Uykumun kabuklarını soydum
Döküldüm.
Kireçlenen yerlerime cansuyuydu zaman
Ne kadar dökülürsem döküleyim
Kaçamadım.
Titreyen gölgelerin sayrılı bakışlarından
Olmayan zamanı susturdum
Irmağın o direngen öfkesine rağmen
Çember sakallardan geçip
Yılankavi yollara daldım
“Burası bir tapınak.” diye bağırdı karanlık.
“Burası bir dünya.” diye bağırdım.
Mum dağıldı, mantralar çaldı
Alevler o tatlı ezgilerle
Efsunlu dillerdeki okunmuş turuncu yalanlara karıştı
“Ayahusha içmiş müritlerin kadar ayıkım ben.” diye bağırdım.
Güldü şaman.
Ağaçlar üç dakikalık saygı duruşuna durdu.
“Bırak ruhun marşını söylesin, sarhoşluk iyidir.” dedi.
Yönümü ırmağa döndüm
Fısıldadım var gücümle,
“Om sesleri ne söyler?”
Bu doğup doğup binlerce kez ölen
Bu tekrar tekrar dirilen akışsızlığa
Mükemmel bir çağın mükemmelsiz çocukları
Çember sakallardan geçerken
Takılır ayaklarıma
Makus istikbalim.
Sonra tükürür ırmak,
Nurdansız , yuvarlak ve seyrek suratlara
Parlar gök
Parlar yer
Aydıkça sızılarım azalır
Bir ağaç gövdesinde
Bin yıl uyumuşçasına
Olmayan zamanın kaşmir paltosunu
Sarınır
Kabuklanırım.
-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku