayrıca da göçlerin sayesinde durağan mekânla hareketli mekân arasında benim için bir fark kalmadı. O nedenle her iki durumda da yazma eylemimi sürdürebiliyorum. Çalışırken
yazabilmemin nedeni de yaşamımdaki bu hareketliliğin sürekli oluşudur.

– Bildiğim kadarıyla Sizin yapıtlarınızın birçoğu başka dillere de çevrildi. Azerice, Arapça ve Lehçe olarak da üniversite ve edebiyat dergilerinde yazılarınız yayımlandı. “Süper Kurbağa” adlı çocuk romanınız oyunlaştırılarak Devlet Tiyatroları ve İstanbul Şehir Tiyatroları repertuarlarına alındı ve Ankara Şehir Tiyatroları tarafından da sahnelendi. Yazdıklarınızın böyle geniş bir yelpazede yayımlanması ve sahne oyunu için uyarlanması yazmanızı nasıl etkiliyor ve bunların yazdıklarınıza katkısı ne oluyor?
Evet, yapıtlarımın birçoğu İngilizce, Bulgarca, Hollandaca, Almanca, Rusça, Farsça, Arapça çevrilip yayımlandı. Takip edebildiğim kadarıyla da çevrilen yapıtlarımın sürekli okurları da var. Bu benim için önemli ve ayrıca bir mutluluk kaynağı. Bana göre çeşitli yapıtlarımın başka dillere çevrilmesinin en büyük nedeni yapıtlarımdaki konu çeşitliği ve içerik zenginliğinin anadilinde ve çevrildiği dilde okuyucular tarafından kabul görmesinden kaynaklanmaktadır.
Yapıtlarımdan Maviydi Adalet Sarayı adlı romanım Valse Hoop (Sahte Umut) adıyla Hollandaca (3C Yayınevi-Arnhem), İnanna adlı romanım; Arapça (Al taakwin Yayınevi-Suriye), Korece (Asia yayınevi-Seul) ve Bulgarca (Ednorog yayınevi-Sofya)’da, Osmanlılar-1/Trakya Güneşi adlı romanım ve Beyoğlu Çığlıkları adlı öykü kitabım Bulgarca (Ednerog Yayınevı-Sofya) yayımlandı. Gölge Kız adlı öyküler kitabı Rusça, (MockBa-Yayınevi/ Moskova) yayınevi tarafından yayınlandı. Çocuk romanım Ressamlar Mahallesi Çocukları, De Kinderen van de Schildersweek adıyla Hollandaca yayımlandı… Yapıtlarım hakkında birçok üniversite yayın organında, sanat ve edebiyat dergilerinde birçok bilim insanının araştırma ve incelemesi, yazar ve eleştirmenlerin de tanıtım yazıları yayınladı.

– Roman ve öykü kitaplarınızdan sonra Anadolu ve Osmanlı tarihini romanlaştırdığınız seri romanların ilki olan “Osmanlılar-Trakya Güneşi” adlı romanınız ile “İnanna” adlı romanınızla
öykü kitaplarınız arka arkaya Bulgarca, İngilizce ve Hollandaca, Rusça, Arapça yayınlandı. Yapıtlarınızı tüm dünyadaki okurlara ulaştırmak için çabalarınız sürüyor. Türkiye ve dünya okuyucusuyla yapıtlarınızın buluşması yazar olarak sizi ve yazdıklarınızı nasıl etkiliyor?
Yazmak tüm zorluklarına karşın sizde bir tutku olmuşsa ondan başka hiçbir şeyi önemsemiyorsunuz. Onca emeğiniz ve göz nurunuzun değerini biliyorsanız daha çok okuyucu kitlesine ulaşması için de çabalarınızı esirgemeyeceksiniz. Ben bu anlayışla, hem ülkemdeki okuyucularım için hem de insanı geliştirecek yapıtları okuyan dünya insanları
için yazıyorum. O nedenle de yazdıklarımın sınırlarımız dışına taşması için elimden geleni yapıyorum. Yapıtlarım sınır ötesinde de yayıncı ve okuyucu bulunca mutlu oluyorum. Bu gerçekten de çok çaba ve sabır isteyen bir uğraş. Yapıtımız yayınlandıktan sonra oturup onun bir bir okuyucuya ulaşmasını seyretme yerine, onu kucaklayıp onlarca okuyucuya sunmamız gerekiyor. Bu elektronik çağda artık hiçbir yazarın böyle bir lüksü yok. Hele dağıtım ağı dünyanın en kötü dağıtım ağı olan bizim ülkemizde hiçbir yazarın böyle bir lüksü olmadığı gibi hiçbir kitabın da kısa zamanda okuyucuya ulaşma şansı yok.

– Türkiye’de yayınevi kurdunuz. Yazarın yayıncı oluşu ve bu yolla yazarları yeniden tanımanız nasıl bir duygu? Bunun yazdıklarınızı değerlendirmede bir etkisi oluyor mu? Yayın dünyasını içten tanımak nasıl bir duygu yaratıyor sizde? Bunu benim gibi birçok meslektaşımın da öğrenmek
istediğini bildiğim için öğrenmek istiyorum. Bir de bu zorlu koşullarda sürdürmeye çalıştığınız bu serüveniniz hakkında düşüncenizi merak ediyorum.
Son yıllarda Elfene Dünya Yayıncılık adında bir yayınevinin ortağı oldum. Ama benden önce de yayıncılık yapan yazar örnekleri var. Bildiğiniz gibi Can Yayınları’nın kurucusu da rahmetli Erdal Öz’dü. Elbette ondan önce de
birçok yazar yayın yaşamında yer aldı, bizden sonra da yer alacaklar olacaktır. Bu bir ticari iş. Öncelikle yazarlıkla hiç bağdaşmayan bir meslek. Eğer ticarete ağırlık verecek olursanız yazma serüveninizi gözden geçirmeniz gerekir.
Yazarlık yapacağım diyorsanız da yayıncılık serüveninizi sonlandırmalısınız. Ben yukarıda da belirttiğim gibi yazmaya tutkunum o nedenle tacirlik bana göre bir iş olmadığını bu deneyimimle öğrendim. Dışarıdan kazançlıymış
gibi görünse de pek öyle kazançlı bir iş değil yayıncılık. Bir de biz işe başlarken durum daha iyiydi. Dağıtımlar daha iyi çalışıyordu. Kitaplarınızın kitapçılara ulaşımı daha kolaydı. Yılda iki kez dönüşümü oluyordu. Bana göre her mesleği erbabı yapmalı. Yazar da yazmaktan başka bir işle uğraşmamalı ki, geleceğe kalıcı yapıtlar üretebilsin.

– Roman ve öykülerinize baktığımızda göç, savaş, toplumsal meseleler ve tarihi konular gibi çok geniş yelpazede eserler verdiğinizi görüyoruz. Eserlerinizi yazarken karakterleriniz nasıl bir okuyucu kitlesine hitap ediyor? Siz şu anda Avrupa’da yaşayan bir yazarsınız. Avrupa’da yaşayan
toplumumuzu da içten tanıyorsunuz. Yazarken Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenlilere hitap etmek gibi bir kaygı taşıyor musunuz?
Yaşamım ve yaşadığım göçler nedeniyle çok kültürlü bir ortamda yaşamam ve çok kültürlülüğü benimsemem nedeniyle konularımın yelpazesi sizin de belirlediğiniz gibi çok geniş. Ben konularımdaki bu çeşitliliği okurlarım için de önemsiyorum. Yapıtlarımızın kalıcı olması için bizi her kesimden okurların okuması gerek. Sadece kendi ülkemizin insanları değil, dünyanın başka ülkelerindeki okurlar da okumalı. Sadece ulusal sınırlarda yaşayanlar, ya da Avrupa’daki göçmenlerimiz için yazmak, bence yazarın kendini sınırlaması anlamına gelir. Hem kendi dilimizi okuyan insanlarımız için hem de dünyanın başka ülkelerindeki insanlar için yazmayı amaç edinmiş biriyim ben. Neden Koreli bir okur da benim yapıtımdan bir okuma tadı almasın ki? Bir de Avrupa’da yaşayan Türkler buradakilerden de az okuyorlar. Yaşlıların büyük çoğunluğunda zaten okuma alışkanlığı yok, gençler de eğitim gördüğü dildeki kitapları daha iyi anladıkları için yaşadıkları ülke yazarlarını okuyorlar. O nedenle sadece onlar için yazmak değil, dünya insanının okuyacağı yapıtlar yazmak en iyisi.

– Bir ayağı Avrupa’da, bir ayağı Türkiye’de olan bir yazar olarak Türkiye’deki Türkçe edebiyat ile Avrupa’daki Türkçe edebiyat arasında farklar ya da benzerlikler konusunda ne düşünüyorsunuz?
Son yıllarda dünya edebiyatında da, bizim edebiyatımızda da “ben” formuyla yazma ön plana çıktı. Türkiye’de de, Avrupa’da da yazan arkadaşlarımızda “ben” formunu kullanıyorlar ama Türkiye’deki deneyimli yazarlar ben formuyla anlattıkları konuları bir kahramanın üzerinden kurgulayıp öykülemeyi çok iyi beceriyorlar. Fakat Türkiye’deki genç yazarlarla Avrupa’da yazan arkadaşlarımız sadece anlatıda kalıyorlar. Dil kullanımında Avrupa’da Türkçe edebiyat yapanlar dildeki son gelişmeleri izleyemedikleri için bu konuda Türkiye’de edebiyat yapanlardan daha geride kalıyorlar. Türkiye’de Türkçe edebiyat yapanların konularında çeşitlilik çoğalmasına karşın, Avrupa’da Türkçe edebiyat yapanların konusu “göç, göç yaşamı, hasret, gurbet” sınırları içinde dolaşıyor… Türkiye ve Avrupa’da Türkçe edebiyat yapanların en iyi benzeşen tarafı sadece Türkçe ile yazmaları.

– Söyleşimizin sonunda Murat Tuncel’in bundan sonraki planlarından kısaca söz edebilir misiniz?
Şu anda dördüncü romanı Elfene Dünya Yayıncılık tarafından yayınlanan seri romanları tamamlamaya çalışıyorum. Bu serinin beşincisi olan Ayasofya’nın İkonları yayınevine gitti. Şubat ayı sonuna kadar yayınlanacak. Ben
de bu serinin sonuncusu olan altıncı kitap için çalışıyorum ama sadece onunla değil bir de Likya’nın Son Kralı adlı yapıtın üzerinde çalışmalarımı sürdürüyorum. Bu seri romanlar her ne kadar “Osmanlılar” üst başlığını taşısa
da aslında beş yüz yıllık Anadolu tarihini işlediğim romanlardır. Yani 1350’den 1850’ye kadar Anadolu’da yaşanan olaylarla bu coğrafyada bize kalmış mitolojik öykülerin roman diliyle anlatıldığı romanlar serisidir. Tabii onlardan sonra da planladığım öykü ve romanlarım var.

Yazarın Diğer Yazıları
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Cumhuriyetin nimetlerinden Biri De Eğitimde Fırsat Eşitliğinin Sağlanması İçin Verilen Büyük Çabaydı

Güneş, karşıdaki ormanlık tepedeki ağaçların arasından kaybolmak üzereydi. Karanlık yavaş yavaş köyün üstüne çökmeye başlamıştı. Daha kalkıp lambanın gazını doldurup camını temizlemeliydim. Geceye hazırlık yapmalı, sonra masama oturup yarınki ders programını ve ders kitaplarını hazırlamalıydım. Geceler uzun sürüyordu dağ köyünde. 1979 yılıydı, kışın ortasında elektriği, yolu, suyu olmayan köye öğretmen olarak atanmamın üzerinde henüz üç […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku