Bircan Usallı Sinan
Tüm Yazıları
Aldırma Gönül, Aldırma…
Ana Sayfa Tüm Yazılar Aldırma Gönül, Aldırma…

Nisan, mevsimin en güzel aylarından biri. Sadece benim için değil, hepimiz için… Doğanın yeniden canlanmaya başladığı, umutlarımızın yeşerdiği, yeşilin belki de binlerce tonunu görebildiğimiz, ayırt edebildiğimiz bir ay.

Nisan, mevsimin en güzel aylarından biri. Sadece benim için değil, hepimiz için… Doğanın yeniden canlanmaya başladığı, umutlarımızın yeşerdiği, yeşilin belki de binlerce tonunu görebildiğimiz, ayırt edebildiğimiz bir ay. Toprakla ağacın, toprakla tohumun buluşmasının en güzel dönemi.

Bu ay Sabahattin Ali ayı… 2 Nisan, çok erken yaşta kaybettiğimiz, Edebiyatımızın çok özel isimlerinden Sabahattin Ali’nin aramızdan ayrılışının 75. yılı… Gencecik yaşında aldılar onu, kısacık hayatında bize unutulmaz eserler bıraktı.
Bugün vagonumda, Sabahattin Ali’nin hayatını sahneleyen, şiirlerinden bestelediği şarkılarıyla çok özel bir müzikalle üç senedir tiyatroda kapalı gişe oynayan Ferhat Göçer var. Ferhat Göçer, “Aldırma Gönül Müzikali’yle” Sabahattin Ali’nin aşklarını, yolculuğunu, hayatını bizimle paylaşıyor; hem de Ali’nin şiirlerinden bestelenen şarkılarını da o eşsiz sesiyle seslendiriyor.

Ferhat ile bir gün, Sabahattin Ali ile ilgili konuşurken bana “Size bir sürprizim var, hayalimde çok güzel bir Sabahattin Ali projesi var.” demişti. Daha ne olduğunu, ne diyeceğini bile bilmeden ama aşağı yukarı tahmin ederek fikrin üstüne atladım. Anlattı ve “Yap.” dedim. “Sabahattin Ali’yi illa ki sahneye koy. Ne de güzel yakışır ne de güzel anlatırsın ne de güzel olur insanlarla senin aracılığınla buluşması.” dedim.

Tabii toplumda o dönem bir Sabahattin Ali patlaması vardı. Sebebi, eserlerinin telif süresinin 70 yılı doldurmasıydı. Herkes telifsiz faydalanabiliyordu. Bir yandan bunun buruk bir gülümsemesi yerleşmişti yüzüme ve yüreğime…
Bir yandan da çok mutlu olmuştum. Bütün yayınevleri de Sabahattin Ali basıyordu. Ferhat ile bunun üzerine gittik, Sabahattin Ali’nin biricik kızı, “Filiz hiç üzülmesin.” dediği gözünün nuru, Filiz Ali ile buluştuk. Filiz Ali, kitap yazmıştı ve başlığında “Filiz hiç üzülmesin.” yazıyordu. Babasıyla ilgili anılarını anlatıyordu. Kitabı, annesi ve babası,
siyasal faili meçhul cinayetlere kurban giden bütün çocuklara adamıştı.

Filiz Ali ile oturup uzun uzun konuştuk. Babasını anlattı bize. Ferhat Göçer; oyunda kullanacağı gözlüğünden, kafasına taktığı şapkaya, elinde tuttuğu çantaya kadar her şeyi Filiz Ali’ye onaylattı. Filiz Ali, babasını hiç o kadar
görmemişti. Sesini bile anımsamaz durumdaydı ama bu çalışmaya her defasında destek oldu.

– Sevgili Ferhat Göçer, yol arkadaşım, kardeşim… Seninle bugün çok sevdiğimiz Sabahattin Ali’yi konuşacağız.

Sabahattin Ali 40’lı yaşlarının başında aramızdan ayrıldı. Kısacık ömrüne çok değerli eserler ve izler sığdırdı. Büyük bir sorumluluk onu anlatmak, onu canlandırmak değil mi?

Çok büyük bir sorumluluk. Sabahattin Ali, Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri. 1.5 yıl önce bana Sabahattin Ali şiirlerinden bestelenmiş şarkılardan oluşan bir albüm teklif edildiğinde hiç düşünmeden kabul ettim. Çok mutlu oldum ve kendisini daha yakından tanımak için bütün yazılarını, hikâyelerini, kitaplarını okumaya başladım. Ne kadar büyük bir sorumluluk üstlendiğimi, onu daha yakından tanıyınca fark ettim.

-Sabahattin Ali deyince neler söylemek istersin?

Türk edebiyatı var oldukça Sabahattin Ali de var olacak. Zamansız bir yazar. 1920’lerde kaleme aldıklarını yüz yıl sonra okuyoruz. İnsanı anlatmış, insanın doğasını, psikolojisini anlatmış, resmetmiş. İyiyi, güzeli, çirkini, kötüyü resimlemiş Sabahattin Ali. Çok kıymetli eserleri… İnsanları sorguluyor, kendisini sorguluyor. Gelgitleri, dilemmaları,
kargaşayı o kadar güzel anlatıyor ki, insanı…

-Oynamadan önce onu araştırdın elbette. Bağ kurdun mu, yaşadıklarıyla empati kurdun mu? Nasıl bir süreçti senin için?

Çektiği sıkıntıları ve dramatik hayat hikâyesini iyice kavradığımda çok büyük bir bağ kurdum kendisiyle. Tarif edilemez duygusal bir empati kurdum. Bazı noktalarda özdeşleştiğimi hissettim. Oyunda da Sabahattin Ali’yi oynamaya değil de gerçekten onu içimde hissederek canlandırmaya çalışıyorum. Onunla ilgili bütün belgeselleri izledim. Kızı Filiz Ali’yle yaptığım konuşmalarda onu daha yakından tanımaya çalıştım. Karakterini, duruşunu,
mimiklerini, konuşma şekillerini yani insanlarla nasıl ilişki kurduğunu, idrak etmeye çalıştım. Onu asıl fotoğraflarından kavramaya çalıştım. Duruşunu, kıyafetlerini, nasıl giyindiğini, insanlarla nasıl sohbet ettiğini… Hiçbir ses kaydı yok. Ama kızından aldığım bilgiler, fotoğrafları ve kendi yazdıklarıyla kafamda bir Sabahattin Ali canlandı. Böyle hayata geçirdim.

-Onunla tanışsaydın daha da farklı olurdu değil mi?

Mutlaka çok farklı olurdu. Fotoğraflara bakarak, belgeseller izleyerek ve romanlarını okuyarak ancak kafamdaki Sabahattin Ali’yi canlandırabiliyorum. Tabii bu noktada Filiz Ali’nin babasıyla ilgili anlattıkları bana çok yardımcı oldu. Çok zeki, gülümseyen, espritüel ve topluluk içerisinde konuşmaya başladığında kendisini dinlettiren, hayran bırakan bir yapısının olduğunu öğrendim.

-Bu oyunun farkı ne oldu senin için?

Şiirlerinden bestelenmiş şarkılar beni etkiliyordu. Aslında birçoğu yıllardır sahnede söylediğim şarkılar. “Leylim Ley”, “Aldırma Gönül”, “Dağlar” gibi birçok şarkısı beni çok etkilemiştir. Büyük anlamları olan, yükü çok ağır
şarkılar bunlar. Böyle bir oyun projesi hayata geçtiğinde de beni asıl cezbeden tabii ki şarkıların gücü oldu. Ancak provalar başladığında sadece şarkılar değil, aynı zamanda oynadığım hayat hikâyesinin de bende tarif edilemez duygular, etkiler bıraktığını itiraf etmeliyim.

-Bu projeye evet dememek imkansız. Sen neler hissetmiştin?

İlk, albüm teklifi gelmişti bana Sabahattin Ali şarkılarından. Sonra adım adım oyuna dönüştü. Osman Balcıgil’in “Yeşil Mürekkep” isimli kitabını okudum ve orada değişti bende her şey. Öyle güzel anlatmış ki hayat hikâyesini… Sonra Balcıgil’le iletişime geçtik, ilham aldığımızı kendisine ifade ettim. Kendisi de geniş yüreklilikle teşekkürümüzü
kabul etti. Oyuna gelecekti ama bulaşamadık. Buradan Balcıgil’e de hayranlığımı ve teşekkürümü de ifade etmiş olayım. Haldun Çubukçu; on ayrı hikâyeyi, on ayrı şarkıyla öyle güzel yerleştirdi ki metne bir buçuk saatlik hiç bitmesin diyeceğiniz, gülümseten, üzen, düşündüren, dalgalarından, dalgaları bazen size tsunami etkisiyle çarpan
görkemli bir oyun hazırladı.

-Albümden, tiyatro sahnesine yolculuk olmuş seninki. Var mıydı oyunculuk yapma hedefin?

Televizyonlardan birtakım teklifler geliyordu ama… Dizi ağır işçilik, çok vakit ayırmanız gerekiyor. Sahne tozu alıyorsunuz, aslında her konserinde oyunculuğunuzu da gösteriyorsunuz, şarkıları karşınızdakine hissettirmeniz gerekiyor. Her müzikal sanatçının içerisinde az buçuk oyunculuk olduğunu öğrenmiş oldum. Çok çalıştım, yapabildim demek haddim değil, izleyenler karar verir.

-Onu bir oyunla anlatmak ne kadar mümkün?

Tabii ki çok zor. Ama hayatında gerçekten dönüm noktası sayılabilecek çok büyük değişim anlarını ve olayları hassasiyetle seçilmiş cümlelerle dile getirmeye çalıştık. Sabahattin Ali’nin hayatı, sahne metinlerini kaleme alan Haldun Çubukçu ve yönetmenimiz Ezel Akay’ın aylar süren çalışmasıyla bir hikâyeye dönüştürüldü. Her ne kadar süresi kısa olsa da izleyenlerin Sabahattin Ali’nin hayatıyla ilgili bir fikir sahibi olacağına inanıyoruz.

-Oyuna başka neler katmak isterdin? 

Birçok şey… Mesela hapiste geçirdiği dönemde hikâyelerini nasıl yazdığını, kimlerle nasıl tanıştığını, o hikâyeleri nasıl dinlediğini… Ayrıca Aliye’yle tanışma dönemini daha ayrıntılı anlatmak isterdim. Almanya’da geçirdiği dönemi, Maria Puder ile tanıştığı, kendisini değişime uğratan o kısa ama çok anlamlı süreci iyi işlemek isterdim. Kızı Filiz’le
kurduğu ilişkinin detaylarını da öyle… Yani çok daha uzun sürelerde bunları işleyebilirdik diyebilirim.

-Aldırma Gönül Müzikali’ne çok zaman ayırıyorsun, bir yandan sahne bir yandan konserler… 

Şehirden şehre dolaşıp Sabahattin Ali’yi anlatırken, bize asıl yardımcı olacak olan da izleyicinin takdiri. Bu proje, diğer işlerime ayırdığım zamanı etkiledi. Ancak bundan hiç rahatsız olmadım. Hatta çok da mutlu olduğumu söyleyebilirim. Nispeten nefes aldığımı düşünüyorum bazı noktalarda. 25 yıllık sahne hayatımda bazı şeylerin rutine binmesi, beni en çok korkutan şeydi. Bu müzikal bana çok farklı bir heyecan ve motivasyon sağladı.

-Oyunculukla aran nasıl peki?

Bu benim sahnedeki ilk oyunculuk denemem. Çok keyif aldığımı söyleyebilirim. Başka kimliğe bürünerek bir hikâye anlatmak, o karakteri izleyiciye doğru şekilde aktarabilmek büyük sorumluluk ama bir o kadar da heyecan verici. Müzisyenliğim, oradaki şarkılara olan hâkimiyetim işimi kolaylaştıran ve elimi sağlamlaştıran silahlarım oldu. O nedenle bu oyundaki oyunculuğuma daha bir güvenle çalışıp sahneleyebilme cesaretini elde ettiğimi düşünüyorum.

-Hem şarkı söyleyebiliyorsun hem oyunculuk yapıyorsun, şahane değil mi?

Müthiş bir tatmin duygusu. Ama tabii ki bunu test edecek ve geçer not verecek olan seyircidir. Her ikisini de kusursuz şekilde gerçekleştirebilmek için çok çalışıyorum. Ezel Akay bu konuda bana çok yardımcı oluyor. Beni çok rahatlatıyor.

-Son olarak şunu sormak istiyorum. “Sabahattin Ali’yi canlandırırken içimde bir Sabahattin Ali yeşerdi.” demiştin. Sabahattin Ali sana neler öğretti?

Sabahattin Ali’nin hayatını canlandırmak, onu daha yakından tanımak benim psikolojik ve kişisel gelişim sürecinde bir dönüm noktasıdır. O, mücadele kavramının hayat bulduğu bir yazar. Haksızlıklara şiddete başvurmadan yüksek sesle haykırabilen, gördüğü yanlışları, aksaklıkları, sorunları ifade etmenin bedelini hayatıyla ödeyen, toplumun vicdanında ölümsüzleşmiş en büyük edebiyatçılarımızdan biri Sabahattin Ali. Onu yakından tanımak, onunla özdeşleşmek, onu hissetmek, sahnede onu canlandırmak ve şarkılarını söylemek sanat hayatımın en anlamlı ve
güzel tecrübelerinden biri oldu. Benim bireysel ve toplumsal vizyon, teşhis ve muhakeme ve dolayısıyla ifade yeteneklerimin gelişmesinde büyük katkıları oldu.

İyi ki vardın, bu topraklarda hep var olacaksın Sabahattin Ali. Saygıyla, minnetle anıyoruz…

Yazarın Diğer Yazıları
Başı Dik Sosyal Demokrat: Berna Laçin

Kışa mı girdik, sonbahar mı devam ediyor, bilemiyorum. Fakat şu anda doğanın en sevdiğim hali var; Ağaçlar bütün yalınlığıyla çırılçıplak. Kırmızı, kahverengi sararmış yapraklar… Doğanın bu halini seviyorum; insana benzetiyorum, insanın orta yaşlılıktan yaşlılık dönemine geçişine benzetiyorum nedense. Bu güzel yolculukta bu kez konuğum Berna Laçin. Sevgili Berna’yı gazetecilik günlerimden tanıyorum, onunla defalarca röportaj yapmışlığım, […]

Devamını Oku
Bir Varmış Hep Varmış

Bir varmış, hep varmış… Türkiye Cumhuriyeti denen bir ülke varmış. Zaman içinde tüm masallarda kahramanlar, ülkeler hep değişmiş ama değişmeyen tek şey bu ülke imiş. Hep varmış, hep varmış… Ne küresel ısınma ne otokrasi, ne oligarşi ne faşizm ne de kapitalizm, bu ülkenin sonunu getirebilirmiş. Amerika, Rusya, Çin, Avrupa Birliği’nin bütün üyeleri, tüm dünyanın öteki […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Öykücülüğümüzde Kendi Rengi Olan Yazar: Zafer Doruk

-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]

Devamını Oku
Sinem, Selma, İlhan, Taner, Ece, Cem ve diğerleri!

Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]

Devamını Oku