Sardunyayı budadım yine bugün. Bahar başlangıcından beri bu kaçıncı. Şöyle derli toplu dursa ya.
İllaki bir kolu önce evi, sonra da benliğimizi ele geçirecek gibi aradan sıyrılıp göğe uzanmaya tüm dallardan daha azimli olacak. İlle de bir çıkıntılık yapacak. Altı üstü saksıda bir sardunyasın sen ama hem gösterişli hem tertipli olabilirsin. İşi gücü bıraktım sardunya ile didişiyorum. Ne bekliyorsam artık…
Sardunyayla tartışıp o aradan sıyrılan dalları olması gerektiği yere kısaltıp böylece hayata 1-0 önde başlama arzum (işi sardunyaya kadar düşürdüm bakın) aslında yaşamın ta kendisiyle didişmeye ne kadar meyilli olduğumun kanıtı. Sadece ben değilim aslında. Gördüğüm kadarıyla yaşamla didişen birçok insan var. Her şey bizim istediğimiz gibi olsun istiyoruz. Her şey planladığımız gibi gerçekleşsin, istediklerimize her zaman erişelim, sahip olalım, hep mutlu olalım, mutlu edelim, edilelim, sağlıklı olalım, güzel olalım, cildimiz yaşlanmasın, ışıltı saçalım, gezelim, tozalım, eğlenelim, coşalım, daha bir sürü aklıma gelmeyen talepler. Ve belki de aksi bir görüşe yani çıkıntı dallara maruz kalmadan hep aynı fikirde olalım. Herkesin beklediği kendine ama galiba çok fazla şey bekliyoruz. Söylendiği gibi, beklememek en iyi bulma yoludur belki de.
“Ne beklediğini bilerek -ama, beklemedenyaşayacaksın: en çok beklediğinin de, gelse bile bir gün, hiçbir zaman beklediğin anlamda gelmeyeceğini bilerek… Yaşamın bir bekleme olacak ama beklemeden yaşayacaksın.”
Sevgili Oruç Aruoba’nın bu müthiş tespitleri geldi aklıma. Hayat sürekli bir devinim içerisinde. Biz de kavuşma – sahip olma anını beklerken, o devinim içinde sürüklenip gidiyoruz. Beklenen geldiğinde, o beklemeye başlama anındaki gibi olmuyoruz hiçbirimiz. Belki de artık o fazla uzayan dallar, umurumuzda bile olmuyor artık. İşte bunun farkındalığıyla sürdürülen bir yaşam, sanırım daha az endişeli ve daha mutlu geçiyor. Kendime de bir not, biz bekleyelim yine de ama hobi olsun diye…
Oruç Aruoba yazar, şair, akademisyen, çevirmen ve felsefeci. Ama beni en çok etkileyen yönü sanırım felsefeye olan ilgisi. Yaşam üzerindeki etkimi sınamak için sardunya ile didiştiğimden olsa gerek, soru sorma/sorgulama eylemiyle fazla ilgiliyim bu aralar. Bir sardunya ile baş edemeyen ben, bitmez tükenmez isteklerimle önce kendimi, sonra da çevremdeki herkesi mutlu etme isteğimi gerçekleştirmeye çalışırken girdiğim mücadelede o çıkıntı dallardan her yerim yara bere içinde perişan olup pistlerden bir süre uzak kalınca (O çıkıntı dallar buraya gelecek! ) ve sorular ardı ardına yığılınca yine Aruoba ile telkin ediyorum kendimi. “Yaşamında öteki kişilere ulaşabildiğin anlar, bir ormandaki kuş ötüşleri gibi olacak: uzaklardan gelip geçerken kısacık bir süre yapraklarda yankılanacaklar
-o kadar… Orman, bütün sessizliğiyle, yine yalnız, duracak orada.”
Oruç Aruoba 1948 doğumlu. Ve bence Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli düşünürlerden biri. TED Ankara Koleji’ni bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü’nde lisans ve yüksek lisansını tamamlamış. Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görevlisi iken felsefe bölümünde doktorasını tamamlamış. Aynı zamanda yurtdışında felsefe semineri üyeliğinde ve konuk öğretim üyeliğinde bulunmuş. Epistemoloji, Kant, Kierkegaard, Nietzsche, Marx, Heidegger ve Wittgenstein gibi konular üzerinde çalışmalar gerçekleştirmiş. Ağırlıklı olarak yazı ve çeviri işleriyle uğraşan Aruoba’nın eserleri saygın edebiyat dergilerinde yer almış ve özellikle şiir sanatına yönelmiş.
“Şiir, bir kişinin yeniden düzenlediği bir dünyadır. Kişi, şiir yazmakla ya yeni bir dünyanın temeline temel taşı koyar ya da temelinde yıkılması gereken bir eski dünyaya bir sapan taşı atar. Bu iki taş arasında da bir fark yoktur.”
Mayıs 2020’de aramızdan ayrılan Aruoba’nın bir filozof olma yolunda ürettiği her şey, her eser zamanla onu belki de planlamadığı bir şekilde felsefe ve edebiyat tarihinde çok önemli bir konuma taşımıştır. Başlangıçta amacının hiçbir zaman kitap yazmak olmadığını, bir şeyleri anlamaya ya da doğrusunu bulmaya çalışmanın çabası sonucu yazdıklarının zamanla bir bütün haline geldiğini anlatmış ve “Ben kitap yazmadım, kitaplarım kendilerini yazdırdılar.” diyerek nasıl bir şaire, yazara ve filozofa dönüştüğünü dile getirmiştir.
Yaşamın bizi getirmesini istediğimiz yeri beklerken başımıza gelenler bazen beklediğimizin ötesine geçebilir bazen de beklentimizin aksine bir istikamete gidebilir. İyi bir yaşam sürmek için bir sürü borca gidersin, hayatının büyük bir kısmını ipotek edersin. Sevmek için can atarken sevilmediğini fark edersin. Yaşamak için yanıp tutuşurken yaşamadığını fark edersin… Ya da yazar olmak aklının ucundan geçmez belki ama hem yazar hem felsefeci hem şair olursun… Aslında her anımız, aldığımız her nefes o kadar kıymetli ki. Çünkü yaşamda bir saniye öncesine bile dönemezsin, o artık iyisiyle kötüsüyle yaşanmıştır ve bitmiştir.
“Yaşamı düğümlemeden çözemezsin. Yaşamak, sevinçli acılar çekmek, hüzünlü neşeler yaşamaktır.”
Yaşamdan beklentimizin yüksek olması, hep en iyisini istemek içgüdüsü sonunda sardunyalar ile bile kavga eder hale gelmek mücadele anlamında iyi görünüyor olabilir. Ama en nihayetinde ardımızda bıraktıklarımız bizi temsil edecektir. İstek ve beklentiler için bu yolda çalışmak, çabalamak, üretmek, değişimden korkmamak, umut dolu olmak, sonra belki akışına bırakmak ve en önemlisi yapamadığımız değil, yapabildiklerimizle gurur duymak sanırım yaşamdan keyif almak konusunda önemli bir adım. Her değişim yeni bir başlangıçtır. Her yeni başlangıç yeni bir umut kapısıdır. Varsın sardunyamın bir dalı çılgınlar gibi gökyüzüne uzansın, varsın çıkıntı olsun. Açtığın çiçeği severim!..
“Dün geçtiklerinden, yarın geçeceklerine, bugün geçeceksin. Hep, geçtin; hep, geçeceksin – geçiyorsun…
Yapabileceklerini boş ver
– yapabildiklerini yap!”
Son zamanlarda kendi gerçekliğimden koptuğumu çok sık hissediyorum. Truman Show filmindeki figüranlardan biri gibiyimsanki. Dört bir tarafımız kurgu videolarla, etkileşim yani sözlük anlamıyla karşısındaki kişiyi kendi duygu ve istekleri doğrultusuna yöneltmek uğruna yapılan türlü saçmalıkla doluyken (yapay zekadan bahsetmiyorum bile!) sahici nedir? Gerçek ve doğru bilgiye nasıl ulaşılır? Biz çocukken sorularımızın cevaplarını bulmak için tek […]
Devamını OkuHangi yıldı, takvimler hangi günü gösteriyordu ve saat o anda hangi dakikayı gösteriyordu bilmiyorum yaratılış anında.
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku