Kokusu, rengi, sesi ve dalgalarıyla bazen bir haykırıştır yürekten yüreğe çarpar;
Bazen bir suskunluktur ruhun en derin köşelerine pusar ve efsaneleşir. Özgürlüğe savrulan topraklardan ve okyanuslardan muhteşem bir armağandır dünyaya Gabriel José de la Conciliación García MARQUEZ.
Gabo diğer adı El Vejio ya da GABİTO 6 Mart 1927’de Kolombiya Magdalena’nın Aracataca bölgesinde doğar. Onaylanmamış bir aşkın 16 meyvesinden biridir. Baba bir kır hekimi; annesi telgrafçıdır.
GABRİEL aşkla yaratılan her şey gibi anlamlı; yanlarına bırakıldığı anneannesi ve dedesi için baldan tatlıdır. Masalların emzirdiği, efsanelerin büyütüp köklendirdiğidir. Montessori eğitimi veren bir anaokuluna gider. Bereketli bir derinlik ve özgürlük mayalı ruhu birlikte gülerek mutluluğu; ağlayarak dostluğu; susarak aşkı besleyecektir.
1936’da albay olan dedesi vefat edince ailesinin yanına döner. Ortaokulda mizahi şiirlerin ürkek çocuğudur. Büyülü bir çocukluk yaşanır da şiirin kapısı açılmaz mı hiç. Elbette bu deha redifle, kafiyeyle okşanıp nakaratla sarılacak,
aşkla sınanacaktır. Şiirleri kolej dergisinde yayınlanır. Gençliğe ilk adımını kültür ve sanatın, din ve dünya sorunlarının tiyatroyla anlatıldığı; teoloji, tarih ve felsefe alanında verdiği derslerle dünya genelinde tanınan; bilinmeyen ülkeler ve kültürler arasında Hristiyanlığı yayan ve buna insanları da inandıran Cizvit okulu Instituto San José’de atar.
Liceo Nacional de Zipaquirá’da okumak için devlet bursu almayı başarır. Liseden sonra ailesinin çok istediği Kolombiya Ulusal Üniversitesi’nde hukuk okur; oysa o Büyülü Gerçek’in peşindedir. Yazar olmak ister. Anneannesinin çılgın hikâyeleri, dedesinin askerlik anıları ve kendi hayalleri harmanlanarak yeni bir tarz oluşturur. Bu arada gençliğin ateşi dış politika ve Kolombiya’yı eleştirmek için korkusuzca yakılmıştır. Tutkusudur gazetecilik. “Köpek gibi acı çeksen de en iyi meslek gazeteciliktir.” der. El Espectador’un muhabiri olarak çalışır. Daha sonraları Nobel’den kazandığı parayla bir gazete satın alacak ve doğduğu topraklarda gazeteciliğin gelişmesini sağlayacaktır.
9 Nisan 1948’de sosyal reform vaatleri ABD tarafından tehdit olarak görülen Jorge Eliécer Gaitán’ın öldürülmesiyle toplumsal harekette yer alır. GABO için bu bir dönüm noktasıdır. On gün içinde üç yüz bin kişinin öldüğü Bogotazo’da hukuk kariyerini yarıda bırakır. El Universal’de muhabir olarak iş bulur.
1959’da CASTRO’yla tanışır. Küba devrimi ve Fidel lehine sayısız yazı ve röportaj yayınlar. Küba’ya uygulanan ABD ambargosunu her fırsatta kınar. CASTRO’ya yakınlığı ve Küba’yı övmesi nedeniyle CIA’dan tehditler alır; Mexico City’ye göçer, Aztek topraklarına yerleşir.
Mitlerin büyüttüğü o ruh hep kazanır; çünkü sadece ruhtur ve kaybedecek bir şeyi yoktur. Yalnızlık değil miydi anıları ayıklayan, biriken özlemleri süpürüp yakan, acıları arıtıp büyüten ve sonsuzlaştıran? Yalnızlığıyla muhteşem anlaşmalar yapar.
2015’te The Washington Post’a göre; FBI 24 yıl (1961- 1985) Gabo’yu takip eder. Takibin nedeni Kübalı haber ajansı Prensa Latina’nın kuruluşuna yardımcı olmasıdır.
Eserlerini özgünleştiren; konuyu zamana, zemine ve anlatıcı kahramanın ruh haline göre belirlemesi, okuyucuyu anlatının dibinde yeşertmesidir. Eserlerinde önemli bir temadır yaşamın gerçekliği ve bunu yansıtırken gelenekseli deneyimler. ‘’Dünya o kadar yeniydi ki pek çok şeyin adı yoktu ve bunlardan bahsetmek için parmağınızı onlara doğrultmanız gerekiyordu.” der ve doğrultur parmağını. Ruhundan kalemine dökülür gerçekler; öyle ki ilk üç yılında yarım milyon kopyalanan, yirmi beş dile çevrilen, özgün dilinde –İspanyolca- yayınlanan, dünyada çok satan
kitaplar arasında olan ‘’Yüzyıllık Yalnızlık’’ büyülü bir yaşamın meyvesidir. Kahramanları ’Bana istediğinizi yasaklayabilirsiniz, ben de yerine getiririm; ama düşünmemi yasaklayamazsınız.’’diyecek kadar etkileyici, dürüst ve korkusuzdur. Yapayalnızdır bu koskoca evrende bu koskoca dünya gibi; ama öyle yalnızlıklar vardır ki sever insan yalnızlığını da sonunda.
Hayalidir çocukluğunu yazmak. 18 ay bir odaya kapanır ve muhteşem çocukluğunu yazar. Bu arada yoksullukla boğuşulan evde eşyaların çoğu satılmıştır. Kitap 1967’de yayımlandığı hafta 8 bin satar ve tüm borçlar ödenir.
1982 Nobel Edebiyat Ödülü’nden sonra Küba siyasi düşünce yakınlığı nedeniyle; yıllarca Meksika ve İspanya da sürgün yaşadığı için onun kendi yazarları olduğunu iddia eder. Kolombiya’da doğsa Meksika’da yaşasa, Küba’ya siyasi olarak yakın olsa da o çok vatanlı tam bir dünyalıdır.
Doğduğunda bir kişidir sadece; fakat anlatılarıyla kişilere bir dünya olur. Zamanın ona en iyi öğrettiği şey yapması gerekenin insanlara güvenmeye devam etmek olduğu ve kime iki defa güveneceğine dikkat etmesi gerektiğidir.’’ Kendini daha iyi bir kişiye dönüştür ve kim olduğunu bilerek kendine güven.’’ Yaraları bilgeliğe dönüştürmeyi öğütlerken en iyi ilacın da mutluluk olduğunu; gülümsemenin bir aşka davet olabileceğini; İnsanın aşktan vazgeçerse yaşlanacağını söyler.
İç savaşlar, darbeler, diktatörler, salgınlar, doğal felaketler, bilindik ve sıradan olayları pazarları dâhil olmak üzere her gün sabah dokuzdan öğleden sonra üçe kadar, iyi ısıtılmış bir odaya kapanarak yazar; çünkü onu rahatsız eden sadece gürültü ve soğuktur. “Dünyanın sosyalist olmasını istiyorum ve inanıyorum ki er ya da geç öyle olacak” der.
14’ünde tutulmuştur kendinden beş yaş küçük çocukluk aşkına. Evlenme hayalini büyülü gerçekliğe eklemek için okulu bitirdiğinde kasabaya döner ve evlenme teklifi eder. On yıl mektuplaşırlar. ‘’İnsanlık tarihindeki en eski çığlık aşk çığlığıdır.” diyerek 1958’de Mercedes BARCHA ile evlenir. 56 yıllık aşkın meyvesi Rodrigo ve Gonzalo adında iki oğul; yasak aşkın meyvesiyse kızı İndira’dır.
Eşinden esinlenerek “Yüzyıllık Yalnızlık”ta “ince boylu, mahmur gözlü gizemli ve sessiz kadın” eczacı Mercedes’i ete kemiğe büründürür.
Yüreğin en sıcak yerinde hem gerçek hem sihirli âlemine zincirlenerek o anlatı içinde efsunlanmak iyileştirici, heyecan ve umut vericidir.
17 Nisan 2014’te Meksika’daki evinde büyük kanatlı çok yaşlı bir adam olarak 87’inde dünya ufkunda düşsel bir anıya dönüşür.
Selam olsun maviliğine ve derinliğine okurunu çeken o görkemli okyanusa!
İstanbul Bakırköy’de, 5 Nisan 1945’te doğar adını Türk müzik tarihine “Bay DADALOĞLU” olarak geçiren Muhtar Cem KARACA. Doğuştan uğrar “müzik” denilen bir fidana. Annesi tiyatro sanatçısı Toto KARACA, babası tiyatro kurucusu Mehmet KARACA olunca tiyatro ve müziğin beşiğinde sanatın ninnisiyle büyüyüp gelişir. Önce 14 yaşında ilk aşkının ilgisini çekmek için müzik yapar… Sonra umudunu iyiye, […]
Devamını OkuÖzgür, azimli, savaşkan ve muzaffer; hayatlarının ve kararlarının sahibi; kişilikli, korkusuz; çağdaş, eşit, yaratıcı ve güçlü; genç, güzel, özgüvenli ve zeki Türk kadınları bir araya gelirse ne olur? 1961’de ilk kez uluslararası maça çıkar, 1970 ve 1980’lerde adını duyurmaya başlar, 2000’den sonra da önemli başarılar elde ederek bizim Filenin Sultanları olurlar. 2003’te Ankara’da Avrupa Kadınlar […]
Devamını OkuZaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]
Devamını OkuBeykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]
Devamını Oku