Gözleri aşkın ve ayrılığın anayurduydu.
Buğusunu güzel sözlerin emdiği uzun bir gün batımıydı ağzı. Bu yüzden bir sızıydı herkesin içinde. Başını kaldıran da eğen de aynı umutsuz uzaklıkta dururdu. Gülüşü, dağılmış orduları önce toparlar, sonra yeni bir yenilgiye sürerdi. Ben, kalbim ağzıma kadar büyümüş, köküne su yürüyen ağaç yaprakları gibi kıpırdar, gülümserdim. Kocaman kentte inceliği soluyan biricik kırmızıydı. Ekinlerin arasında bir yaz serinliği gibi geçerdi, kalabalığın yaprak döken yalnızlığından. Herkesin canından çekilen bir iz bırakırdı ardında. Dünyanın bütün göçmen kuşları çatıma konardı konuşunca. Sesi dört mevsimden yapılmış bir enginlikti, insanı bir ufuktan ötekine taşıyan. İçindeki kötülüğü susturmadan kimse bakamazdı yüzüne. Yürümezdi de dünyanın bütün çiçekleri yollara dökülürdü. Yaşlıların, yanlışların ve yalnızların çocukluğuna, unutulmuş iyiliğine açılan çiy damlasından bir pencereydi. Kimse, yaşamak
adına bir ayrıcalık edinmeden gelemezdi önüne. Kendini bilen herkes için yalnızlık, arkasını dönünce başlardı. Kâküllerinin gölgesi büyüyünce inerdi dünyamıza akşam. O yorulunca gelirdi uykunun vakti; o uyanınca başlardı dünya telaşı.
Geceyi bölük bölük eden adamların ıssızlığa yaslanıp simsiyah bir hırsla beklediği mucizeydi. Hastalar başlarını onun yüzünden bir yastığa koyarak iyilik bulurlardı. Bir hercai ıslıktı gençlerin dilinde, sık sık kesilen. Çarpıp çıkılan kapıların ardında kalan, önünde umulandı. Yollar onunla uzar, onunla kısalırdı. Askerlerin gece nöbetlerinde çıkarıp çıkarıp baktığı resmiydi ayrılığın. Yaşlı kadınların kendilerini sevdiği mağrur ve uzak bir aynaydı. Bütün sarhoşlar bütün içkileri onun kirpiklerinden içerdi. Yağmuru sevdiren, rüzgârı güzelleştiren, bulutlara rengini veren biricik olanaktı. Yoksulluk bile acısını onunla unuturdu. İpe giden adamların ölümden önceki son soluğuydu. O olmasaydı kimse daha iyi yaşamak için ömrünü ortaya koymazdı. Cellatlar iyi olma şansını onunla bulabilirlerdi. Bütün hapislerin zulasındaki tek özgürlüktü. Memurlar ancak onunla duyardı yaşama sevincini. İnsanın gerçeğini değiştirebilen, durduğu yerde uçurumuçurum gezdiren tek baş dönmesiydi.
Hiçbir sesin hiçbir yüze derinlik katmadığı; çarşıların sünger gibi insanların ömrünü emdiği; yüksek sesle konuşmanın haklı ve önemli olmaya yettiği; “taşların bağlanıp köpeklerin serbest bırakıldığı”; yalanın iplerinin çözüldüğü; insanların, eşiklerine dayanan yıkımdan kapılarını örterek kurtulduğu; mevsimlerin bile devlet zoruyla düzene sokulduğu; annelerin çocuk yerine suç doğurduğu; yatakların mezara, evlerin hapishaneye döndüğü; herkesin gücünü, incittiği insan sayısından aldığı; gülünç olmamak için insanların sevgisini gövdesine gömdüğü, aşağılık bir kuşatma altında, bir halk kahramanı, bir uzak masal zamanı gibi onurlu, mağrur, bilge ve güzeldi. Bizim kusurumuzu, hasretlerimizi, iyiliğimizi ve kötülüğümüzü göstermek için dünyanın başımızın üstünde tuttuğu bir hayal ülkeydi, bayrağı gökkuşağı olan.
Herkesin alışverişle yatıştığı yerde sesiyle ayaklanırdım. Caddeler dolusu yoksulluk içinde payıma düşen hazineydi. Bildiğim bütün güzel sözleri ona söyleyerek onarırdım yalnızlığımı. Suyum akmayı öğrenmişti. İnsanların mutsuzluğu üzerine düşünmeye başlamıştım. En büyük aptallıkları bile gülerek karşılıyordum. Duyguyla tenin birbirinde nasıl eridiğini yaşayarak görmüştüm. Hiçbir yere sığmıyordum artık. Herkesin imrendiği ayrıcalığımdı benim. Durup dururken genişliyordu göğsüm. Yüzümdeki nilüferdi.
Tuttum adını aşk koydum bu aykırı dünyada…
Nar ağaçlarının ıslık çaldığı bir avluydu. Deniz neminden kapıları vardı. Eski değil de incinmişti. Yaşı asmaların tozunda saklıydı. Kim oturursa otursun bir Rum eviydi. Kuyuları ipleriyle boğulmuştu. Kalın seslerin ortasında küçülmüş, küçülmüştü. Ev değil, bir pas salkımıydı. Beyaz badanaların altında kim bilir kaç bakış gövermiş, kaç dokunuş halkalanmıştı. Kaç şarkı yaz yapraklarına ölümsüz kalpler çizmişti. […]
Devamını OkuÖğretmeni ödev vermişCumhuriyet şiiri yazın, diye.Aradı, okudu telefonda:“Okulumuzu süsledikCumhuriyeti kutladık.”Bu kadar mı, dedimİki dize daha yazsaydınDaha etkili olmaz mıydı?Ertesi gün aradıYazdım Dede, dediOkudu:“Yazar Ciwan Karaman.”Bu son yazdığınŞiire dahil mi, dedimTabii, dediHemen altına yazdımFazlasına gerek yok!Sessizce gülümsedimBen de seninBüyüklere benzemeyenO büyük aklınınBayramını kutlarım, dedim.
Devamını Oku-Sevgili Zafer, öykücülüğümüzde rengi olan birisin. Yazdıkların yaşantını ele verse de yine de sende öykücülüğümüz adına başka bir kumaş olduğunu düşünürüm. Bu yolculuğu bizimle paylaşabilir misin lütfen, nasıl yazıyorsun? İçine doğduğum coğrafyanın kültürel ikliminden besleniyorum; yazacaklarımı, içinde yer aldığım sınıfsal, geleneksel yapının içinden çıkarıyorum. Bir öykü kurarken yaşadığım, bildiğim mekânların, tanık olduğum olayların ışığından yararlanıyorum. […]
Devamını OkuRutin olan her şeyden kaçar gibi yaşadıktan onca yıl sonra, bir akşam geliverdi osoru: “Çocuk yapalım mı?”Şimdiye değin hiç düşünmeden bir başlarınayaşamışlar, geleceklerini de buna görebiçimlendirmişlerdi. Sinem biraz daha kariyerodaklı yaşasa da, İlhan açık açık sorumluluktankaçmıştı. Şimdi durduk yere, hay Allah!Heyecandan mı kalbi çarpıyordu yoksahemen yanıt vermeliyim telaşı mı anlamlandıramasa da, içindeki ses çoktan “Evet!” […]
Devamını Oku