Güneş ağacın yapraklarından akıp yol boyu ağır ağır giden arabanın üzerinde yaldızlanıyordu.
Kayalıklardan oluşan dağın yamacından ovaya doğru açılan düzlükte yol, yeşilin ortasında yılan gibi kıvrıla kıvrıla yayılmıştı. Ovada, her köyün kenarında yıkık dökük terk edilmiş bir köy evi, bir de köpek vardı. Radyonun sesini biraz daha açtı. “Yaşam ne acayip bir şey be abi!” diye fısıldadı.
Doğanın döngüsüne tanıklık etmek. Var olan bir süre sonra yok oluyor, yok olan da var. Fakat toprak, gökyüzü yerli yerinde. İyi ki yerli yerinde. Arada aşağı bakıp dokunmak da göğe dönüp soluklanmak da iyi geliyor çünkü.
İçeri köylere doğru giden yola sapınca bir tek kendi aracının olduğunu fark etti. Boyunlarını uzatan arsız otlar, sıra sıra yarışıyorlardı güneşi içmek için. Yapraklarda akşamdan kalma çiğ taneleri vardı pırıl pırıl. Nisan ayı, gelin gibi kabaran toprağı rengarenk gökkuşağına çevirmişti. Geçen ay tomurcuklanan ağaç dalları, şimdi tüm bereketiyle çiçeklenmişti. Yağmurlar iki güne bir boşuna yağmamıştı geçen hafta.
“…Eski nisan, her şey gibi,
Kalbim de, rüzgâr da eski
Çırpınıp duruyor havada
Yitik anıların kelebeği…”
Böyle demişti şiirinde Ataol Behramoğlu. O halde şairin bir başka şiirini seslendirsin Ezginin Günlüğü; “Sen Giderken!’’
Radyodan yayılan anonsla tatlı bir ezgi doldurdu arabayı. Ne çok severdi ‘’Sabah Türküsü’’ albümünü. Bugün hayat ona tatlı sürprizler yapıyordu eskilerden böyle.
Köye yaklaşırken yıkık dökük durağın önünde durdu. Çocukluğunun en hüzünlü durağı. Bu durak hep ayrılıktı, yaz günlerinin bitişiydi.
Durağın yanındaki yola dönüp frene bastı. İki saattir yoldaydı. Çıkıp arabadan meşe ve palamutların gölgelediği durağın kösnümüş duvarına dokundu. Çocukluğu ve kendinden başka kimse yoktu burada.
‘Yıkılmış’ dedi. Mahmut Dedesi eşeğin üzerine abisiyle onu bindirip buraya kadar getirirdi. Anne ve babası gülümseyerek arkadan gelirlerdi. Dedesi yol boyu anlatırdı abisiyle ona; buralara ilk geldiklerinde nasıl olduğunu, oraya o gölü nasıl yaptıklarını. Atatürk zamanında düşman askerlerden nasıl saklandıklarını, savaş zamanı bir ekmekle kaç gün geçirdiklerini…
Kimselerin araç sahibi olmadığı dönemler. Sadece Alamancıların yabancı plaka araçla tozuta tozuta köye girdikleri zamanlar. Yılda bir kez gelirler; tüm akrabalara elmalı şampuan, krem ya da sigara dağıtırlardı.
Mutlu bir çocukluktu. Yaz sıcağının kavrukluğunda az ilerideki harman yerinde kalmıştı işte. Amcasıgilin evinde, ayran testisinde, tavuk kümesinde, ahırda burnunu sıkarak izlediği kızıl kahve atta, keklik duran kafeste, dayısıgilin Emel Sayın’lı VHS videolarında, beştaş oynadığı avluda, ekmek fırınında, ilkokulun bahçesinden abisiyle ellerine takıp terliklerini seğirttikleri şu patikada kalmıştı. Mıstıklarla koştukları ormanda bir de… “Abicim tam istediğin gibi her şey.” dedi.
İlginç bir kuş aralıksız çınlattı durağı ‘hadi git’ der gibi. Eğildi, yıkılan taş duvardaki oyuk duruyor mu diye baktı. O, duruyordu, içinde bir çaput parçasıyla birlikte.
çinde bir çaput parçasıyla birlikte. Hızlı adımlarla arabaya doğru gitti. Arka bagajı açıp son kez baktı mermere.
Salih Kutlu
D 30.02.1968
Ö 11.03.2023
Yok, kırılmamıştı. Eliyle okşadı mermeri. Abisine son görevini yapacaktı. Ustayı aradı; “Ustam on dakikaya oradayım, senin mezarlığa, geliyorum.” Arabaya binip çalıştırdı. Şarkı devam ediyordu;
“Durdum baktım arkandan sen, sen giderken Bana bir hoşça kal bile demeden…”
Rutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını OkuElimdeki çuvalla birlikte çiftliğin sırtını yasladığı tepeden yukarı doğru tırmanırken bulduğum kozalakları da çuvala dolduruyorum. Mutlaka önce içime çekerek tabii. Ne özlemişim! Babaannem kokuyor tüm dağ sanki. Kekik, ot, çam ve kozalak kokusu. Kırık dal parçaları ayağımın altında iyice çamura bulanıyor. Son yağmurlarla birlikte dökülen ve çürüyen yaprakların arasında kalmış küçük dal parçaları. Yan taraftan […]
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku