Eserleriyle çok ünlenen bazı sanatçılar için hayranları şöyle derler: “Yakından tanımak istemem!”
Eserleriyle çok ünlenen bazı sanatçılar için hayranları şöyle derler: “Yakından tanımak istemem!”
İlk bakışta “tuhaf” gelen bu yaklaşımın son derece haklı bir nedeni vardır: “Ya benim sevip saydığım gönlümdeki gibi biri değilse?” Bu kaygıların dışında kaya gibi sağlam duranlar da vardır.
Şimdi “kim gibi?” diyenler olabilir. Hiç düşünmeden verebileceğim bir isim var: Ataol Behramoğlu!
Devrimci, şair, çevirmen, akademisyen, yazar, araştırmacı, gazeteci, köşe yazarı, aktivist, insan hakları savunucusu, çevreci… Acaba eksik kaldı mı? Kaldıysa bu benim ayıbımdır. O beni affeder zaten. Sadece beni mi?
1976 yılında yazdığı “Eylül Sabahının Serinliği” şiirinde “düşmanlarını” bile affediyordu:
“Düşmanlarımı bağışlıyorum
Daha çok seviyorum dostlarımı
Her uyanışımda”
Aradan yıllar geçtiğinde ise Ataol Behramoğlu da 1970’lerdeki kadar bağışlayıcı olamıyordu. Yeni bir yüzyıl başlamış, dünya 2000’lere girmişti. Türkiye de…
İlk çeyrekte yaşananlar, tam bir hayal kırıklığı olmuştu. O kadar ki Ataol Behramoğlu 2020’de “Suçlusunuz” şiirini yazıyordu:
“Suçlusunuz umudun cellatları
Katilleri iyiliğin
Ellerinizde çocuk kanı
Ruhunuzda küf, nefret, irin”
Ona bu şiiri yazdıran gelişmelerin yaklaşık otuz yıllık geçmişi vardı. 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta Madımak Otelinde yakılarak katledilenlerin her birinde bir parça da Ataol Behramoğlu vardı. Katliamın acısını teninde hissediyordu. O acıyla yazdı “Bu Yangın Yerinde” şiirini:
Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak
Yalanla kirli havada
Güçlükle soluk alarak
Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek
Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak
Toplanıyor ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek
Kiminin boynunda ilmiği
Kimi kanını silerek
Kucaklıyor beni Metin Altıok
“Aldırma” diyor gülerek
“Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak insan kalarak”
Ataol Behramoğlu’nun şiirlerini takip ederek Türkiye’nin yakın tarihini okuyabilirsiniz. Ülke sevgisi öylesine güçlüdür ki binlerce kilometre uzaklarda bile aklı fikri bu topraklardadır. En karanlık günlerde bile umudunu yitirmeyen bir iyimserlik aşılayan dizeleri akıp gider:
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altında kımıldayan
Bitecek sanıldığı yerde başlayan
Ataol Behramoğlu sadece şiir yazmıyor, “Erdem ve Erdemsizlik Üzerine” şiirinde yaşanmakta olan yüz kızartıcı utanmazlığın tarihini de yazıyor:
Ahlak insana özgü bir erdemdi
Şimdi ahlak öğütlüyor ahlaksız
Katil imdat diye yırtınıyor
Hazine bekçisi olmuş hırsız
Buraya kadar alıntıladığım dizeleri yazan bir şair olmak, bir sanatçı için yeter de artar bile… Ama Ataol Behramoğlu, bunlarla yetinmez. Sözünü asla esirgemeyen bir aktivist olarak haksızlıklara karşı olan her platformda itiraz edenlerin önüne düşer. Durup dururken “başına iş açma” uyarılarına prim vermez. Başkalarına karşı yapılan
adaletsizliklere “razı” değildir. Hiç ayrılmadığı bir çizgiye sahiptir: Aydın olma sorumluluğu!
Bu yüzden eskiden “yol arkadaşı” olup rahata erince, olup biteni sessizlik içinde izleyenlere de söyleyecekleri vardır:
Sizinle galiba arkadaş filandık
Işıklı günlerinde gençliğimizin.
Hayalleriyle kanatlanırdık
Gelecek güzel Türkiye’nin
Fakat nasıl da değiştiniz birden
Arınıp o düşlerden
Buzlu sularında bencilliğin.
Ne çok hain.
Ataol Behramoğlu ile aynı zaman diliminde yaşıyor olmak büyük bir talihtir. Hele onunla birlikte yol yürümek başlı başına şanstır. Ben Ataol ile uzun bir yürüyüşte tanışmıştım. 1968’de Deniz Gezmiş’in başını çektiği SamsunAnkara Bağımsızlık Yürüyüşü’nün otuzuncu yılında 68’liler Birliği’nin düzenlediği eylemin orta yerinde Tokat’ta Ataol Behramoğlu yanında Haluk Çetin olduğu halde gelmiş ve o gece sahneye çıkıp şiirler okumuş, Haluk da şarkılar söylemişti.
O tarihe kadar tanıyordum ama Ataol Behramoğlu beni tanımıyordu, orada tanıştık ve daha sonrasında da hiç kopmadık. Yarım yüzyıla yakın gazetecilik yaşamımda epeyce ödül aldım. En büyük ödülüm ise benim “Tımarhane
Günlüğü” kitabımın önsözündeki Ataol Behramoğlu imzasıdır!
Yazının başında sıraladığım sıfatlarına ek olarak şunu da eklemek hiç yanlış olmaz:
-Dostluğu onur veren büyük şair!
Herkesin hayatında hiç unutamadığı öğretmenlerin vardır. Çoğunluğu ilkokulda olan bu “unutulmaz öğretmenler” konusunda benim de hiç aklımdan çıkmayan anı vardır ama bana ait değil. Bir üretim kooperatifi Başkanı Niyazi Taşçı ile ilgili bir belgesel çekeceğiz. Çekimlerden önce birlikte planlar yapıyorduk: -Niyazi Bey ilkokulunuz duruyor mu? -Artık öğrencileri yok ama binası yerli yerinde… -İlkokul öğretmeninizin adını […]
Devamını OkuKurtuluş Savaşı’nın ilk adımı olarak Samsun bilinmesine karşın, Kastamonu’nun İnebolu ilçesi daha işlevsel bir öneme sahiptir. Bir anlamda “Kurtuluş Savaşı’nın İskelesi” olarak görülür. İstanbul’dan gizlice ayrılıp Anadolu’ya geçmek isteyenlerin varacakları ilk durak kesinlikle İnebolu olmak durumundaydı. Ankara’ya ancak İnebolu’dan güvenli olarak gitmek mümkündü. Bağımsızlık mücadelesine katılmak için yanıp tutuşan İstanbullu gençlerden dört kişilik bir ekip […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku