Ayşen ŞAHİN
Tüm Yazıları
Nisana Dair Kâh Sitem Kâh Güzelleme
Ana Sayfa Tüm Yazılar Nisana Dair Kâh Sitem Kâh Güzelleme

Nisan ayının birinde açmışım gözlerimi hayata…

Ultrason teknolojisinin olmadığı devirde, hekimlerin, ebelerin, doğurmuş kadınların tecrübelerinin tahminlerine ve beklentilerine inat bir kız çocuğu olarak.

Herkes o kadar emin ki erkek doğacağımdan, müjdecinin “Kızınız oldu.” muştusunu 1 Nisan şakası sanıyor babam.

Ve hayat her kadın gibi benden de esirgemiyor hâlâ kötü şakalarını elbet. Sıklıkla kurduruyor “Şaka mı bu?” cümlesini.

Aslında çok severim nisan ayını. Şakayla başlayan tek aydır ve bu şaka hali dünyanın pek çok ülkesine yayılmıştır. Bir rivayet der ki: 1564’te Fransa Kralı 9. Charles, yılbaşını Sezar’ın takvimindeki 1 Nisan’dan 1 Ocak’a aldı ama yeterince duyuramadığı için halkın çoğu 1 Nisan’da kutlamaya devam etti, onlarla dalga geçmek gelenek haline geldi.

Zaman içinde birçok ülke farklı rivayetlere dayandırıp 1 Nisan şakasını almış gündemine. Koca koca başkanlar, başbakanlar, kurumlar, kuruluşlar ne şakalar yaptı dünya genelinde.

Uzaylı istilasına ikna eden mi ararsın, yer çekimi birkaç günlüğüne kalkacak haberine inandıran mı?.. Dünyanın bir kısmının, yılda bir günü güldürecek şakalara ayırması güzel şey.

Nisanın tek olayı bu değil, havası pek öngörülememesine rağmen, baharın gerçekten geleceğine inandırır insanı nisan. Mevsimlerin hepsine yeri var gibidir, yine de işte adı hep bahardan yana düşer. Faruk Nafız Çamlıbel, Kızıma şiirinde;

“…
Ömründe dört fasıl var,
Üçü kış, biri bahar.
Çalış ki görmesin kar
Sendeki nisan, kızım. “ der.
Bendeki nisan zaman zaman kar gördükçe, işbu dörtlükten etkilenmişimdir ve ömrümce hep bahara çalışmışımdır.

Ömründeki fasıllara kış uğramasın diye İzmir›e diz boyu kar yağan bir ocak ayında kucağıma aldığım kızıma Nisan adı koymuşumdur.

Oscar Wilde ile aynı bakarız bahara, yetişkinlere bir tesellidir sanki, yılmasınlar diye. Der ki:

“Bahar insana hep sanki çiçekler önceden saklanıyormuş da yetişkin insanlar onları aramaktan sıkılıp vazgeçmesinler diye güneşe çıkmışlar gibi gelir, bir çocuğun hayatıysa nergis için hem yağmur hem de güneş olan bir “nisan” gününden farksızdır.”

İnsan çiçekleri aramaktan sıkılır mı, derdim ama gözü çiçeği görmez olabiliyormuş; zamanla tecrübe ettim. İçimizdeki çocuğu duyamayacak kadar acıyla kavrularak büyümek de denebilir bunun adına.

Aysel Gürel her bahar âşık olmasını anlatırken der ya hani;
“Kırılan dallar gibiyim
Ben her bahar dirilirim
Gizli bir kaynaktı içim
Kendime bir yol bulurum” İki yaşımdayken çıkan “Ağlamak Güzeldir”

albümünden tam otuz sene sonra keşfetmişimdir şarkının manasını. Güneşli yağmurlarda ıslanması için umudun saçlarının, aslında bir başkasına ihtiyacı yokmuş Aysel’in; o isteyince, ona bahar gelince aşık olur. Bence en büyük güç de budur. Bahar aşkın mevsimidir, tek sorun ikisinin de kısa sürmesidir.

Stendhal, Kırmızı ve Siyah’ta anıyordu nisanı:
“Ah! Bu aşkın baharı bir nisan gününün geçici haşmetine nasıl da benziyor !
Güneş şimdi güzelliğini gösteriyor ama, biraz sonra bir bulut hepsini alıp götürür.”

Bulutu bol nisanlarımızın son yıllarda.

Ağlamak artık hiç de güzel olmamaya başladı.

Büyük umutlarla dünyaya çocuk getirmiş bulunduk, dünya umudumuzun saçlarına doladı elini. İnsanın yüzüne siniyor kederin tokadı, gün aşırı suratına patladıkça.

Aşka sıra gelmiyor, onca yoksunluk varken. İnsan sevmeye korkuyor, sevdikleri toprağın altına sırasız dizilirken.

Nere dönsen bir çaresiz, oradan oraya birbirimizi sağaltmak derdiyle koşuyoruz. Hiç sabit duramadığımızdan, ensemizde bir noktaya sürekli çalışıp ısıtacak vakti bulamıyor bahar güneşi.

Orhan Veli’nin dediği gibi:
“Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten
Güneşle gelecek ölümden?
Ben ki her nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha aşığım;
Korkar mıyım?
Ah, dostum, derdim başka.”
Dertler başka başka, benzemiyor başka nisanlara.

Ölümden korkmak ayıp oldu, onca insanın bu nisanı göremediğini bilince ve kaç binlerce olduğunu öğrenemeyince. Bu, kendinden eski bir nisan sanki, Ataol Behramoğlu’nun Eski Nisan şiirindeki gibi:

“…
Eski nisan, her şey gibi,
Kalbim de rüzgar da eski,
Çırpınıp duruyor havada
Yitik anıların kelebeği”

Nisan oysa kendinden şarkılı bir aydı, cıvıltılı, kıpırtılı. Müzik bile sustu gibiydi ya da her sillede ilk müziği susturduklarından bana öyle geldi. Kendim şarkı çalmıyorum artık, ıslık da hatta… Haberler için açtığım radyo çalarsa ne ala. Çaldı da geçenlerde, erzak taşıyan bir araçla seyrederken hiç duymamışım önceden;

“Kahroluyor inan insan,
Koparılınca dallarından.
Çiçek açardım aslında tam da Nisan,
Dökülmüşüz ayazından.”

Dönüp direksiyondaki dostuma dedim; “Bütün şarkılar bana memleketi anlatıyor artık, böyle değildi eskiden. Bir daha ne zaman aklımda aşkla müzik dinleyebileceğim bilmem.”

Şu hayatta başardığımı gururla söyleyebildiğim tek şey, iyi dostlar edindiğim. Dedi ki; “İnsan memleketine de âşık olur; çektiğimiz kahır, bakma sen, yine de aşktandır.”

Diliyorum ki bu, son ayazlı nisanımızdır. Kış faslı dinmiştir ömürlerimizin, aşkımıza karşılık veresi gelir memleketin.

Dilerim “Şaka mı bu?” diye sorma sırası bizden geçer. Şakalarımıza can gelir, yeniden yüzlerimiz güler..

Dilerim kiraz çiçeklerinin yeri göğü pembe beyaza boyadığını seçecek kadar açılır gözlerimiz, biraz Ataol Behramoğlu’nun yazdığı bir Bahar Şiiri var:

“Bu sabah mutluluğa aç pencereni Bir güzel arın dünki kederinden Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden, Çocuğum uzat ellerini.”

Bir o çocuğun uzattığı ellerine tutunuyorum, bir bakıyorum Behramoğlu’nun çocuğum dediği benmişim gibi inanarak, kapılarak ellerimi uzatıyorum.

Nisana inanıyorum, baharın muştusunu bekliyorum.

Çok uzun bir kış oldu, seneler sürdü; haydi nisan, mayısı beklerken iyice ısıt içimizi.

Uzatalım birbirimize ellerimizi.

Yazarın Diğer Yazıları
Adınla Yaşa

Eda, elindeki pusette on günlük bebeğiyle ailesinin evinin kapısını çaldı. Taksicinin valizleri bagajdan indirdiğini gören annesi derin bir nefes alıp içinde köpüren tüm soruları yuttu, bütün gücüyle yüz kaslarını kontrol etmeye çalışarak gülümsedi. Sessizce içeri aldı valizleri. “Aman da torunuma, hanimiş bu evin en küçük hanımı, hanimiş anneannesinin göz nuru…” diye sevmeye başladı. Dayanamayıp pusetten […]

Devamını Oku
Sabırla koruk…

Biz çalışkan kadınlardık: ben ve ahretliğim. 7 yaşımızdan beri ‘ahretliğim’ deriz birbirimize, eskiden, biz çocukken bu lakap komikti, dostluğun 40’ıncı senesi itibarıyla artık gerçekçi oldu. Erken yaşlarda başladık çalışmaya, emekçiliğimizin ilk yılarından beri bir ev almaya niyetliyiz Seneler geçtikçe niyet hayal oldu. Çok uzun zamandır çalışıyorduk ama ahretliğimin çocuk okulda düştüğünde müdürü “Çocuk düşe kalka […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Yaşar Kemal’le Geçen Günler / Öğrendiklerim

Zaman zaman sorarlar, Yaşar Kemal’le olan dostluğumuzu. Hayranı olduğum bir insanın/ ulaşılmaz bildiğim bir büyük yazarın bir gün dostu oldum. Nereden nereye derim içimden. Bu yazıya başlarken Çukurova Yaşar Kemal kitabımda da anlattım. Ayşe Semiha Baban’ın içtenliği, ilgisi sayesinde onunla konuştum, birlikte oldum. Ayşe Hanım beni evine aldı, Yaşar Kemal’le söyleşmemizi sağladı. Onun içtenliğini unutamam. […]

Devamını Oku
Anadolu’unun Köklü Çınarı: Yaşar Kemal

Beykoz tarihi günlerinden birini yaşıyordu. 10 Ekim 1965 Milletvekili Genel Seçimlerinin propaganda dönemiydi. Sanat tarihçileri tarafından “Su Sarayı” olarak tanımlanan Beykoz’un simgelerinden biri olan Onçeşmeler’in yanı başındaki köşe kahvede Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) toplantısı vardı. Kahvenin içi dolmuş, sonradan gelenler dışarı taşmıştı. Gözlüklü, tok sesli, uzun boylu adam “Oyunuzu adama verin, beygire değil.” diyordu. Adam […]

Devamını Oku